Bu yazının kaleme alındığı 6 Kasım gecesi, Amerika Birleşik Devletleri başkanlık seçimlerinde sonuç birçok açıdan netleşti. Bu seçimlerde sadece başkan ve başkan yardımcısı seçilmiyor. Kongreyi oluşturan Senato’nun 34 senatörü ve Temsilciler Meclisi’nin tüm üyeleri seçiliyor.
Donald Trump; oldukça sert ve hareketli bir kampanyadan sonra, Demokrat Parti’nin başkan adayı ve mevcut başkan yardımcısı Kamala Harris’in önünde seçimi kazandı.
Seçim sonucu, Cumhuriyetçi Parti ve Trump için ezici bir zafer. Trump başkanlığı kazanmakla kalmadı, Cumhuriyetçiler Senato’da da çoğunluğu kazandı. Büyük bir olasılıkla Cumhuriyetçiler, Temsilciler Meclisi’nde de çoğunluğu kazanacak. Trump’ın zaferi, ABD’nin unutulmaz başkanı Franklin D. Roosevelt’ten beri kazanılan en büyük seçim zaferidir.
Amerikan politik sisteminde, yasama kolunu teşkil eden Kongreyi oluşturan Senato ve Temsilciler Meclisi, birbirini tamamlayan önemli yetkilere sahiptir.
Örneğin tüm vergi tasarılarının başlangıç noktası Temsilciler Meclisi’dir. Eğer, Cumhuriyetçi Parti Temsilciler Meclisi’nde de çoğunluğu elde eder ise; Trump en önemli ekonomik vaatlerini uygulamaya geçirme olanağı bulacaktır. Temsilciler Meclisi, dar bölge seçim sistemi ile toplam 453 temsilciyi iki yıl için seçer. Kongre’nin bu organı, Amerikan sistemi içinde federal bütçenin yasalaşması açısından kritik bir noktadır. Temsilciler Meclisi, sık seçime tabi olması ve dar bölge esaslı olması nedeni ile vatandaşın günlük yaşamına doğrudan dokunur.
Senato’da çoğunluğun kazanılması ise uluslararası antlaşmaların onaylanması ile kabine, yüksek yargı ve üst düzey devlet görevlilerin atanması açısından önemlidir. Senato 100 senatörden oluşur ve her bir senatör 6 yıllığına seçilir. Senato’nun üçte biri her iki yılda bir seçilir. Bu yüzden Amerikan politik sisteminde her dört yılda bir büyük seçim, her iki yılda bir de yasama tarafında yukarıda tanımladığım kurallar çerçevesinde seçim olur. Bu yüzden Amerikan başkanı ve kabinesi aslında iki yıllık da bir seçmenin performans denetimine tabi olduğu ifade edilebilir.
Bu arada Senato’da Cumhuriyetçilerin “filibuster engelini” aşacak %60 çoğunluğu kazanamadığını belirtmem gerekir. “Filibuster”; Senato’da onaya sunulan bir yasanın uzun ve kapsamlı bir şekilde müzakere edilmesini isteme hakkı olup, azınlığa veya bir grup halinde hareket eden senatörlere sağlanan önemli bir olanaktır.
Filibuster hakkı, Senato’nun siyaset üstü bir uzlaşı platformu olmasını sağlar. Trump Senato’da çoğunluğu elde etmiş olsa dahi, Senato’daki Demokrat Parti azınlığı ile uzlaşmak zorundadır.
Demokratlar iktidara gelir gelme ; Ukrayna-Rusya Savaşı’nı adeta tetikleyerek küresel ekonomik sistem için ve ayrıca Amerikan ekonomisi için köklü sorunlar yaratmıştı. Savaşın tetiklediği küresel enflasyon, Amerikan ekonomisine de sıçramıştı. FED’in; hızla yükselen enflasyona karşı derhal faiz silahını kullanması gerekirken, faiz artışlarını geç ve ikircikli bir şekilde yapmış olması da, tüm sorunların üzerine tuz biber olmuştu.
Sıradan bir Amerikan vatandaşı; Başkan Biden’ın fiziki ve mental yetersizliğini, Demokrat Parti’nin liberal göçmen politikalarını ve yüksek enflasyonun aşındırdığı alım gücünü dikkate alarak Trump’a oy vermeyi tercih etti.
