Ben tarihçi değilim. Ancak tarih benim neredeyse 35 yıldan beri hobilerim arasında yer alır. Tarih, aynı zamanda uzmanlık alanım olan finansal ve stratejik yönetim alanların vazgeçilmez birer girdisidir.
Türkiye’de de tarihçi ve gazetecilik yapıp, tarih konusunda eser ve yayın üretenlere mesafeli yaklaşırım. Çünkü bunların eserlerinin çoğu bilimsellik ve evrensellik prensiplerinden uzak, yazarın düşünce şeklini aktarmak veya siyasi ve ticari kazanç sağlamak amaçlı olarak kaleme alınmıştır.
Aynı nedenle, Türkiye’de Kurtuluş Savaşı’nın lideri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk üzerine yazılmış araştırma ve kitapların da birçoğu yetersizdir. Atatürk hakkında Türkiye’de yazılmış olan eserler (kısmen Prof Dr. İlber Ortaylı’nın eseri hariç), Patrick Kinross’un veya Andrew Mango’nun yazmış olduğu kitapların düzeyine ulaşamamıştır. Bunların çoğu, 1930’lu yıllarda dünya çapında moda olmuş kült yaratma akımının kötü kopyaları veya 500 sayfayı doldurmak için satır araları açılmış içeriği hoş görünen cümlelerden oluşan derlemelerdir.
Atatürk’ü Atatürk yapan tüm özellikleri bir yazıda incelemek ve özetlemek olanaklı değildir. Bu neden ile bu yazıyı Atatürk’ün stratejik bakış açısı ile sınırlamak istiyorum.
Atatürk; Washington, Metternich, Talleyrand ile başlayan Bolivar, Lincoln, Bismarck, Disraeli, Churchill, Stresemann, Roosevelt, Adanauer, De Gaulle ile devam eden 1970’li yıllarda Willy Brandt ile sona eren büyük devlet adamları kulübünün az sayıda üyesinden biridir. Bu kulüp Aydınlanma ve Devrimler Çağı ile kapılarını açar, demokrasinin Batı Dünyası’nda yaygınlaşması ile sona erer. Bu kulübün kapıları kapandığı zaman, Dünya’da artık siyasetini oy oranını maksimize etmeye endeksleyen, popüler ve popülist, çevresi sayısız danışmanlar ile çevrili devlet adamlığı dönemi başlamıştır.
Atatürk’ü bu büyük liderlerin ön sırasına çıkaran en önemli özelliği; üstün bir asker, devlet adamı, iktisatçı, diplomat ve devrimci olmasıdır.
Devrim ve devrimci tanımını; sol siyasi literatürde kullanılan anlamı veya sağ siyasi düşüncenin ortaya koymuş olduğu ihtilal kavramı ile değil, “Anglo-Saxon” literatürdeki gerçek anlamı ile, politika üstü bir kavram olan “revolution” ve “revolutionary” kavramı çerçevesinde kullanıyorum. Bu kavramlar, yeni bir ülkenin ve devlet yapısının baştan aşağıya bir şekilde kurulmasını ve kuran kişiyi tanımlar. Mesela Amerika Birleşik Devletleri’nin üç büyük başkanı olan Washington, Lincoln ve Roosevelt bu anlamda gerçek birer devrimcidir. Washington ABD Bağımsızlık Savaşı’nın (literatürde American Revolutionary War diye geçer.) askeri ve siyasi lideridir. Lincoln ise ABD’yi yeniden kurmuş olan Amerikan İç Savaşı’nın muzafferi olan Kuzey’in lideridir. Roosevelt ise 1929 Büyük Buhranından ülkeyi çıkartan, II. Dünya Savaşı ile ABD’yi gerçek bir süper güç yapan liderdir. Atatürk’ün devrimciliği Kurtuluş Savaşı’nın örgütlenmesi ile başlar, Cumhuriyet’in ilanına ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurumsallaştıran devrimlere kadar uzanır. Kurmuş olduğu yapı o kadar kuvvetlidir ki, kendinden sonra gelmiş olan politikacıların yaratmış olduğu tüm aşınmaya rağmen Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumsal yapısı pek değişmemiştir. Atatürk’ün bu siyasi başarısı, Bismarck’ın Birleşik Almanya’nın siyasi omurgasını kurmasına ve bu omurganın Almanya’nın iki dünya savaşı kaybetmesine rağmen (ve işgal yönetimi altına girmesine rağmen) halen yerinde kalmasına benzetilebilir. Elbette Almanya son 70 yılda bu omurgayı bozmak yerine demokratik kurumlar ile güçlendirmeyi tercih etmiş, Türkiye’deki siyasetçiler ise Atatürk Devrimlerinin kurduğu kurumsal yapıyı ileriye taşıyamamıştır. Bu neden ile bugün Almanya ve Türkiye arasında neredeyse üç kuşaklık bir uygarlık farkı bulunmaktadır.
