Stratejik Yönetimin Kökleri: “Deep Operations”

Burak Köylüoğlu

 

Stratejik Yönetimin Kökleri: Tarihten bir örnek isimli yazımda, stratejik yönetimin tanımını ve nasıl geliştiğini tanımlamış, stratejik ve taktik hedeflerin birbiri ile uyumunun ne kadar önemli olduğunu I. Dünya Savaşının dönüm noktasını içeren bir örnek ile vurgulamıştım.

Yeniden hatırlamak gerekirse, stratejik yönetim insanlık tarihinin başından beri insanların, toplumların, devletlerin ve uygarlıkların kaderine etki etmiş önemli bir kavramdır. Strateji, Antik Yunan kültüründe, “strategia” kelimesi ile bir generalin ya da hükümdarın askeri yönetim sanatı olarak tanımlanmıştır.

Stratejik Yönetimin iş dünyasında girişi de, insanlık tarihinin zengin örnekleri ile olanaklı olmuştur.

Stratejik yönetimin ders aldığı en önemli örneklerin, insanlık tarihinin en kanlı savaşı olan II. Dünya Savaşı’ndan alınmış olması çok şaşırtıcı değildir.

II. Dünya Savaşının en önemli cephesi kuşkusuz Almanya ve Sovyetler Birliği’nin neredeyse ölüm kalım savaşı verdiği Doğu Cephesidir. Tüm savaşın en kritik dönüm noktalarının önemli bir bölümü II. Dünya Savaşı’nın bu alanında yer alır. Holywood filmleri ise bize nedense, işin tersini yani Almanya karşısında savaşın büyük oranda ABD-İngiltere koalisyonu tarafından kazanılmış olduğunu ifade eder. Rakamlar ise tüm gerçekliği net bir şekilde saptar: Almanya, II. Dünya Savaşı’nda ölü, yaralı, kayıp ve esir olarak toplam 13,488,000 asker kaybetmiştir (Toplam mobilize edilen gücün %75’i ve 1939’daki erkek nüfusun %49’u). Kaybedilen 13,488,000 askerin, 10,758,000’i Sovyetler Birliği ile olan mücadelede kaybedilmiştir (Askerlik terminolojisinde kayıpların tanımı, ölü, yaralı, kaybolmuş ve esir düşmüş askerin sayısıdır.). Başka bir deyiş ile, Almanya savaştaki askeri kayıplarının %80’nini Sovyetler Birliği ile mücadelesinde verir. Sovyetler Birliği’nin tüm kayıpları ise bugün dahi tartışmalıdır. Tarihçilerin çoğu, Sovyetler Birliği’nin toplam askeri kayıplarının 35 milyon kişiye ulaştığı konusunda birleşir. Bugün halen bu müthiş kayıpların etkisi ile, Rusya Federasyonun nüfus bileşiminde, kadınların oranı erkeklere göre daha fazladır.

Almanya Sovyet Birliği arasındaki ölüm kalım mücadelesi, müthiş bir stratejik hata ve başarıların içerdiği zengin ve tükenmez bir tarihi kaynaktır. Almanya’nın daha çok taktik başarı üzerine kurmuş olduğu “Yıldırım Savaşı” karşısında Sovyetler Birliği’nin oluşturduğu ve savaş süresince bir başyapıt haline getirdiği “Deep Operations” tekniği üstün gelmiştir. Kuzey Kutup Denizinden Karadeniz’e uzanan yaklaşık 3,000 km.’lik uzunluğa sahip bu büyük cephede, Alman Ordusu 1941 yılı sonunda Moskova ve Leningrad önüne gelmiş, 1942 yılında ise Moskova ve Leningrad önünde nispeten statik haline gelen cephenin aksine, Alman Orduları Kafkasya’ya girmiş ve Stalingrad şehri önlerine kadar ulaşabilmiştir. Almanya’nın 1942 yılında Sovyetler Birliği içinde ulaştığı en derin nokta 1,223 km. gibi olağanüstü bir mesafedir. Sovyetler Birliği’nin 1941-1942 yılında yaşadığı yenilgiler sonucunda, petrol dışında madencilik ve tarım kapasitesinin %75’ini kaybetmesine rağmen, tam 2.5 yıl içinde (1942 sonu-1945 Mayıs) Stalingrad önlerinden Berlin’e yani 2,500 km. nasıl ilerlediği ve mutlak zaferi nasıl kazandığı, müthiş bir hikayedir.