Trump’ın mesajları ve kampanyası son derece net ve akılcı idi. Trump, sıradan bir yaşantı süren, belli değerlere sahip, ılımlı muhafazakar beyaz seçmenin tepkisini mükemmel bir şekilde ölçtü. Bu sesi fazla çıkmayan çoğunluk; azınlıkların ve göçmenlerin yarattığı uyumsuzlukların “cultural diversity ve enrichment” adı altında normalleştirilmeye çalıştırılmasını ve azınlıklara sağlanan pozitif ayrımcılığın yarattığı eşitsizlikleri affetmediğini seçimde açıkça gösterdi. Seçmen Trump’ı tercih ederek, yaşadıkları dünyanın bir SJW (Social Justice Warrior) öğeleri pompalanan bir Netfix evreni olmasını arzu etmediğini güçlü bir şekilde haykırmış oldu.
Trump’ın garip kişisel özellikleri, sıklıkla gerçeğe aykırı ifade ve iddialarda bulunması, hakkında aleyhine açılan çok sayıda ve kuvvetli delillerin sunulduğu davalar; seçmenin tercihini değiştirmedi. Kamala Harris’in cinsiyeti ve etnik kökeni, kendisine yeteri kadar oy kazandıramadı. Kadınlar ve Latin kökenli seçmenler ağırlıklı olarak Trump’ı tercih etti.
Bundan sonra ne olur? Detaylı bir şekilde açıklamaya çalışayım.
Trump küreselleşmeyi bir faz geri alarak, ABD’nin ekonomik kompozisyonunu değiştirmeyi hedefliyor. Bunu da iki temele oturtacak: Gümrük tarifelerinin yükseltilmesi ve ABD’nin gelirler üzerinden alınması efektif vergi oranını düşürmesi. Gümrük tarifelerinin yükseltilmesi beklentisi USD/EUR, USD/GBP, USD/yen paritelerini doğrudan etkiler.
Trump özellikle enerji, bankacılık, finansal hizmetler konusunda kuralları hızla gevşeterek, regülasyonlara uyumun parçası olan operasyonel giderleri düşürmeyi hedefliyor.
Bu yaklaşım Trump’ın benimsediği neo-liberal politikaların bir parçasıdır. Bu yöndeki politika kısa vadede Trump Yönetimi’nin hedeflerine ulaşmasını sağlar ancak orta-uzun vadeli riskleri arttırır. Özellikle bankacılık ve finansal sektör tarafında regülasyonların azaltılması, orta ve uzun vadeli risk artışı anlamına gelir.
Trump; Ukrayna-Rusya Savaşı’nı süratle bitirerek, bu savaşa bağlanan/bağlanacak kaynakları serbest bırakmayı hedefliyor. Ayrıca savaşın bitişi ile Rusya ekonomisinin yeniden dünya ekonomisine entegre olması ile beraber, özellikle enerji ve hammadde arzının artacağı faktörünü kullanarak, küresel enflasyonun da olumlu bir şekilde etkileneceğini hesaplıyor. Ve bu faktörü ABD’nin tek taraflı yükselteceği gümrük tarifelerini dengelemek için kullanacağını da öngörüyorum.
Diğer yandan, Ukrayna-Rusya Savaşı kolayca geriye sarılabilecek bir süreç değildir. Eğer Biden Yönetimi “Reel Politik” kavramını benimsemiş olsaydı, 2021-2022 döneminde mekik diplomasisi ile Ukrayna’nın toprak bütünlüğü, Ortodoks ve Rusça konuşan nüfusun özerkliği de sağlanarak korunabilirdi. Fiilen Rusya Federasyonu’nun kontrolündeki Kırım, “de jure” olarak Rusya’da bırakılır ve Ukrayna tarafsız bir ülke ya da tam uluslararası ilişkiler deyimi ile “Neutrum Agrum” olarak tanımlanırdı. Aynen 1945 sonrası Avusturya ve Finlandiya’nın statülerinin bu şekilde belirlendiği gibi.
Gerçekten de “Reel Politik” kavramı bize büyük güçlerin uyum ve barış içinde yaşaması için jeopolitik olarak tarafsız ve tampon bölgelerin varlığına gerek olduğunu ortaya koyar. Antik Çağ’dan beri bu kuram hep işlemiştir.
Zaten Kırım meselesi Rusya İmparatorluğu veya Sovyetler Birliği döneminde bir sorun değildi. Sovyetler Birliği döneminde 1956 yılında jest olsun diye, sembolik bir şekilde Rusya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nden alınarak; Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne verilmişti. Zaten bu sosyalist cumhuriyetlerin de pek bir siyasi önemi yoktu. Sorun Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra oluşmuştu.
Bu savaşı bitirmek Trump Yönetimi için de zor olacaktır. Çünkü ortada çok büyük bir insani kayıp listesi ve ekonomik ve beşerî zarar mevcut.
