Giffen Paradoksu: Dünya ve Türkiye Ekonomisindeki Vakaların Analizi

Burak Köylüoğlu

Tamamen inelastik talep yapısına sahip ürünler hariç, talep ile fiyatın ters yönlü çalıştığını biliriz. Talep ve fiyat kavramları, fiyat esnekliği ile birleşerek, sıradan bir kişinin günlük ekonominin nasıl işlediğini anlamasını sağlar.

Pekâlâ, bir ürünün fiyatı hem artıyor, hem de bu fiyat artışına rağmen aynı ürüne olan talep artıyorsa bu ilişki nasıl izah edilebilir? Bu paradoksu anlamak ve günümüzdeki servet ve gelir etkisinin insan topluluklarını nasıl etkilediğini görmek için ilk önce 180 yıl geriye dönerek, İrlanda’daki koşulları analiz edelim. Daha sonra günümüze gelerek 2008 Krizinin etkilerini, Türkiye’deki vakaları analiz edeceğiz.

Britanya İmparatorluğu yönetimindeki İrlanda, 1845

1845 yılında İrlanda, Britanya İmparatorluğunun “gönülsüz” üyelerinden biri durumunda idi. 12. yüzyıldan beri İngiliz egemenliğine karşı inişli çıkışlı bir mücadele sürdüren İrlanda, hukuken 18. yüzyıl sonunda İngiliz İmparatorluğu’nun bir parçası olmuştu. Gerçi İrlanda, ileride İngiltere’nin büyük başbakanlarından biri olacak olan Disraeli’nin deyişi ile doğru düzgün bir soylu sınıfı olmayan (halkı ve tarımsal işleri yönetecek), dinsel karışıklık içinde olan (Katolikler ve Protestanların  mücadelesi), işsizliğin ve açlığın kol gezdiği bir bölge idi.

İrlanda’da halkın büyük çoğunluğu temel gıda maddelerine ek olarak patates ile beslenerek karnını doyuruyordu. Patates bildiğiniz üzere, Yeni Dünya’da keşfedilmiş olan, Keşifler Çağı ile dünyaya yayılan kök bir bitkidir. Yetiştirilmesi nispeten kolay ve bol kalori içeren bir tarım ürünüdür.

Bugün Türk toplumunun mutfağında ekmek ne kadar önemli ise, patates de o dönemki İrlanda mutfağı için vazgeçilmezdi. Patates aynı zamanda, büyük baş hayvan yetiştiriciliği anlamında önemli bir girdidir. İrlanda tarım arazileri büyük ölçüde hayvancılığa ayrılmış olup; buradan elde edilen et ve süt ürünleri İngiltere’ye “ihraç” ediliyordu. 19. yüzyılda, Britanya İmparatorluğu’nun en parlak döneminde, orta üst ve zengin sınıf İngilizlerin biftek keyfinin başlıca ekonomik kaynağı İrlanda idi.

Her şey, Belçika’daki patates tarlalarında rastlanan bir küfün, gemiler ile İrlanda’ya ulaşması ile başlayacaktı. Phytophthora infestans olarak bilinen bu küf, hızla İrlanda’nın patates tarlalarına yayıldı. Salgının başladığı 1845 yılında patates hasadının en az üçte biri bu salgın sonucu yok olur. Bunun sonucu olarak, İrlanda’da patates dâhil olmak üzere tüm gıda fiyatları artmaya başlar. İrlanda halkı fakir bir halk idi. Avrupa’da Sanayi Devrimi’nin I. fazı olgunlaşmış iken, İrlanda’da halkın büyük bir çoğunluğu topraksız (toprak kiralayan) çiftçi ailelerdi. Salgın, gıda fiyatları arttırdıkça, fakir olan halkın mısır, buğday, et ile taze meyve ve sebze gibi besinlere erişmesi tamamen olanaksız hale geldi ve çok daha ucuz bir gıda olan patatese yönelik talep artacaktı.

Temel gıda maddelerindeki fiyat artışları harcanabilen geliri düşürdüğü için, halk hayatta kalabilmek için, varını yoğunu patatese harcamaya başladı.. Patatese olan talep artışı, patates fiyatını daha da arttıracak idi. Patates fiyatı arttıkça, halkın hayatta kalabilecek kaloriyi alabilecekleri tek besin olan patatese olan talebi daha da çok arttı.

İngilizler soruna müdahale etmekte oldukça yavaş kaldı. Aldıkları önlemler; özellikle ABD’den ithal edilerek getirilen gıda ürünlerinin İrlanda’ya ulaşımındaki gecikmeler, dağıtımın iyi planlanmamış olması ve İrlanda’daki toprak sahiplerinin katılığı nedeni ile etkin bir şekilde uygulanamayacaktı. Ne yazık ki İrlanda için artık zaman tükenmişti.

Yiyecek kıtlığı tam dört sene sürecek ve 1849 yılına kadar yaklaşık 1,000,000-1,500,000 kişi açlık ve hastalıklardan kaybedilmişti. Bu dönemde ayrıca 1.5-2 milyon İrlandalı, çoğu ABD’ye olmak üzere göç eder.

