I. Dünya Savaşına Giden Yol III. Bölüm, Tarihi Değiştiren Donanma Yarışı

Burak Köylüoğlu
  1. I. Dünya Savaşına Giden Yol, I. Bölüm
  2. I. Dünya Savaşına Giden Yol, II. Bölüm, Almanya’nın Stratejik Planı
  3. I. Dünya Savaşına Giden Yol III. Bölüm, Tarihi Değiştiren Donanma Yarışı
  4. I.Dünya Savaşına Giden Yol IV. Bölüm, Kıyamet Makinesini Kuran Siyasi Krizler

 

Bugün hayatı ve ekonomiyi değiştiren pek çok önemli gelişmeyi tartışıyoruz. Yenilenebilir enerji, “blockchain”, Endüsti 4.0, vs. Bundan yaklaşık yüzyıl önce, yenilikçi bir gemi tasarımı olan “Dreadnought”’un nasıl İngiltere-Almanya donanma yarışını tetiklediğini, yaklaşık on yıl gibi bir kısa sürede petrolü stratejik bir girdi haline getirdiğini ve Ortadoğu coğrafyasının kaderini çizdiğini neredeyse unuttuk.

Bu yazımda, bu baş döndürücü hikayeyi kısaca anlatmaya çalışacağım.

Her şey başarısız bir donanma kariyerini yüzbaşı rütbesi ile tamamlamak durumunda kalan Alfred Thayer Mayan’ın (1840-1914) 1890 yılında yazmış olduğu bir kitap ile başlar. Bu kitap, “The Influence of Sea Power Upon History, 1660-1783” Britanya İmparatorluğu’nun deniz gücü ile rakiplerine nasıl stratejik bir üstünlük sağlayarak, Dünya’nın lider devleti haline geldiğini anlatmaktadır. Bu kitap Mahan’a geç ama çok haklı bir şöhret getirecektir. Ardından 1892 yılında yayınlamış olduğu “The Influence of Sea Power upon the French Revolution and Empire, 1793-1812” isimli kitabı Britanya İmparatorluğu’nun lider bir ülkeden tek bir süper güç haline geldiğinin hikayesini işleyecektir. Bu kitap ile Mahan’ın şöhreti uluslararası düzeye ulaşır. Mahan, uygarlık tarihinin en önemli stratejisyenleri arasına girecek, 19. Yüzyılın belki de en çok okunan Amerika’lı yazarı olacaktır.

Bugün Amerikan Donanmasının Dünya’nın en önemli denizyolları üzerindeki konuşlandırılmasındaki (altı aktif filo ile) temel prensip, Mahan’ın teorilerine dayanmaktadır.

Mahan’ın eserleri İngiltere’den Almanya’ya, Japonya’dan Rusya’ya kadar müthiş bir etki yaratacaktır. Hatta bu eserler daha siyasi anlamda ergenlik çağına dahi gelememiş Yunanistan gibi ülkelerde de yakından incelenecek ve buradan çıkarttığı dersler ile Yunanistan Balkan Savaşlarında tek bir modern gemi ile koca Osmanlı donanmasını etkisiz hale getirerek, Ege Adalarını elma toplar gibi ele geçirecektir.

İlginçtir ki Mahan, bir makalesinde (1902) “Middle East” yani Ortadoğu terimini kitlelere tanıtmıştır. Dahası Mahan, ABD Donanmasının Atlantik ve Pasifik’te daha etkin görev yapması için, Orta Amerika’da bir kanal açılması fikrini ortaya atmıştır. Bu düşünce Panama Kanalı’nın inşa edilmesine neden olacaktır.

Mahan’ın temel prensibi büyük bir devlet olmanın en önemli şartının üstün bir deniz gücüne sahip olmaktan geçtiği fikrine dayanmasıdır. Bu prensip ile büyük güçler amansız bir donanma yarışına girecekler, bu donanma yarışı o zamana kadar yarı önemli olarak kabul edilen bir hammaddeyi yani petrolü vazgeçilmez bir girdi haline getirecektir. Petrolü bu kadar önemli hale getiren bu donanma yarışına hep beraber bir göz atalım.

Almanya’nın genç imparatoru II. Wilhelm, büyük devlet adamı şansölye Otto von Bismarck’ı istifaya zorladıktan sonra, sürat ile yeni sömürgeler edinme arayışına girmiştir. Ancak 19. Yüzyılın son yıllarında Osmanlı İmparatorluğu, Çin ve İran gibi devletler hariç, Dünya paylaşılmış durumdadır. Bu dönemde, Çin büyük güçlerin etkisi ile 19. Yüzyılın ikinci yarısında yarı bir sömürge haline gelmiş, İran, Rus İmparatorluğu ve İngiltere etkisine girmiş, Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasi ve ekonomik yapısı geri dönülmez bir bozulma girdabına kapılmıştır.