Atatürk bir subay, bir general ve bir mareşal olarak müthiş bir stratejik zekâya sahiptir. Bu stratejik zekânın yansıması askeri başarılarına yansımıştır.
Askerlik mesleğindeki üstün başarı, Atatürk’ü tarih sahnesinin önüne çıkartmıştır.
İnsanlık tarihindeki en önde gelen askeri dehaları içinde dahi hem taarruz sanatını hem de savunma sanatını bir arada mükemmel bir şekilde uygulayan askeri lider sayısı iki elin parmağını geçmez.
Trablusgarp savaşında yürütmüş olduğu gerilla savaşındaki başarısı, Dük Wellington’dan (Yarımada Savaşı) veya 2. Boer Savaşının askeri lideri Jacobus Herculaas de la Rey’den (modern gerilla savaşının ilkelerini oluşturmuştur.) aşağı değildir. Genç bir subay olan Mustafa Kemal Bey üstün düşman kuvvetleri ile doğrudan savaşmak yerine, İtalyan deniz topçusunun menzili dışında vur kaç hareketleri ile düşmana önemli kayıplar verdirmiştir. Üstelik İtalyanlar iç kısımlara ilerleyemediği gibi aynı zamanda önemli büyüklükteki birliğini Mustafa Kemal Bey’in hayalet gibi hareket eden yerel birliklerine karşı bağlamak zorunda kalmıştır.
Çanakkale Savaşındaki başarısı, mükemmel bir savunma dehası olan Prusya Kralı Büyük Frederik ile karşılaştırılabilir. Bu savaştaki savunma sanatını; deniz ve kara gücü niteliksel olarak üstün, yarımadada aynı anda farklı stratejik noktalara çıkartma yapma esnekliğine sahip, dar bir yarımadada savaşan Türk Ordusunu kıskaca alarak imha edebilecek inisiyatifi elinde tutan Müttefik Güçlerine karşı başarı ile yürütmüştür. Üstelik bu başarıyı cephedeki gerçeklerden habersiz bir İstanbul yönetimine ve savaşı hatalı okuyan ordular grubu komutasının çelişkili talimatlarına rağmen (zaman zaman bu talimatları açıkça çiğneyerek) yapabilmiştir.
1916-1917 döneminde ise, atanmış olduğu 16. Kolordu komutanı olarak Doğu Anadolu’yu işgal etmiş olan Rusların stratejik, sayısal ve niteliksel üstünlüklerine rağmen, başarılı bir savunma ve yıpratma savaşı ile düşmanın ilerleyişini durdurabilmiştir. Daha sonra yorulmuş ve lojistik merkezlerinden uzaklaşmış düşmana karşı başarılı karşı taarruzlar ile Rusların Doğu Anadolu’daki kazançlarının bir bölümünü geri almıştır.
Daha sonra 1917 yılında veliaht prens Vahdettin ile I. Dünya Savaşı’nın esas sıklet merkezi olan Batı Cephesine giden Mustafa Kemal Paşa, Almanların savunma sistemlerini (ki Almanlar bu dönemde Batı Cephesinde stratejik savunma durumunu tercih etmiştir.) Müttefiklerin yanlış taarruz stratejilerini analiz etmiştir. Bu tarihte yazmış olduğu rapor, Müttefiklerin inanılmaz kayıplarına rağmen eninde sonunda bu savaşı kazanacaklarını açıkça ifade etmektedir. Üstelik bu düşüncesini de Almanya’nın genelkurmay başkanı Ludendorf ve İmparator II. Wilhelm’e de açıkça ifade etmiştir.