Orta Doğu’da ise Trump Yönetimi; İsrail’in elini daha da serbest bırakacak ancak diğer yandan da İsrail’in hedeflerine daha çabuk ulaşması için İsrail’e baskı yapacaktır. Buradaki devasa boyuttaki insani dram, Amerikan yönetimi için öncelikli bir konu olmayacak, savaşın İsrail’in taktik hedeflerine ulaşarak sona ermesi ve ticaret yolları ile petrol arzının yeterli ve güvenli tutulması, Amerikan yönetimi açısından öncelikli olacaktır.
Trump küresel ısınma kavramına, bu kavramın tanımına itiraz edecek kadar zıt kutuptadır.
Trump ve Trump yanlısı uzmanlara göre “küresel ısınma“ kavramı insan uygarlığının ekonomik yapısının ürettiği bir sonuç değil, Dünya’nın 4.5 milyar yıllık ömrü içinde astrofizik kuralları ile açıklanan iklim döngülerinden biridir. “Yeşil Mutabakat” ve “Sürdürülebilirlik” (sırası ile “Green Deal” ve “Sustainability”) kavramları, Trump Yönetimi tarafından temeli olmayan, maliyetleri arttırıcı, küresel enflasyonun sebebi olarak tanımlandığına göre, ABD “Green Deal” politikalarından da geri dönecektir.
Trump Yönetimi, Avrupa’daki benzer politik akımlar gibi, göçmen ve sığınmacı akımına reaksiyon gösteren insan topluluklarının desteğini almıştır. Bundan sonraki dönemde sadece gümrük tarifeleri artmayacak, göçmen politikaları da sertleşecek ve sınırlardaki fiziki engeller artacaktır. Küreselleşmenin geriye çevrileceği ana noktalardan biri de bu olacaktır. Bu da sistemde orta ve uzun vadeli işçilik giderlerinin artışı anlamına gelir. Küreselleşmenin getirdiği 1990-2015 arasındaki verimlilik ve prodüktivite artışının bir kısmı, işçilik ve mal dolaşımındaki engeller ve maliyet artışları ile geri alınacaktır.
Amerikan doları açısından bakılırsa, Trump Yönetimi’nin ABD dış ticaret dengesini düzeltmek için gümrük tarifeleri ile dış ticaret antlaşmalarının yeniden müzakere edilmesi gibi silahları kullanmasını bekleyebiliriz.
Bu eğilim, Amerikan varlıklarına olan yatırım iştahını arttırmak için, Amerikan dolarının kısa vadede güçlendirilmesini sağlayabilir. Genel anlamda, tarife engelleri koymadan ticaret açığını azaltmak, prodüktivite artışı ve/veya yerel para biriminin değerinin zayıflaması ile mümkün olabilir. Dolar endeksinin (DXY) kısa vadede 105 düzeyini aşması, piyasanın Trump’ın ekonomi politikalarını önceden satın aldığını gösteriyor.
Diğer yandan da Trump Yönetimi’nin vergi oranlarını indirmesi ve FED’e dolaylı yönde faizleri indirme konusunda yapacağı yönlendirme; gümrük tarifeleri artışı ile beraber enflasyonisttir. Bu etki şimdiden tahvil piyasasında uzun vadeli tahvillerde getirileri yukarıya taşıyor. Trump’ın ekonomi politikaları sermaye piyasalarında erken ve güçlü bir “Noel Baba” rallisi yaşatacak gibi görünüyor. Yani ABD piyasalarında tahvil sat, hisse al dönemi yaşanabilir.
Sonuç olarak Trump Yönetimi’nin göçmen politikası ve tarifeler hariç olmak üzere sistematik veya şematik hareket etmesini beklememek gerekir. Trump’ın kısa vadeli kazançları maksimize ederek, servetini büyütmeye çalışan usta bir poker oyuncusu gibi davranmayı tercih ettiğini unutmayalım. Bu strateji okunduğu zaman fırsatçı ya da miyop bir bakış açısı değildir. Trump mutlaka meşhur ekonomist ve spekülatör Lord John Maynard Keynes’in şu unutulmaz sözünü başucuna yazmıştır: ”The long run is a misleading guide to current affairs. In the long run we are all dead.”
Trump Yönetimi’nin yaratabileceği ana riskin; Çin Halk Cumhuriyeti ile yaşanabilecek bir “Tayvan Krizi” olduğunu düşünüyorum. Tayvan meselesinin; 1914 öncesinde Alsace-Lorraine ve Balkanlar meseleleri, 1939 öncesinde Polonya Koridoru çekişmesi ve 1945 sonrası Berlin ve Küba krizleri kadar tehlikeli bir konu olduğunu da unutmamak gerekir.
Burak Köylüoğlu
Yeni yazılardan haberdar olun.