Almanya’nın Afrika maceraları ve II. Wilhelm’in İngilizlerin başına dert olan Boer Cumhuriyetlerine destek vermesi İngiliz politikacıların bakışlarını Almanya’ya çevirmesine yol açmıştır. Almanya’nın Afrika macerasının kendisine sağlayabileceği hiçbir ekonomik fayda sağlamamasına rağmen maceralarını destekleyecek bir donanma kurmaya başlaması İngiltere’yi giderek bir hasım haline getirecektir.

Donanma meselesi aynı zamanda II. Wilhelm’in kişisel nedenler ile önem verdiği bir konudur. Kuzeni İngiliz Kralı V. George ile her zaman kendisini kıyaslar ve İngiliz İmparatorluğu’nun gücüne ve donanmasına her zaman gıpta ederdi. Mahan’ın kitaplarını ve makalelerini başucundan ayırmaz, sivri kel kafalı ve meşhur çatal sakalı ile benzersiz bir tip sergileyen Alfred von Tirpitz gibi hırslı ancak dar görüşlü politikacıların sözlerine değer verirdi. Wilhelm’e göre Almanya güneşin altındaki yerini artık elde etmeliydi.

Diğer yandan İngilizlerin açmazı 1900’lü yıllara girerken daha belirgin hale gelmiştir. 1880 yılında Britanya İmparatorluğu’nun donanması 650,000 ton ile kendinden sonra gelen üç ulusun donanma tonajının toplamından daha büyüktür. Kendisine Afrika’da meydan okuyan Fransa’nın donanması 271,000 tonluk büyüklüğe sahip iken, Boğazlar ve Akdeniz’de gözü olan Rusya’nın donanması 200,000 tonluk bir büyüklüğe ulaşmıştır.

Almanya ise bu tarihte mütevazi kapasitedeki tersanelerinin üretimi ve ithal ettiği savaş gemileri ile ancak 88,000 tonluk bir donanma ile büyük güçler sıralamasında 6. sırada yer almaktaydı.

1900 yılında Britanya İmparatorluğu, donanmasının büyüklüğünü 1,065,000 tona çıkarmışken, Fransız donanması 499,000 tona, Rus donanması 383,000 tona erişmiş, ABD donanması ise 333,000 tona ulaşmıştır. Alman donanması ise 285,000 tona ulaşarak nispi olarak mütevazi yerini korumuştur. 20. Yüzyılın başında İngiltere’nin tüm dünya denizlerindeki mutlak üstünlüğü artık sürdürülemez hale gelmiştir.

Donanma gücündeki değişim, ülkelerin nisbi sanayi kapasitesindeki değişim gibi Dünya’nın İngiltere öncülüğündeki tek kutuplu yapısının hızla çok kutuplu bir şekle dönüştüğünü simgeliyordu. Üstelik Uzakdoğu’da Japonya’nın 187,000 tonluk donanma ile Çin’e göz dağı verebildiği, İtalya’nın 245,000 tonluk bir donanma ile Akdeniz’de orta sıklet bir güç haline geldiği düşünülürse; İngiliz Donanması gibi tüm denizlerde mutlak bir üstünlük peşinde koşan bir güç için durum iç açıcı görünmüyordu.

İngiltere Sanayi Devrimi’ndeki liderliği nasıl kaybettiyse, donanma büyüklüğünde de rakiplerinin hızla geriden koştuğunu hissediyordu.

İngiltere’nin ilk çözümü Fransa ile anlaşmazlıklarını giderip, “Entente Cordiale” olarak bilinen ittifak anlaşmasına (1904) girmek olacaktır. Entente Cordiale ile Fransa, kendisini ezmek üzere hazırlanan Almanya’ya karşı Rusya’ya ilave olarak değerli bir müttefik kazanmış, İngiltere ise Akdeniz’deki çıkarlarını Fransız Donanması’nın korumasına terk ederek, gemilerini hızla büyüyen Alman Donanması’na karşı konuşlandırmaya başlamıştır.

