Amerika Birleşik Devletleri’nin kuruluşlu ve yükselişi uygarlık tarihinin en ilginç öykülerinden biridir. Amerikan Bağımsızlık Savaşı, uygarlık tarihinin ilk büyük çaplı ve halk tarafından desteklenen bağımsızlık savaşıdır.
Bağımsızlık savaşının en önde gelen sebebi ekonomiktir. Britanya İmparatorluğu, bazı tarihçiler tarafından ilk dünya savaşı olarak tanımlanan Yedi Yıl Savaşları’nı (1756-1763) kazanarak, kazanımları ile dünyanın lider süper gücü haline gelmiş ancak bu muazzam savaş hazineyi tamamen boşaltmıştı. Dönem merkantilist ekonomi ile işleyen imparatorluklar dönemidir. Hazinedeki açıklar, borçlanma enstrümanlarının ihracı yerine, ek vergiler getirilerek kapatılmaya çalışılırdı.
İmparatorluk, kolonilerinden ithal ettiği ve kolonilerine ihraç ettiği ürünlere ilave vergiler getirince, Kuzey Amerika’da 13 İngiliz kolonisi, imparatorluğa karşı ayaklandı. Kolonilerin oluşturduğu milis güçlerini birleştirerek düzenli bir ordu haline getiren Yedi Yıl Savaşları’nın kahramanı, eski İngiliz ordusu albayı George Washington komutasındaki Kıta Ordusu (Continental Army), imparatorluk sefer gücünü uzun bir mücadeleden sonra kesin bir yenilgiye uğrattı.
Amerika Birleşik Devletleri’nin kuruluşu en az bağımsızlık savaşının kazanılması kadar zorlu oldu. Amerikan Devrimine öncüllük eden kurucu babalar (Founding Fathers) 13 eski koloninin federal sistem içinde bütünleşmesi için uygun bir formül bulmakta zorlandı.
Zengin güney kolonileri federal sistem yerine eyaletlere çok büyük ölçüde otonomi veren konfederal bir sistemde ısrar ederken, çözüm uzlaşı ile eyaletlere geniş bir yasama gücü veren gevşek bir federal sistemde bulundu. Politik güç; başkan ve kabinesine, Temsilciler Meclisi ve Senato’dan oluşan dual bir yasama sistemine, yüksek yargıya ve eyaletlere dağıtılmıştı. Monarşiler çağında iki ayrı yasama organına ve güçler ayrılığı sistemine dayanan bir cumhuriyet ve başkanlık sistemi benzersizdi.
ABD’nin ileri politik sisteminin temelinde, Kurucu Babaları’nın Aydınlanma Çağı’nın en önde gelen filozofları arasında yer almaları yatar. Aynı zamanda Kurucu Baba’ların büyük bölümü büyük tarım arazilerine sahip iş adamlarıydı. Bu büyük ölçekli tarım arazilerinde çok sayıda köle çalışıyordu.
Yirmi bir Kurucu Baba’nın sadece yedisinin geçmişte köle sahibi olmamıştı. Bunlar; John Adams (ABD’nin 2. başkanı), Samuel Adams, Oliver Ellsworth, Alexander Hamilton, Robert Treat Paine, Thomas Paine, Roger Sherman idi.
ABD Bağımsızlık Savaşı’nın lideri ve ilk başkanı George Washington, ABD’nin 3. başkanı Thomas Jefferson, ABD’nin 4. başkanı James Maddison, meşhur bilim adamı ve filozof Benjamin Franklin köle sahibi olmuş olan on dört Kurucu Baba arasındaydı.
Kölelik, insan uygarlığının başından beri süre gelen bir müessesedir. Savaşlarda esir düşen askerlerin ve ele geçirilen toprakların üzerinde yaşayan halkın köleleştirilmesi veya borçları yüzünden insanların özgürlüklerini kaybetmesi olağandı.