Atatürk’ün bir sonraki görevi Filistin Cephesinde yer alan Yıldırım Grubu Ordular Grubuna (Yıldırım Ordular Grubu komutanı Erich von Falkenhayn ve daha sonra Liman von Sanders) emrinde yer alan 7. Ordu komutanlığıdır.
Yıldırım Ordular Grubu tamamen iskelet birliklerden mevcut, bırakınız modern teçhizatı cephane ve erzakı olmayan yorgun askerlerden teşkildir. Çok kısıtlı ikmali ise İstanbul’dan demiryolu ile sağlamaktadır. Savunduğu hat ise sahip olduğu asker sayısı ile donanım olarak çok üstün konumda olan düşmana karşı tutulamayacak kadar uzundur. Yıldırım Ordular Grubu kağıt üzerinde üç ordudan oluşmakla beraber, bu üç ordunun toplamı sadece bir İngiliz kolordusuna eşdeğerdir.
Yıldırım Ordular Grubunun karşısında ise Arap kabilelerinin oluşturmuş olduğu kuvvetli bir süvari gücü dahil olmak üzere; sahra topçusu, zırhlı araçlar ve uçaklar ile tam takım donatılmış İngiliz-Hint-Anzak ordular grubu yer almaktadır. Bu ordular grubunun mevcudu tam donatılmış üç kolorduya eş değerdir. Lojistiği ise kesintisiz olarak Akdeniz’e hâkim İngiliz deniz gücü ile sağlanmaktadır.
Müttefikler taarruza geçtiği zaman, bozgun kaçınılmaz hal alacaktır. Nablus Savaşında (19-25 Eylül 1918) büyük bozgunda (ki Osmanlı İmparatorluğu’nun tarih içindeki en büyük yenilgilerinden biridir.) neredeyse tüm Yıldırım Ordular Grubu imha olacaktır. Bu tek savaştaki kayıplar, tüm Kurtuluş Savaşı’nın kayıplarının oldukça üzerindedir.
Bu kadar büyük bir bozgunda dahi Mustafa Kemal Paşa, komutasındaki 7. Orduyu en az kayıp ile Kudüs’ün kuzeyinden, Hatay’ın güneyine kadar yaklaşık 400 km. geri çekebilmiştir. Bu çok önemli bir başarıdır. Tarih boyunca; Türk Ordusu ve askeri liderleri ricat yani geri çekilme kavramını uygulayamamıştır. Osmanlı’nın büyük mağlubiyetlerinin en önemli nedeni; savunulamaz mevkilerin ısrarla savunulmaya çalışılması nedeni ile hem savunulan mevkilerin hem de savunan orduların kaybedilmesidir. Bu kurtarılan ordu ileride çok önemli bir rol oynayacaktır. Bugün bu ordunun Halep’in kuzeyinde tuttuğu savunma hattı ile bugün Türk Ordusu’nun Suriye’de operasyon yaptığı bölgeler aynı alana isabet etmektedir.
1918 yaz ve sonbahar aylarında I. Dünya Savaşı’nın kaderi Müttefiklerin lehine dönmüştür. Almanların 1918 İlkbaharında tüm savaşı kazanmak için elindeki tüm zarları atmış, Batı Cephesinde muazzam büyüklükte bir stratejik taarruz başlatmıştır. Bu taarruz ilk safhalarında son derece başarılı olmasına (hatta Müttefiklerin savaşı kaybettiklerini düşündürecek kadar) rağmen, en nihayetinde Alman taarruzları stratejik hedeflerine ulaşamamış, Müttefiklerin sayısal ve donanımsal üstünlüğü galip gelmiştir. 1918 Mart ayından Kasım ayına kadar savaşın sonucu bir tahterevalli hareketini andırır şekilde değişmiştir.
Mondros Ateşkes anlaşması Osmanlı İmparatorluğu için hem savaşın sonu hem de fiilen imparatorluğun mevcudiyetinin sonudur.