Her şey bir yana, bir mühendis olarak 1941 Haziran-Aralık döneminde Almanya’nın Doğu Polonya’dan Moskova önlerine kadar hızla ilerlediği dönemde, Sovyet sanayisinin %90’ının bulunduğu bugünkü Batı Rusya, Beyaz Rusya ve Ukrayna’dan, binlerce tesisin işçileri ile beraber Ural Dağlarına kadar taşınıp (Alman hava taarruzlarının menzili dışına) burada monte edilip kısa zamanda üretime geçirilmesine hayranlık duyarım. Bu sanayi tesisleri 1941-1945 arasında 84,000 adet T-34 (tüm savaşın belki de en önemli silahı) tankı ve sayısız adette başka uçak, zırhlı araç ve hafif silahlar üretebilmiş ve Alman savaş sanayisini geride bırakabilmiştir.

Tek bir demir çelik tesisinin 6,000 adet vagona (evet yanlış okumadınız altı bin vagon) yüklenerek, 500 km. ötede işçileri ile beraber sadece 2 ayda işler duruma gelmesi olağan dışı bir örnektir. 1941 Temmuz-Ekim ayları arasında Sovyetler Birliği’nin Alman hava saldırıları altında binlerce tesisi bu şekilde taşıyabilmesi ise tam anlamı ile bir lojistik ve yönetim başarısıdır.

Mükemmel bir Alman sanayii ve daha önce yenilgi yüzü görmemiş bir Alman Ordusu karşısında savaşı, üretim ve stratejik yönetim başarısına dayanarak kazanmış bir ülkenin, tam 45 sene sonra Soğuk Savaş sonrasında çökmesi de anlatılması gereken ilginç bir hikayedir.

Sovyetler Birliği’nden, Batı Dünya’sına iş yönetimi için kalan iki önemli mirasın biri “Deep Operations”, diğeri de TRIZ’dır. (TRIZ ile tanışmam değerli akademisyen Prof. Dr. Ruhi Kaykayoğlu ile olmuştur.)

Stratejik yönetimin mükemmel bir örneğini oluşturan “Deep Operations”, stratejik hedeflere ulaşım için stratejik ve taktik yönetimin arasına başka bir düzey daha tanımlar. Bu düzey operasyonel yönetim olarak adlandırılır.(günümüzde operasyonel düzey taktik düzeyin altındaki yönetim düzeyi olarak tanımlansa da, aynı kavramlar değildir.). Sovyet stratejisindeki operasyonel düzey, taktik başarının yarattığı bir fırsat ya da fırsatların, başlangıçta tanımlanan stratejik hedeften daha üstün başka stratejik bir başarılara evrilmesini sağlayacak bir yönetim düzeyidir. Bu yönetim şekli, başlangıçta daha sınırlı ve ulaşılabilir stratejik hedeflerin, taktik başarılar ile elde edilmesi sonrası daha büyük stratejik hedeflerin tanımlanması ve ulaşılması için sürekli çaba sarf edilen enerjik ve agresif bir yöntemdir.

“Deep Operations” yönteminin II. Dünya Savaşında başarılı ilk örneği, Stalingrad Savaşı’dır. 1942 yılında Alman yaz taarruzu (Fall Blau) Kursk ve Harkov’da yer alan Alman Güney Ordu Grubunun Donetz Bölgesindeki maden yataklarını ele geçirerek ,Stalingrad Şehri ile Kafkasya’daki petrol sahalarını kontrol etmek üzere planlanır. Harekatın stratejik amacı, Sovyetler Birliği’ni kritik hammadelerden yoksun bırakarak, ekonomik anlamda tuş etmektir.

