Ekonomide denge kavramı, pek çok kavram gibi fizik yasalarından ödünç alınmış bir kavramdır. Denge kavramının Latince ’deki karşılığı olan “aequilibrum” yatay bir düzlemdeki (mesela bir terazideki ağırlıkların oluşturduğu bir denge gibi) eşitliği ve denkliği ifade eder. Bu tanımı ile denge statik bir kavramdır. Aydınlanma döneminde, fizikçiler hareket eden kütlelerin de dengede olup olmadığını sorgulamış, buradan da dinamik denge kavramı ortaya çıkmıştır.
Ekonomi, ya da Arapça karşılığı ile iktisat; sosyal ve temel bilimlerin sentezi ile yaratılmış bir bilim dalıdır. Doğası gereği karmaşık ve dinamiktir. Ekonomide bir denge kavramını tartışıyorsak, bunu statik değil, dinamik denge kavramı çerçevesinde tartışmamız gerekir.
Türkiye Ekonomisi son beş yıldan beri temel göstergeleri giderek bozulan bir eğilim ile en nihayetinde Ağustos 2018’de ekonomik krize girmiştir. Bu krizin çoğunlukla nedeni, Rahip Brunson olayının tetiklemiş olduğu bir spekülatif harekete bağlansa dahi, esasen krizin temelinde reel sektörün finansal kırılganlığı ile düşük prodüktivite sorunu yer almaktadır. Bankacılık sektörünün zayıf kredi politikaları ile bu sorunlar negatif bir kaldıraç ile büyümüş ve bugüne gelmiştir.
Ekonomi yönetimi; ekonomik krizin üzerinden neredeyse altı ay sonra geçtikten sonra, ekonominin yeniden dengelenmeye başladığını ifade etmektedir. Mesele yeni dengenin nerede oluştuğudur.
Rakamlar açıkça ekonomik krizin Ağustos 2018’de değil, 2017’in son aylarında başladığını ve Ağustos 2018’de Brunson olayı ile başka bir boyuta geçtiğini gösteriyor. Eylül 2018’de en nihayet TL faiz silahının çekilmesi (TCMB’nin 625 baz puan politika faizinde artış yapması) ve Ekim 2018’de Brunson vakasının etkisinin kalkması ile kur ve faizin ulaşmış olduğu apex noktasından gerilediği görülüyor.
Ancak yeni denge; faiz, kur, risk primi, enflasyon, CDS değişkenleri anlamında, kriz öncesine göre daha olumsuz bir platoda oluşmuş durumda. Diğer bir deyişle bu verilerin tamamında denge sağlanmış ama yeni denge noktası çok daha olumsuz bir noktada oluşmuş.
Bu yeni dengenin yüksek TL faiz, carry trade, yüksek faizli YP tahvil borçlanması , TCMB’nin VOIP piyasasındaki müdahaleleri ve kamu bankalarının yaptığı operasyonlardan oluşan enstrümanlar ile dizginlenmesi ulaşılmış olan dengenin oldukça pahalı bir cephane ile savunulduğunu gösteriyor.
İşin ödemeler dengesi tarafına bakarsak:
Yükselen kurların ihracat yapan sanayi firmalara ilave katma değer ve kar yaratması çok olanaklı görünmüyor. Yabancı müşteriler, Türk sanayicilerin maliyet yapısına oldukça hâkim durumda ve TL değer kaybettiği anda hemen fiyatlar için yeni pazarlık süreci başlıyor.
Dış ticaret açığı ve cari açıktaki daralma ithalatın düşüşünden kaynaklanıyor. İthalatın düşüşü ise hem iç talebin yetersizliğini hem de özel sektör yatırımlarındaki ani freni gösteriyor.
Daha da ilgi çekici olan nokta, cari açığın büyük ölçüde nedeni tam bilinmeyen para girişleri ile finanse ediliyor olması. Bu para girişi net hata ve noksan kalemi altında izleniyor. Bu para kaynağının önemli bölümü çok çeşitli yollar ile yurtdışında bırakılmış fonların geri getirilmesinden kaynaklı. İçeride likidite daralması yaşanınca bu fonların ihtiyaç üzerine Türkiye’ye sokulduğu anlaşılıyor. Yoksa kimsenin son affı bir fırsat olarak gördüğünü düşünmüyorum. Zor oyunu bozmuş.
Gelelim bankacılık sektörü rakamlarına:
Bankacılık sektörünün rakamları TL kredilerde reel bir daralma eğilimini gösteriyor. YP kredilerdeki daralma yasal düzenlemeler ve reel sektörün kısa YP pozisyondan etmiş olduğu muazzam zararlar nedeni ile oluşmuş. Bu eğilim normal ve hatta sağlıklı.
Diğer yandan TL kredilerdeki daralma, ekonominin 2018 Q4’de nasıl küçüldüğünün bir başka kanıtı olarak yer alıyor. Aynı eğilim 2019 Q1’de de gözlemleniyor. Mevduattaki dolarizasyon oranı halen çok yüksek ve giderek de yükseliyor. Yabancı yatırımcı Eylül 2018’den sonra carry trade ile hem faizden hem de kur düşüşünden yüksek getiri elde ederken, yerli yatırımcı 2018 sonundan itibaren YP pozisyonunu arttırıyor. Nedeni ise TL faizlerin halen enflasyon karşısında ve olası bir kur yükselişi karşısında yeterli korumayı sağlayamayacak olması. Toplam kredilerde reel anlamda büyümenin sağlanamaması bankacılık sektöründeki kaynak yetersizliğinin ve uyumsuzluğunun yanı sıra, bilançolardaki yüksek oranlı sorunlu kredi yükünden kaynaklı. Sorunlu kredi yükü bilançolarda gösterilen yasal takibe uğramış krediler ve bilançolarda canlı gösterilip de yapılandırılmış veya donuklaşmış kredilerden oluşuyor.
Özet ile kaynak yapısında düzelme olmadan ve gerçek sorunlu kredilerin toplam bilanço içindeki oranı düşmeden, açılacak kredilerin ekonomiye destek olması olası değil.
İşsizlik verileri yaklaşık dört ay geriden geldiği için güncel bir yorum yapmak olanaklı değil. Ancak Kasım 2018 itibari ile %12.6 işsizlik oranı ve %53 işgücüne katılım oranı oldukça kötü bir tabloyu gösteriyor.
Özel sektörün tomografisini çeken iyi bir gösterge de sanayi üretim endeksidir. Ağustos 2018’den itibaren bu endeksteki hızlı düşüş, sanayide işlerin daha toparlanamadığını ve 2018 Q4’de bir “slumpflation” (GSYH’da gerileme ile yüksek enflasyon ortamının beraber olması) yaşandığının başka bir kanıtıdır. Aralık 2018’deki yıllık %9.8 gerileme oldukça dikkat çekici.
Her ekonomik kriz bir denge noktasından, bir başka denge noktasına gidişi temsil eder. Rakamlar, Türkiye Ekonomisinin, 2018 Ekonomik Krizi öncesinde bulunmuş olduğu çok da arzu edilmeyen bir denge noktasından, pek de arzu edilmeyen daha olumsuz başka bir denge noktasına ulaşmış olduğunu gösteriyor.
Burak Köylüoğlu,
Yeni yazılardan haberdar olun.