Üstelik kölelik; coğrafya, ülke, çağ, kültür ve benimsenen dinden bağımsız olarak İlk Çağın yazılmamış tarihinden itibaren insanlık uygarlığının temelinde idi. Semavi dinlerin kuruluşu köleliği sona erdirememişti.
Köleliğin tırmanışı Portekizlilerin Hindistan’a deniz yolu bulmak için Afrika çevresinden dolaşması ile başlamıştı. Gizemli Afrika’nın muazzam bir insan gücüne sahip olduğunu keşfeden Avrupalılar, Yeni Dünya’yı keşfedip burada koloniler kurunca bir açmaz ile karşılaştı. Amerika Kıtası muazzam zenginlikleri ile işlenmeyi bekliyordu. Ancak kıtanın yerli nüfusunu zorla çalıştırmak ve köleleştirmek olanaksızdı. Yerliler zorla çalıştırılmaya direniyor ve isyan çıkarıyordu. Kristof Kolomb’un kurmuş olduğu ilk kolonide dahi yerlileri zorla çalıştırma denemesi büyük bir isyan ile sonuçlanmış, koloni neredeyse tamamen tahrip olmuş, Kolomb tüm ününü ve saygınlığını yitirmiş, tutuklanmış zincire vurularak İspanya’ya geri götürülmüştü.
Çözüm hızla bulundu. Afrika kıyılarında savunulması kolay yerlere müstahkem mevkiler kuran Avrupalılar, anlaştıkları kabileler ile “köle tedariki” sistemi kurdular.
Elde edilen köleler gemiler ile Amerika kıtasına taşınırken, kölelerin işledikleri Yeni Dünya’nın zenginlikleri Avrupa’ya akar duruma geldi. Avrupa üretilen süs eşyaları, rom, tekstil ürünleri, çelik ve madeni eşyalar ise Afrika’ya köle satın alma bedeli olarak gönderildi. İşte bu üçgen ile Sanayi Devrimi öncesinde Avrupa’da olağanüstü düzeyde bir sermaye oluşturuldu.
Aydınlanma Çağı düşünürleri 18. yüzyıl boyunca insanların, insan olmaktan doğan haklara sahip olduğu düşüncesini seslendirmeye başlamıştı. Amerikan Devrimi de bu düşünürlerden etkilenerek doğmuştu. ABD’nin Kurucu Babaları’nın büyük bir çoğunluğu felsefi anlamda köleliğe karşıydı. Ancak 13 koloniyi federal bir cumhuriyet çatısı altında tutmak için, yüksek ideallerini bir kenara koydular. Örneğin Thomas Jefferson köleliğin insan haklarına aykırı olduğunu ifade etmesine rağmen Amerika’da bulunan kölelerin Britanya İmparatorluğu’nun tamahkar sömürge politikası ile getirildiğini öne sürmüştü. Bu düşünce ABD’nin kölelik sorununu çözmeyi ertelemesine yol açacaktı.
Sonraki yıllarda Kurucu Babaların (Güney kökenli olanlar dışında) , Afrika’dan köle ithal edilmesini yasakladıkları ve Kuzey eyaletlerinde köleliği kaldırdıkları doğrudur. Ancak konu eyalet düzeyinde çözülmeye çalışılırken, federal düzeyde soruna çözüm üretilememişti.
Ancak köleliğin güney eyaletlerde devam etmesi ve doğumlarla köle nüfusunun artması bu adımları boşa çıkarmıştı. Kuzey eyaletleri 19. yüzyılda sanayi devriminin ve ticaretin nimetleri ile gelişirken, Güney eyaletlerinin tarım çıktıları emekleme aşamasındaki ülkenin ihracatının %90’nunu oluşturuyor ve Kuzey eyaletlerinin ihtiyacı olan sermaye malları ithalatı için kaynak sağlıyordu.