İkinci çözüm ise, İngiltere’nin 1906 yılında denize indirdiği HMS (Her Majesty’s Ship) Dreadnought zırhlı savaş gemisi ile gelecektir. Gemi “all big guns” prensibi ile yapılmış, tüm ana ateş gücünün 12 inç (305 mm) çapındaki toplar ile sağlandığı bir tasarıma sahiptir. Aynı zamanda gemi yüksek ateş gücünün yanı sıra oldukça kalın bir koruyucu zırha ile bütün bu ağırlığı daha hızlı hareket ettirmek üzere tasarlanmış güçlü türbin motorlara sahip idi.

Dreadnought kendisinden önce yapılmış bütün savaş gemilerini demode edecek ve donanma yarışına yeni bir hız katacaktır.

İngilizler geminin esnek bir menzile sahip olması için çokça sahip oldukları kömür yerine yakıt olarak petrolü tercih etmiştir. Üstelik petrol bir savaş gemisinde daha kolay stoklanmakta, türbin motorlarını daha verimli işletmekte, üstelik kömür gibi bacalardan gemilerin yerini belli edecek bir şekilde yoğun duman çıkarmamaktadır. İngilizler, bu tarihte petrol temini için British Petroleum’un işlettiği İran ve Baku’deki (Rusya’dan alınmış olan imtiyaz ile) petrol yatakları ve rafinerilere bağımlı idi. Donanmada yakıt olarak petrol kullanma tercihi ve Dreadnought tasarımı esas olarak iki zıt karakterli adamın müşterek aklına dayanmaktadır: Genç donanma bakanı Winston S. Churchill ve hayatını donanmaya vermiş kurt denizci Jacky Fisher.

Gerçek ismi John Arbuthnot Fisher (1841-1920) olan bu büyük amiral, katır gibi inatçı yapısına ve ilerleyen yaşına rağmen geleneksel fikirlerin ötesinde kavramlar yaratabilen müthiş bir zekaya sahiptir. Fisher; Dreadnought’un yanısıra klasik amirallerin güvensizce yaklaştığı ve korkakça bir silah olarak düşündüğü denizaltı kavramını da sahiplenerek, donanma literatürüne sokmuştur. Fisher zekâsı, yaratıcılığı ve çalışkanlığı ile o kadar vazgeçilemezdi ki, uzlaşmaz ve hatta kaba karakterine rağmen tüm İngiliz Donanması’nın yeniden yapılandırılması işi kendisine teslim edilmiştir. Bitmez tükenmez tartışmalarda düşüncelerini rakiplerine ve üstlerine empoze eder ve istediğini almadan da masadan kalkmazdı. Fisher’ın kişilik yapısına verilebilecek en güzel örnek, hararetli geçen bir konferansta, Kral V. George’un; “Lord Fisher, lütfen yumruğunuzu yüzüme karşı sallamaktan vazgeçiniz!” şeklinde uyarısı olacaktır. Rakipleri Fisher’a Seylan Adasında doğmuş olması nedeni ile “sarı piç” derlerdi. Aslında sarı benzi, gençliğinde geçirmiş olduğu sarı humma hastalığından mirastır. Fisher, ileride Çanakkale Savaşı’na karşı olması nedeni Churchill ile de görüş ayrılığı yaşayacak, iki dostun arası uzun bir süre açık kalacaktır. Fisher’ın ardılı olan John Jellicoe ise bu büyük adamın tersine vasat bir kimlik sergileyecek ve beceriksizliği ile Jutland Savaşında (1916) Alman Donanmasını tamamen imha etme fırsatını Kuzey Denizine gömecektir. Fisher’ın yenilikçi fikirleri Mahan gibi, tarihin akışını değiştirecektir.

HMS Dreadnought’un tasarımı Almanya’da büyük bir yankı bulmuş ve Alman sanayinin önemli bir kapasitesi bu sınıftaki gemilerin yapımına tahsis edilmiştir. 1910 senesinde İngiliz Donanması 2,174,000 tona ulaşırken, Alman Donanması ayırmış olduğu inanılmaz kaynaklar ile 964,000 tona ulaşarak ikinci sıraya oturmuştur. Britanya İmparatorluğu için tehlikeli olan nokta ise İngiliz Donanması Dünya’nın her yerine gücünü dağıtmış iken Alman Donanması İngiltere’nin yanı başında Kuzey Denizi’nde konuşlanmış durumdadır. Alman gemileri kömür ile çalışmasına rağmen, zırhlarının kalitesi, toplarının ateş hızı ve optik hedefleme mekanizmaları ile daha üstün olduklarını I. Dünya Savaşında ispat edeceklerdir.