I. Dünya Savaşı ilginç bir savaştır. Savaşın muzafferi olan Müttefiklerin en üst düzeydeki komutanları 1920’li yıllardan başlayarak çok ağır eleştirilere tabi olmuş ve hatta planladıkları taarruzlar ile milyonları ölüme götüren beceriksizler olarak tanımlanmıştır. Mareşal Ferdinand Foch ve Mareşal Douglas Haig hakkındaki bu eleştiriler “Arslanları ölüme gönderen kuzular” söylemine kadar ulaşmıştır. Aynı eleştiriler kısmen Merkezi Ülkelerin askeri liderleri, General Falkenhayn, Mareşal Ludendorf ve Mareşal Hindenburg için de yapılmıştır.
Lord Kinross; I. Dünya Savaşı’nda komutası altındaki birlikler ile tek bir yenilgi yüzü görmemiş generalin Mustafa Kemal Paşa olduğunu ifade etmiştir. Bu ifadeye kısmen katılıyorum. Mustafa Kemal Paşa’nın bu savaştaki itibarına ortak olacak iki büyük askeri lidere yer vermemek tarihe ve bu büyük askerlere haksızlık olacağını düşünüyorum. Ülkesinden tam 5,000 km. uzakta tam 4 yıl savaşan Alman Afrika Orduları komutanı Paul von Lettow-Vorbeck (Afrika’nın Arslanı, Löwe von Afrika lakaplı) ve Doğu Cephesinin efsane komutanı Mareşal August von Mackensen; Mustafa Kemal Paşa ile beraber savaşın yenilgi görmemiş komutanları olarak anılmalıdır.
Mustafa Kemal Paşa’nın, Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya ve nihayet Atatürk’e dönüşümü Kurtuluş Savaşı’nda gerçekleşecektir.
Atatürk’ün askeri başyapıtı olan Kurtuluş Savaşı; hem siyasi ve askeri anlamda başarılı örgütleme ile kazanılmıştır. Siyasi örgütlenmenin başarısı Anadolu’da tüm ülkeyi temsil eden bir meclisin kurulması ile, askeri başarı ise eldeki tüm askeri birliklerin merkezi otoriteye bağlı düzenli ordunun teşkili ile sağlanmıştır.
Kurtuluş Savaşı’nda düzensiz birliklerden ortak komuta kademesinin oluşturulduğu düzenli orduya geçişte Atatürk’ün rolü çok önemlidir. Kurtuluş Savaşı’nın sadece savunmaya dayalı bir strateji ya da gerilla savaşı ile kazanılmayacağını prensip olarak ortaya koymuştur. Bu neden ile Çerkez Ethem gibi daha sonra düşmana katılacak güçleri kaybetmeyi göze almıştır. Düzenli ordunun ilk başarıları İnönü Savaşlarıdır.
Resmi tarihimizde yine çok sözü edilmeyen konu ise İnönü Savaşları sonrasında hızla organize edilen ve Müttefiklerce donatılan Yunan Ordularının Kütahya-Eskişehir ekseninde güçlü ve başarılı taarruzudur. Yunan ordularının gücü ilk defa bu taarruzda görülmüştür. Bu taarruzun gücü önünde duramayan Türk Ordusu başarılı bir geri çekilme ile fazla hırpalanmadan Sakarya Savaşı’nın gerçekleşeceği Ankara’nın batısına kadar çekilmek zorunda kalmıştır. Atatürk orduyu kurtarmak için uzun bir ricat yani geri çekilme manevrası yaptırmış, üstelik bu geri çekiliş sırasında gaddarca davranan Yunan Ordusu’na Kütahya, Afyon, Eskişehir’i de içeren önemli bir sahayı da bırakmak zorunda kalmıştır. Bu tercihi; savaşı kazanmak için tek araç olan orduyu kurtarmak için yapmıştır.
Ankara yakınına yani lojistik merkezine kadar çekilen Türk Ordusu geri çekilmekle kritik bir zaman kazanmış ve bu süre zarfında mevcutlarını ve donanımını tamamlamıştır. Uzun bir yürüyüş yapmış olan, kumanda ve lojistik merkezlerinden uzaklaşan Yunan Ordusu burada yapılan yıpratma muharebeleri ile yenilmiş geri çekilmiştir. Sakarya Savaşı Yunanistan’ın kendi şartlarını dikte ettirecek bir zafer kazanamayacağını anladığı bir dönüm noktasıdır.