Ne yazık ki, İrlanda’nın İngiltere’ye bu dönemde yaptığı et ve süt ürünleri “ihracatı” bu dönemde bu muazzam trajediye rağmen devam edecektir.

Bu vaka, İrlanda’nın 20. Yüzyıl başındaki bağımsızlık mücadelesinin temel taşı olacaktır.

İrlanda’daki patates kıtlığı, bir ürünün fiyatı artarken, aynı zamanda talebinin de çılgınca artabileceğine dair canlı bir örnektir.

Osmanlı İmparatorluğu, bu dönemde kendi içinde yaşadığı büyük sorunlara rağmen, dönemin tek süper gücü olan Britanya İmparatorluğu’nun kolonisi (veya başka bir deyiş ile sömürgesi) İrlanda’ya yardım yapmaya niyetlenecekti. Padişah I. Abdülmecid’in 10,000 Pound tutarında teklif ettiği yardım bedeli, İstanbul’daki İngiliz büyükelçisi tarafından nezaketle azaltılır. Çünkü Britanya Kraliçesi ve Hindistan imparatoriçesi Victoria kişisel servetinden 2,000 Pound yardım yapacağını açıklamıştı. İngiliz diplomatları, meşhur İngiliz diplomasisinin hünerlerini, kullanarak padişahın yardımını İmparatoriçenin tahsis ettiği yardımın yarısına indirecekti. Osmanlı İmparatorluğu içinde bulunduğu tüm olanaksızlıklara rağmen 1847 yılında İrlanda’ya ayrıca beş gemi dolusu yiyecek gönderecekti.

Bu vaka meşhur İngiliz ekonomist ve istatistikçi Sir Robert Giffen tarafından analiz edilecektir. Ancak Giffen’ın ortaya koyduğu bu ikilemin adını koyan ünlü neo-klasik ekonomist Alfred Marshall olacaktır.

Giffen Paradoksu uç örneklerini, I. Dünya Savaşı ve II. Dünya Savaşı sonrasında büyük bir açlıkla karşı karşıya kalan Almanya’da ve 1920’lerin sonundaki Ukrayna’da yaşanan büyük kıtlıkta da kendini gösterecektir.

Giffen Paradoksu’nun modern hayata yansıması: 2008 Küresel Ekonomik Krizinden vakalar

Bazı modern iktisatçılar, Giffen Paradoksu’nun, felaketler gibi uç vakalardan kaynaklı arz sorunlarından kaynaklandığını savunmaktadır.

Gerçekten de Giffen Paradoksu’nun kavramsal temeli, kıtlıklar ve felaketlerden doğmuştur.

Diğer yandan da, Giffen Paradoksu modern bir ekonomide, gelir etkisine dayalı ikame mal kullanma kavramını (income subsititution) mükemmel bir şekilde anlatmaktadır.

Örneğin 2008 Küresel Ekonomik Krizi, ABD ve Avrupa Birliği’ni tüm şiddeti ile vurduğu sıralarda; özellikle ABD’de yüksek kalite-yüksek fiyatlı ürünlerden, fiyat-performans ürün ve hizmetlere büyük bir kayış başlamış ve fiyat-performans ürünlerinin fiyatlarında, krizin neden olduğu deflasyonist (fiyat düşüşü) etki pek görülmemiştir.

Bir başka örnek de finans sektöründen verilebilir. 2008 Küresel Ekonomik Krizi pek çok varlıkta önemli değer kayıpları yaratmıştır. Yatırım bankalarının ve yatırımcıların servetlerini koruyabilmek için, o dönemki güvenli limanlar olan ABD, Almanya, İsviçre, vs. gibi “sağlam ülke” borçlanma araçlarına hücum etmesi, bazı ekonomistler tarafından Giffen Paradoksu’na örnek gösterilmiştir. Ne olsa normal dönemlerde reel getirisi düşük olan bu borçlanma araçları, portföylerde riski dağıtmak ve regülasyona uymak amaçlı tutulurken; 2008 Krizi sonrasında serveti koruma içgüdüsü ile bu varlıklara muazzam bir talep doğmuştur.

Bu tahvillerin bu dönemde neredeyse “0” faiz ve hatta negatif faiz ile değerlenmesinin (Bono ve tahvillerde faiz düştükçe, varlığın değeri artar.) bir nedeni de talepteki kayış etkisidir.

ABD Sağlık Sektörünün yarattığı Giffen etkisi tezi

Giffen Paradoks’unun etkilerine bir örnek de ABD’deki sağlık hizmetleri sektöründen verilebilir. Biliyorsunuz ki ABD’de sağlık hizmetleri oldukça pahalıdır ve kişisel iflasların yarısından fazlası sağlık harcamalarından kaynaklanır. Nüfus yapısındaki değişim ve artan ortalama ömür, sıradan bir Amerikan vatandaşının ileride çok daha fazla sağlık harcaması yapacağını öngörmektedir. Bir teze göre, temel bir ihtiyaç olan sağlık hizmeti daha çok talep görecek, bu hizmetlere olan talep arttıkça fiyatlar daha da yukarıya gidecektir. Hatta bu görüşü savunanlar, 20 yıl sonra sağlık harcamalarının artışı nedeni ile harcanabilir gelirin düşüşünün pek çok mal ve hizmete olan talebi azaltacağını düşünmektedir.