Dreadnought tasarımı hızla gelişirken, Dreadnought’un kendisi dahi beş yıl sonra demode hale gelmiştir. Almanların ve İngilizlerin tasarımları 20,000 tonluk gemilerden 30,000 tonluk gemilere ve çok daha yüksek ateş güçlerine evrilmiş; “Super Dreadnought” olarak anılacak devasa gemiler yapılmaya başlanmıştır. Yeni gemi sınıfları da bu arada ortaya çıkmaktadır. Daha küçük savaş gemilerini ve ticaret gemilerini avlayabilecek ama Dreadnought’lardan da yüksek hızları ile kaçınabilecek “Battlecruiser” sınıfı gemiler yapılmaya başlanmıştır. Battlecruiser sınıfı gemiler, Dreadnought’lar ile aynı ateş gücüne sahip olup, yüksek hız için zırhlarından fedakârlık edilmiş bir gemi sınıfıdır.

İngiliz-Alman donanma rekabeti her iki ülkenin sanayi kaynaklarından müthiş bir pay alırken; savaşın başlayacağı 1914 yılında İngiliz Donanması 2,714,000 tona ulaşmış; Alman Donanması ise 1,305,000 tonluk bir büyüklüğe erişmiş idi. II. Wilhelm, Tirpitz’e “İngilizlerin sırtı duvara dayandı”; 1920 yılında İngiliz Donanmasını geçeceğiz” diyordu.

İngiliz-Alman donanma yarışı tüm Dünya’yı sarmıştı. Tüm güçler donanmaya müthiş kaynaklar ayırıyor ve bunu bir prestij meselesi olarak görüyordu. Karaya neredeyse hapsolmuş Avusturya Macaristan İmparatorluğu dahi, 1914 yılında İtalya’nın 498,000 tona ulaşmış donanmasına karşı 372,000 tonluk bir donanma inşa edebilmişti. Daha 50 yıl önce feodal ve önemsiz bir ülke olarak bilinen Japonya 1905 yılında Rus donanmasını Tshushima’da denizin dibine gönderdikten sonra (toplam 127,000 tonluk bir filo), savaş gemisi üretimine muazzam kaynaklar ayırmış ve 1914’de savaşa yaklaşık 700,000 tonluk modern bir donanma ile girer duruma gelmişti. Gerçi bu pahalı donanma Japonların, tek tük adalardan oluşan Alman Pasifik sömürgelerini kolayca ele geçirmeleri için pahalı bir araç olacaktır.

Donanma yarışı Güney Amerika’ya da sıçramış; Arjantin, Şili ve Brezilya dahi birbirine karşı stratejik üstünlük sağlamak amacı ile “Dreadnought” tipi savaş gemileri sipariş eder duruma gelmiştir.

İttihatçılar ise, Balkan Savaşları’nda Georgios Averof Kruvazörü (ki bu gemi Dreadnought tasarımı öncesi daha hafif tonajda bir zırhlı kruvazördür) karşısında uğranılan utanç verici yenilginin hatıratı ile İngiltere’ye iki modern Dreadnought sınıfı gemi ısmarlamıştır. Ne yazık ki, I. Osman ve Reşadiye ismi verilen bu modern gemiler parası önceden ödenmiş olmasına rağmen, İngilizler tarafından alıkonulacak ve İngiliz Donanmasına ilave olacaktır. Ödenmiş olan para da iade edilmeyecektir. Bu muazzam bedelin çoğu fakir ama vatansever halkımızın bağışları ile (öğrencilerin dahi harçlıklarını bağışladıkları bilinmektedir) toparlanmış olup, gemilerin İngiltere’den İstanbul’a seyri için gereken kömürün parası dahi İngiliz Hükümetine ödenmiş idi. Churchill’in gemileri teslim almaya giden Türk subaylarına karşı gerekirse silah kullanın talimatı, bu hırsızlığın yazılı vesikası olacaktır.

İttihatçıların; imparatorluğun karşı cephesinde yer alan İngilizlere bu gemileri sipariş ederek, gemilerin bedelini peşinen ödemeleri; devlet yönetiminde ne kadar deneyimsiz ve hayalperest olduklarının bir kanıtıdır.

Aynı hayalci yönetim tarzı, İmparatorluğu I.Marne Savaşındaki Alman yenilgisi sonrasında savaşa sokacak, Sarıkamış Taarruzu ve Kanal Harekatı gibi felaketlere sebep olacaktır.