Kölelik meselesinin çözümünün ertelenmesi ABD için ileri yıllarda daha büyük sorunlar yaratacaktı. Kölelerin kaçarak “özgür eyaletlere” sığınması ve kaçakların iadesi eyalet yönetimleri arasında sorun yaratıyordu. ABD henüz dış tehditlere karşı korunaklı değildi. Sonuçsuz kalan 1812 Savaşı’nda (1812-1815) İngilizler, başkent Washington’ı işgal edip, Beyaz Sarayı yakma başarısını dahi elde edebilmişti.
Kölelik sorunu Kuzey eyaletlerinin sanayileşmesi ve Kuzey-Güney arasındaki kültürel ve sosyolojik farkın açılması ve 1848 ABD-Meksika Savaşı ile daha da çözülemez hale geldi. ABD, Meksika’ya karşı muazzam bir zafer ederek, Teksas, Arizona, Utah, Kaliforniya, Nevada, New Mexico eyaletlerinden oluşan 2.5 milyon km2 toprağı (tüm Batı Avrupa yüzölçümüdür) ele geçirmişti. Mevcut federal sistem artık sayısı artan ve genişleyen eyaletler arasındaki sorunları çözmek yerine daha da karmaşıklaştırıyordu. Çözümü, oldukça kanlı ve maliyetli olacak olan ABD İç Savaşı (1861-1865) getirecekti. ABD İç Savaşı’nda ölen Amerikan askerlerinin sayısı, ABD’nin I. ve II. Dünya Savaşları’nda kaybettiği asker sayısının toplamından fazladır.
Güney’in daha iyi generalleri ve yetenekli askerleri, Kuzey’in ekonomik gücü ile ezildi. Kölelik kaldırıldı. Güney eyaletleri, “Reconstruction Era” olarak bilinen programla federal sisteme yeniden adapte edildi. Ancak burada da önemli taviz verildi.
Eyaletler halen ayrımcılığı sağlayan yasalar çıkarma gücüne sahipti. Bu yasalar siyahların ya daha iyi bilinen ismi ile “colored men” olarak sınıflandırılan vatandaşların ayrı okullarda okumasını, ayrı tuvaletleri kullanmasını, ayrı koltuklarda seyahat etmelerini, ayrı sinemalara gitmelerini, vs. emrediyordu. Bu yasalara “Jim Crow“yasaları denir.
Ülkesi için I. Dünya Savaşı ve II. Dünya Savaşında kan dökecek Afrika kökenli askerler ayrı birliklerde sınıflandırılacaktı. Başkan Truman’ın 1948’de imzaladığı başkanlık kararnamesi ile, Amerikan ordusunda ayrımcılığı bitmesi 1953’ü bulacaktı.
Sivil hayatta ise alelade bir vatandaş olan Rosa Parks’ın 1955 yılındaki meşhur otobüs eylemi ile başlayan sivil hareket, 1964 yılında Başkan Johnson’ın imzalamış olduğu “1964 Civil Rights Act” ile Jim Crow yasalarının sonunu getirdi. Artık ABD’de yasal anlamda ayrımcılık bitmişti.
Günümüzde ABD’de yargı nezdindeki uygulamalarda, sosyal hayatta, öğrenimde, ekonomik hayatta ve iş gücü istihdamı açısından ayrımcılık halen devam etmektedir. George Floyd’un “Deep South” olarak tanımlanan bir eyalette değil, ABD ölçütlerine göre liberal bir eyalet valisinin görevde olduğu bir Kuzey eyaletinde polisin kötü muamelesi ile hayatını kaybetmiş olması sorunun ne kadar derin olduğunu gösteriyor. Sorunun kökü ise, ABD’nin kuruluş günlerinde bağımsızlığın ve bütünlüğün tercih edilerek, köleliğin ve ayrımcılığın yarattığı sorunların çözümünün ertelenmesinde yatıyor.
Burak Köylüoğlu
Yeni yazılardan haberdar olun.