Alman taarruzu başlangıçta çok başarılı olur. Alman Güney Ordular Grubunun bir kolu Stalingrad’a (bugünkü Volgagrad) ulaşırken, diğer bölümü ise Kafkasya’ya girer ve Grozny ile Bakü eksenine doğru ilerler.

Ancak birbirinden farklı hedeflere yönelen ve bölünen Alman Güney Ordular Grubu ne Stalingrad’ta ne de Kafkasya’da tam bir başarı elde edebilir. Stalingrad’ın %90’ı Almanların eline geçmesine rağmen, Sovyet 62. Ordusu şehri ev ev savunarak, Alman 6. Ordusunu Stalingrad’da uzun ve yıpratıcı bir savaşa mecbur eder. Diğer eksende ise Kafkasya’da savaşan Alman Orduları ise dağlık, ormanlık bir alanda, giderek sertleşen bir direniş ile karşılaşır. Birkaç önemsiz petrol sahası dışında hedefine ulaşamaz.

Stavka (Sovyet Genelkurmayı) ise önündeki fırsatı görür. Stalingrad’da savaşan Alman ordusunun kuzey ve güney kanatları yeterli şekilde korunmamaktadır. Stavka, Stalingrad’da savaşan Alman Ordusunun zayıf kanatlarına karşı tahsis edeceği yeterli güçteki kuvvetler ile, Alman 6. Ordusunun iki taraftan gerisine sarkarak, kuşatmak ve imha etme hedefi ile planlamayı başlatır. Alman Genelkurmayı ise bu riski görmeksizin, artık tükenmiş olan Alman 6. Ordusuna son taarruzu yaparak şehrin kalan %10’luk kısmını ele geçirmesini emreder.

Bu esnada Stalingrad’ın kuzey ve güneyindeki köprübaşlarına, 2 aydan beri gizlilik ile aktarılan 1,100,000 asker, 900 tank, 14,000 top ve 1,100 uçaktan oluşan iki Sovyet ordu grubu 18 Kasım 1942’de taarruza başlar. Taarruz sadece 4 gün içinde Stalingrad’da savaşan Alman 6. Ordusunun 50 km. gerisinde tam bir kuşatma ile sonuçlanır. Yaklaşık 300,000 Alman ve müttefiklerinden oluşan ordu grubu oluşan “cebin” içinde kalır. Bu birliklerin tamamı Şubat 1943 itibari ile yok edilecek, sadece küçük bir kısmı teslim olabilecektir. Stalingrad’daki 300,000 kişiden sadece Almanya’ya savaş sonrasında 5000 kadar Alman askerinin dönebilmiş olması bir trajedidir.

Oluşan bu müthiş taktik başarının sonrasında, Sovyetler Birliği önünde çok daha büyük bir hedef oluşur. Stalingrad’ı kuşatan vurucu ordu gruplarının bu noktadan sonra, ek kaynaklar ile güçlendirilerek, Kafkasya’ya kadar inmiş olan Alman Ordular Grubunun arkasına geçerek (Rostov şehrine ulaşarak) kalan tüm Alman Güney Ordular Grubunu kuşatabilme hedefi, Stavka’nın önündedir. Kafkasya’daki Alman Orduları, Rostov’da oluşabilecek kapanın ağzından 500 km. güneyinde savaşırken, Sovyet Ordular Grubu Stalingrad’daki kuşatmayı tamamladıktan sonra Rostov’a 50 km. yaklaşmış durumdadır. Eğer plan tutar ise Stalingrad’daki cep ile beraber, toplam 1,000,000 Alman askeri kuşatılmış olacaktır. Bu da Kuzey Buz Denizin’den Karadeniz’e kadar olan tüm Alman cephesinin çökmesi anlamına gelir.

Almanlar, tüm becerilerini kullanarak Rostov’u takviye ederek, Kafkasya’daki ordularını hızla çekme başarısını gösterirler. Rostov ve çevresindeki güç dengesinin 1:9 Sovyetler lehinde olduğu düşünülürse, Almanlar için Güney Ordular Grubunu kurtarabilmek mucizenin başka bir adı olur.