Türkiye’den örnekler

Türkiye’den örnek vermek gerekirse, belki de verilecek en güzel örnek son yıllarda et ürünlerindeki yüksek fiyat artışının, tüketiciyi et yerine daha uygun fiyatlı diğer temel ürünlere yönlendirmesi ve bu gıdalardaki arz ve talep dengesinin değişerek bu ürünlerin de fiyatının artmasına etki etmesidir. Örneğin çok sağlıklı protein kaynağı olan bakliyat ürünlerindeki fiyat artışlarının nedeni sadece enflasyon ya da arz eksikliği değil aynı zamanda tüketimdeki kaymadır. Ekonomi yönetiminin sorunu kısa vadede çözmek için et ithalatına izin vermesi (doğru kaynaklardan olmak kaydı ile) doğru bir yaklaşımdır.

İnşaat sektöründen de bir örnek verebiliriz. İstanbul’daki konut fiyatlarının özellikle 2003-2013 döneminde önemli ölçüde arttığını biliyoruz. 2013 yılından sonra özellikle site kimliği taşıyan konutlarda genel olarak fiyat artışları yavaşladı hatta 2017 yılından itibaren de gerilemeler oldu. Keza aynı eğilim kira fiyatlarında da görülmektedir. Aynı dönemde şehre uzak olmayan ama şehrin merkezinde de olmayan, fiyatı nispeten ucuz kalmış semtlerdeki klasik apartman tipi konutlarda da fiyat artışları başladı. Sonuçta bu konutlar temel barınma ihtiyacını karşılayabildiği gibi, hem satın alma bedeli çok düşük hem de sabit gideri (aidat) neredeyse olmayan bir kimliktedir. Sonuçta harcanabilir gelirini muhafaza etmek isteyen tüketici, bu konutlara talebini arttırarak genel olarak düşen piyasada bu segmentte değer artışına yol açmıştır.

Bir örnek de, perakende alanında büyüyen markalar LC Waikiki ve DeFacto markalarının başarısından verilebilir. Sonuçta giyim ve kuşam temel bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacı girebilmek amacı ile tüketici, enflasyon karşısında eriyen satın alma gücünü muhafaza edebilmek için; modaya uygun, uygun fiyatlı ve kabul edilebilir kalitedeki segmentte ürünleri tüketiciye sunan bu markaları daha çok tercih etmiş; bu tercih ise orta ve orta/üst hazır giyim markalarına olan talebi azaltmıştır.

Biraz da gülelim: Giffen Paradoksu ve Türkiye’de ev yapımı içki ve sigara meselesi

Türkiye’de içki ve sigaraya getirilen yüksek vergiler sadece ülkemize ve son döneme özgü değildir. Bu vergiler, sağlığa zararlı ürünlerin topluma maliyeti anlamında “sin tax” olarak tanımlanır.

Diğer yandan yüksek vergi artışı, tarihteki diğer örnekler gibi tüketicilerin bazı “çözümler” bulmasını sağlamıştır. Türkiye’de evde üretilen içki ve sarma kâğıttan yapılan sigara patlamış, bunun üzerine ekonomi yönetimi evde içki üretimi engellemek etil alkolün için acılaştırıcı bir katkı maddesi koyularak satışa arz edilmesini sağlamış, sarma kâğıdı üretimi ve satışına sıkı bir denetim ve ilaveten ÖTV koymuştur. Artık temizlik amacı ile satılan etil alkolden evde içki yapmak mümkün olamayacak, sarma kâğıttan sigara sarmak da pek ekonomik olmayacaktır.

Ancak Giffen Paradoksu bize, bu ürünleri evde yapıp tüketmekte ısrarcı olanların, evde mayalı içki üreteceğini ve bu ürünlerin yapımında kullanılan alet ve hammaddelere olan talebin artabileceğini göstermektedir.

Giffen Paradoksu bize gelir etkisine dayalı ürün ikamesini ve bu ikamenin deflasyonist yapısını anlamak için kullanabileceğimiz mükemmel bir kavramdır.

Burak Köylüoğlu

Epilog:

İrlanda’da kıtlık bittikten sonra başlayan, Osmanlı İmparatorluğu, Britanya İmparatorluğu ve Fransa’nın bir koalisyon oluşturarak Rusya’ya karşı savaştığı Kırım Savaşı’nda İngiliz ordularına mensup 30,000 İrlandalı askerin Türklere karşı duydukları minnettarlıkla, müthiş bir mücadele vermiş olduğu, dönemin tarihçilerinin kayıtlarındadır.

Mail listesine katılın

Yeni yazılardan haberdar olun.

Teşekkürler! Kayıt oldunuz.

Üzgünüz. Kayıt olamadınız.

İLGİLİ Yazılar

error: Tüm içerik koruma altındadır!