Almanlar için ise, kurdukları muazzam donanmanın gücünü, üstün mühendislik becerilerini sergilemek haricinde, stratejik bir başarıya tahvil edemeyecektir.İngilizler, I. Dünya Savaşında Kuzey Denizinde donanmalarını yoğunlaştırarak Almanya’yı amansız bir ablukaya alacaklardır. İki donanma şans eseri Jutland Deniz Savaşında karşılaşacak ve bu tarihi savaş Almanya için taktik bir zafer ve aynı zamanda stratejik bir yenilgi olacaktır.

Savaş öncesi Almanya’nın GSYH’sının %25’ine ulaşan donanma harcamaları İngiltere’yi düşman kampına ittiği gibi; Almanya’nın bir İsviçre saati gibi tasarlamış olduğu Schlieffen Planı’na katkı sağlamayacaktır. Bu pahalı ve kaynakları tüketen donanma yarışının, Almanya’nın Kamerun ve Alman Güney Doğu Afrika sömürgelerini oluşturan denizaşırı kolonilerini muhafaza etmek amacı ile başladığını hatırlamak gerekir.

İngilizler ise petrol kaynakları anlamında çeşitliliği arttırmak için savaştan daha 10 yıl önce Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki toprakların petrol potansiyelini gizlice detaylandırmaya başlamıştır. Artık Gertrude Bell’lerin, Lawrence’ların ve Sykes’ların tarihin tiyatrosunda oynayacakları roller hazırdır. Gertrude Bell’in 1907 yılında yayınlamış olduğu The Desert and The Sown isimli kitabı, genç kadının Şam’ı, Kudüs ’ü, Beyrut’u, Hatay’ı ve Antakya bölgesini nasıl detaylı incelemiş olduğunu açıkça ortaya koyacaktır. Daha sonra Bell’in ilgisi Mezopotamya’ya dönecek ve arkeoloji çalışmaları örtüsü altında köy köy bütün bölgenin beşerî ve ekonomik haritasını çıkaracaktır. Sözde arkeoloji ekibinin içinde fasulye sırığına benzer uzun boylu, soluk benizli, sarışın, çelik gibi mavi gözlü bir genç adam göze çarpmaktadır. Bu genç adam çok daha sonra Arabistan’lı Lawrence (Lawrence of Arabia) olarak tanınacaktır.

Daha büyük tiyatroda ise, 1914 yılına gelene kadar devlerin savaş hazırlıkları amansız bir şekilde sürmektedir. Diplomatik anlaşmazlıklar ve gerginlikler Dünya’yı büyük savaşa doğru adım adım götürecek kıyamet makinesinin zembereğini kurmuştur. Artık zembereğin boşalması an meselesidir. İşin garip tarafı tüm büyük güçlerin halkları ve devlet adamları yaklaşan büyük savaşı sabırsızlıkla bekler ve ister durumda idi.

Dizinin son devam yazısını bir sonraki pazar günü yayınlayacağım.

Burak Köylüoğlu

 

Epilog:

1918 Kasımında Almanya I. Dünya Savaşını kaybetmiş ve ağır bir ateşkes anlaşmasına razı olmuştur. Bu anlaşmanın şartlarından biri de Alman Donanması’nın İngilizlerin meşhur Scapa Flow deniz üssünde enterne edilmesidir. Alman Donanması kendisine eşlik eden 370 parça Müttefik savaş gemisi ile beraber son defa Kuzey Denizine açılır. Nihai barış anlaşmasına kadar Alman Donanması silahları etkisiz hale getirilmiş bir halde Scapa Flow’da demir atacaktır.

Yaklaşık 6 ay sonra, barış görüşmeleri sona ermiş, Alman delegasyonu Versay Anlaşmasının birbirinden ağır şartlarını hayret ile gözden geçirmektedir.Bu şartlardan biri de donanmanın muzaffer ülkelere bölüştürülmesini içermektedir.

Barış anlaşmasının imza edileceği 21 Haziran 1919 günü enterne edilmiş donanmanın komutanı Von Reuter tüm gemilere “kendi kendini batır” emri verir. İngilizler müdahale edemeden donanmanın büyük bir kısmı başarı ile kendi kendini batıracaktır. Batanlar içinde, on beş adet modern “Dreadnought” sınıfı gemi de bulunmaktadır.

Mail listesine katılın

Yeni yazılardan haberdar olun.

Teşekkürler! Kayıt oldunuz.

Üzgünüz. Kayıt olamadınız.

İLGİLİ Yazılar

error: Tüm içerik koruma altındadır!