Stalingrad Savaşından sonra istisnalar hariç (Kursk 1943), üstünlük Sovyetler Birliğine geçer. Nitekim 2.5 sene sonra Sovyet Ordusu, uzun ve kanlı bir süreçten sonra Berlin’e girer.

Bu örnekte daha düşük bir profile sahip bir stratejik hedefe (Stalingrad’daki Alman Ordusunun kuşatılarak, imha edilmesi), bu hedef için oluşturulmuş olan iki ordu grubunun (Stalingrad’ın kuzey ve güneyinde) taktik başarısı ile ulaşılır.

İlk başarı ile ortaya çıkan daha büyük bir stratejik hedefe (Kafkasya’daki Alman Ordu Grubunun imhası) ulaşabilmek için Stalingrad’ı kuşatan ordular çok daha büyük bir insan ve materyal güç ile takviye edilir, bu ordulara ek olarak Stalingrad ve Kafkasya arasındaki boşluğun doğusundan da yeni bir harekat başlatılır. Bu noktada Rostov’a adeta bir zaman yarışı ile Almanlardan önce ulaşmaya çalışan Sovyet birliklerinin toplam gücü yaklaşık 1,750,000 asker ve 2,000 tanktan oluşan devasa bir güce ulaşır. Operasyonun ulaştığı büyüklük ve hedefleri, daha üç ay öncesinde düşünülür dahi değil idi. “Deep Operations” kurgusu olanaksızı, olanaklı hale getirme başarısını gösterebilmiştir.

İnsanlık tarihi garip çelişkiler ile doludur. “Deep Operations” kavramının 1930’lı yıllarda komünist ideolojiye sahip bir ülkede doğması, bu yöntemin yaratıcısı olan Mareşal Mikhail Tukhachevsky’nin Stalin tarafından darbe girişimi hikayesi ile ortadan kaldırılması, daha sonra bu stratejinin Sovyetler Birliği’ne II. Dünya Savaşı’nı kazandıran temel strateji haline gelmesi oldukça ironiktir. Bu stratejik yönetim tarzı, mutlak bir diktatörü; esnek, bağımsız, yenilikçi ve en önemlisi yukarıdan alta kadar tüm organizasyonel seviyelere olağan dışı inisiyatif ve yetki veren bir askeri mekanizmayı kabul etmek ve benimsemek zorunda bırakmıştır. Bu yapı ile, Sovyet askeri mekanizması 40’lı yaşların başlarında tek başına 300,000 asker ve 700 tank gibi büyük askeri formasyonları idare eden genç,dinamik, günde 18 saat çalışabilen ve başarıları ile tüm ülkenin kaderini değiştirebilen mükemmel liderler yaratabilmiştir.

 

“Deep Operations” kavramı Stalingrad Savaşından tam 1.5 yıl sonra 1944 Haziranında insanlık tarihinin gelmiş geçmiş en büyük askeri harekatı (toplam 4.5 milyon Alman ve Sovyet askeri savaşmıştır.) olan “Bagration Harekatında” mükemmeliyete ulaşır. Bu harekat ile Minsk ve Vitebsk bölgesinde yer alan tüm Alman Merkez Ordular Grubu (550,000 kişi) bir ay gibi kısa bir zamanda imha edilir. Sovyet Orduları bu zafer ile iki ayda 700 km. kat ederek Varşova önlerine gelir. Harekatın başarısı, uzun bir cephede çok noktadaki tümen düzeyindeki birimlerin (ki o zaman bir Sovyet tümeni 5,000-7,000 kişiden oluşur.) yerel başarılarının birbirini tetikleyerek, çığ gibi büyümesi ve cephenin tamamen parçalanarak çökmesine dayanır. Sovyet birliklerinin ilerleyişinin iki ayda 700 km. sonra durması, düşman direnişinden çok artık lojistik olanakların tükenmiş olmasından kaynaklıdır. Bu kadar büyük bir harekatın, bu kadar ustalık ve detay ile hazırlanmış olması ve plan üzerinde taktik ve stratejik hedef ve başarıların devamlı değişmesi ve birbirini tetiklenmesi, kar toplarını çığ haline getirebilmiştir.