Atatürk’ün askeri anlamdaki baş yapıtı Büyük Taarruzdur. Büyük Taarruzu planlaması ve yürütmesindeki askeri dehası, tarihin en büyük askeri yetenekleri Hannibal, Prens Eugene von Savoy, Napolyon Bonaparte ve Helmuth von Moltke (aynı isimdeki beceriksiz yeğeni ile karıştırılmamalıdır.) ile kıyaslanabilir. Üstelik Büyük Taarruzun yapıldığı dönem; temel olarak savunan tarafın taarruz eden tarafa büyük kayıplar verdirdiği, taarruzların başarıya ulaşması için neredeyse 1:2.5-3 oranında askeri üstünlüğün olması gerektiği bir dönemdir. Bu dönemde dikenli teller, beton korunaklar, makineli tüfekler ve seri atım yapan toplar, iki tarafın güçleri aynı olsa dahi savunan tarafa orantısız bir üstünlük sağlamaktadır. I. Dünya Savaşında Batı Cephesinde bu gerçek yüzbinlerce askerin tek bir muharebede sadece 30-40 km ilerleyebilmek üzere harcanmış olması ile ortaya çıkmıştır.
Büyük Taarruz sırasında Türk Ordusu süvari hariç olmak üzere, dönemin en önemli silahı olan topçu bataryaları dahil olmak üzere Yunan Ordusuna göre ya eşit ya da bir parça geridedir. Ancak Atatürk’ün kurmayları ile hazırlamış olduğu taarruz planı anahtar vazifesi görecektir.
Büyük Taarruz düşman cephesinin bir kanadına taarruz ederek, dengesini bozup; taarruzun ana sıklet merkezini düşmanın diğer kanadına yapılması sureti ile düşmanın dengesini bozma prensibine dayanır. Düşman cephesinde açılan çatlaklardan Türk süvarisi sürat ile Yunan savunma hattının arkasına sarkmış, tüm Yunan orduları arasındaki bağ kopartılarak, tek tek cepler içine sıkıştırılarak imha edilmiştir. Tüm Yunan ordular grubunun imhası 5 günde tamamlanmış, sadece 9 günde Türk süvarisi 500 km. yol kat ederek İzmir’e ulaşmıştır.
Büyük Taarruz, I. Dünya Savaşı’nın statik harekatlarından oldukça ayrı olmak üzere; tam bir manevra savaşıdır. Tarihin son büyük süvari hücumu bu savaşta gerçekleşmiştir. Üstelik bu taarruz, son derece kanlı geçen Sakarya Savaşından sadece 11 ay sonra icra edilmiş olmasına (ordunun eksikleri ancak tamamlanabilmiştir.) ve düşmanın kayda değer bir savunma hattı kurmuş olmasına (savunan tarafın avantajlarına sahip olmasına) rağmen başarılı olmuştur.
Büyük Taarruz, Atatürk’ün askeri kariyerindeki son savaş olup, kariyerinin baş yapıtıdır.
I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’ndan sonra iki İngiliz subay, I. Dünya Savaşı, Rus İç Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’ndaki manevraya dayalı başarılı muharebeleri inceleyerek yeni bir savaş doktrini oluşturur. Yüzbaşı Fuller ve Yüzbaşı Liddell Hart’ın ayrı ayrı yapmış oldukları bu analizler büyük ölçüde unutulur. Sovyetler Birliğinde ise aynı analizin benzerini Mareşal Tukhachevski ve Frunze de yapacaktır. Bu analizler de 1930’lu yıllarda Stalin’in “Büyük Temizlik” döneminde yok olur.
Ancak bu analizleri dikkat ile inceleyen genç bir binbaşı tüm tarihi değiştirecek bir doktrin yaratır. Binbaşı Heinz Guderian’ın Büyük Taarruzu da içine aldığı vakaların sentezi sonucu ortaya çıkan doktrinin ismi Yıldırım Savaşı yani Blitzkrieg” olacaktır.
Bu satırları burada bitirirken, Atatürk’ü Atatürk yapan özelliklerinden biri olan stratejik vizyon ve askeri liderliğini işlemiş oldum. Atatürk’ün devlet adamlığını, devrimciliğini, diplomasi alanındaki ustalığını ve iktisadi yöndeki ileri görüşlülüğünü yazmayı ise ileride yer alacak yazılarıma bırakıyorum.
Burak Köylüoğlu
Yeni yazılardan haberdar olun.