Bu zafer o kadar büyüktür ki, bu başarı Sovyetler Birliği’nin savaş sonrası konumunu bir süper güç olarak belirler.

İşin başka bir ironisi ise, bu harekatı da 1930’lı yıllarda Sovyet Ordusundaki “Büyük Temizlikten“ kıl payı hayatını kurtarabilen ancak bir süre tutuklu kalan ve bu sürede ağır işkencelere uğramış olan Mareşal Konstantin Rokossovsky tarafından planlanması ve daha sonra planının kritik bir bölümünün bizzat kendisi tarafından icra edilecek olmasıdır. Planlama aşamasında, Stalin’in planı gereğinden fazla detaylı, ihtiraslı ve riskli bulmasına ve dört defa ısrarla reddetmesine rağmen, Rokossovsky planda ısrarcı olur. Hatta planın tartışıldığı bir sahnede, Stalin Rokossovsky’e ellerinin durumunu fiziki bir jest ile hatırlatmayı unutmaz (Rokossovsky’nin tutuklu kaldığı dönemde uğradığı muamele sonucu ellerinin bazı tırnakları mevcut değil idi.). Tartışmanın tırmanması ve hararetlenmesi sonunda, Stalin elini aniden Rokossovsky’nin omzuna koyar. Odadaki herkes Stalin’in Rokossovsky’nin apoletlerini sökeceğini düşünür. Stalin o anda mareşalin omzuna hafifçe vurarak, planı onayladığını belirtir.

Sovyetler Birliği’nin “Deep Operations” tekniği, iş dünyasına uyarlandığı zaman prensipleri çok yönlü ve esnek düşünen bir üst yönetime, üst yönetimin stratejisini organizasyonun her düzeyine kadar aktarabilen mükemmel iletişim kanallarına, organizasyon içinde kendi hedeflerini gerçekleştirdikçe çeşitli düzeylerde kurum için yeni fırsatlar yaratan ekiplere, pazarda rakipler üzerinde asla hafifletilmeyen baskıya, yaratılan baskı sonucu pazar ve rakiplerin yönetim ve ekiplerinin karar alma mekanizmalarının felce uğratılmasına dayanır.

Bu yöntemi benimsemiş kurumlarda, her düzeyde fırsat ve başarı yaratma, bu fırsat ve başarıyı daha büyük başarı ve fırsatlara çevirme konusunda hiçbir zaman tükenmeyen bir enerji yer alır. Bu enerjinin kaynağı, ortak bir değerler bütünü ile başlayıp, bu değerler ve stratejik hedeflerin her birey tarafından benimsenmesi, her konumdaki çalışan ve yöneticinin kendi saha ve pozisyonlarına uygun bir şekilde inisiyatifi alarak çalışması ile sağlanır. “Deep Operations” son derece yoğun ve döngüsel iterasyona dayanan, agresif ve innovatif bir yönetim şeklidir, bu yöntemin sürekli ve enerjik olarak her sektör ve kurumda uygulanabilmesi için çok özel şartların bir arada olması gerekir.

Bu enerjik ve agresif stratejik yönetim şeklinin izlerini, 1970’li yıllarda Toyota ve Sony’de, 1980’li yıllarda Microsoft’ta, 1990’lı yıllarda İnditex (Zara) Grubunda, 1980-2000 arasında IKEA’da, 2000’li yıllarda ise Apple, Google, Samsung gibi şirketlerde görebiliriz.

Burak Köylüoğlu

 

Mail listesine katılın

Yeni yazılardan haberdar olun.

Teşekkürler! Kayıt oldunuz.

Üzgünüz. Kayıt olamadınız.

İLGİLİ Yazılar

error: Tüm içerik koruma altındadır!