Dünya düzeninin ekonomik, jeopolitik ve sosyal anlamda nasıl oluştuğunu anlattığım yazı dizisi XIII. bölüm ile devam ediyor. Bu bölüm müthiş bir satranç oyununun oynandığı I. Dünya Savaşı’nın son evresini anlatacak.
Almanya; Doğu Cephesi’nde yenilgilerin ve devrimin sarsmış olduğu Rusya’yı çökerttikten sonra, savaşın kaderini, belirleyecek olan Batı Cephesi’nde savaşı kazanmak için son hamlesini yapmak üzereydi. Almanya’nın zamanı tükeniyordu.
Savaşa Nisan 1917’de girmiş olan ABD, her ay yüz bin zinde askeri Fransa’ya gönderir durumda iken, Almanya’nın sınırsız denizaltı savaşı başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Almanya’nın kendi ekonomisi ise, İngiliz deniz ablukası ile gereksinim duyulan hammaddeleri elde edemez durumdaydı.
Alman ekonomisi son dört yılında kapasite kullanımı olarak o kadar çok zorlanmıştı ki, üretim tezgahlarından, lokomotiflere; demiryolu hatlarından, çelik potalarına kadar tüm sanayi ve lojistik envanteri fazlaca aşınmıştı. Bu savaşın en önemli silahı olan topçu silahlarının namlularının içindeki mermi yolları da tolerans eşiklerden daha fazla yıpranmıştı. Alman askerleri, işçiler ve halk açtı. Almanya’nın 1916’dan sonra fiili liderleri olan Ludendorff ve Hindenburg; suni gübre üretimi için kullanılan hammaddeleri, patlayıcı üretimi prodüktivitesini arttırmak için kullanınca tarım çıktısı çökmüştü. Daha 1916-1917 kışında Alman halkı, hayvan yemi için kullanılan kök bitkileri çorba yaparak beslenmeye çalışıyordu.
Almanya’nın savaşı kazanabilmesi için elinde birkaç tane koz vardı: Rusya cephesinden çektikleri bir milyon asker ile Batı Cephesi’nde 50 tümenlik bir üstünlük, tek tek kalibrasyonları yeniden yapılmış ağır toplar, Yarbay Georg Bruchmüller’in düşmanı tamamen felç edecek yeni topçu doktrini (Feuerwaltz, Ateş Valsi) ve düşman cephesine sızma görevi görecek “stosstruppen” elit birlikler…
Yeni Alman doktrini 21 Mart 1918 tarihinde, İngiliz cephesi ile Fransız cephesinin birleşim yeri olan St. Quentin yakınlarında uygulandı. Amaç İngiliz ve Fransız cephelerinin birleşim yerine sert bir keski ile vurmak, iki cepheyi ayırarak, İngiliz ordularını güney kanatlarından kavramak ve İngilizleri Manş kanalındaki limanlara doğru geri çekilmeye zorlamaktı. Böylece İngilizler kendi lojistik hatlarını korumak için limanlara geri çekilirken, bu kez Fransızlara darbe vurulacaktı. Alman 1918 Bahar Taarruzu’nun (Kaiserschlacht) hedefi bu idi.
Almanlar açılışı, beş saat içinde tam 3,500,000 mermi kullanarak İngilizlerin 400 km2 genişliğindeki cephesini felç ederek yaptı. Almanlar ilk önce düşmanın komuta merkezlerini, toplanma alanlarını ve topçu bataryalarını kısa ama yoğun bir ateş altına aldıktan sonra bu noktaları tamamen susturmuştu.
Daha sonra topçu ateşi en öndeki savunma mevzilerine atılan hardal gazı, klor gazı ve göz yaşartıcı gaz içeren mermiler ile devam etmiş, ayrıca Alman havan topçuları da düşman siperlerine patlayıcı mermiler taarruz etmişti. Önceden taraflar günler ve haftalar boyunca düşman savunmasını bombalarken, Almanlar sürpriz etkisini arttırmak için beş saatlik bir bombardımanı tercih etmişlerdi.
Artık felç olmuş düşman siperlerine taarruz eden “Fırtına Birlikleri” direniş noktalarını tamamen göz ardı ederek, kırılan düşman cephesinden daha da ileriye doğru sızarak, düşmanın tüm organizasyonunu bozmuş ve daha geride savunma hattı kurma olanağını elinden almıştı. Cephede, kalan direniş noktalarının imha edilmesi daha yavaş ilerleyen normal Alman piyadesine bırakılmıştı.
İşte Almanlar dört yıllık statik siper savaşını ortadan kaldıracak doktrini keşfetmişti. Almanlar St. Quentin yakınlarındaki ilk taarruzlarında (Michael Harekâtı, Unternehmen Michael)
iki hafta içinde 64 km. ilerlemişlerdi. Müttefikler yaklaşık 254,000 asker kayıp verdiği gibi, 1300 top ve 200 tank da kaybetmişti.
Müttefiklerde, özellikle İngilizlerde panik başlamıştı. İngilizler bu yeni doktrin ile uygulanan Alman taarruzunun durdurulamaz olduğunu düşünerek, Manş Denizi limanlarına geri çekilme planları yaparken; yeni atanmış olan Müttefik Ordular Başkomutanı Mareşal Ferdinand Foch soğukkanlılıkla Alman kayıplarının da yüksek olduğunu (yaklaşık 240,000 asker), Alman taarruzunun cephede, Amiens gibi kritik bir lojistik ya da stratejik merkeze ulaşamamış olduğunu işaret etmişti.
Almanlar, İngiliz cephesinin “Michael Harekâtı” ile geri çekilmesi sonucunda önemli bir demiryolu kavşağı olan Hazebrouck’un savunmasının zayıfladığını görmüştü. Eğer bu zayıf ve stratejik nokta sert bir çekiç darbesi ile kırılırsa Calais, Boulogne ve Dunkirk limanları artık hedef alınabilirdi. Almanların ikinci darbesi işte tam bu noktaya inecekti. Almanlar “Georgette Harekâtı” ile Müttefiklere ağır kayıplar verdirerek, 7-29 Nisan arasında 15 km. ilerleyecekti. Ancak Hazebrouck düşmemişti. Müttefiklerin ve Almanların karşılıklı olarak kayıpları ağırdı.
Bu kez Almanlar üçüncü darbeyi Fransız cephesine vuracaktı. Amaç bu kez Paris yönüne doğru vurulacak bir darbe ile Fransız ve İngiliz rezerv birliklerinin Paris’in korunması için kuzeyden güneybatı yönüne toplanmasını sağlamaktı. Harekât sonrasında Almanlar yeniden kuzeye yani Flanders’teki İngiliz cephesine dönmeyi ve ilk harekatta erişemedikleri stratejik noktalara erişmeyi planlıyordu. Amaç Paris’i düşürmek değil, İngiliz birliklerini bu kritik bölgeye çekerek, daha sonra zayıflamış olan İngilizleri Flanders’te imha etmekti. Bu harekât (Blücher-Yorck harekâtı) bizzat Alman Veliaht Prensi, Prusya Prensi Wilhem tarafından sevk ve idare edilecekti. 27 Mayıs 1918’de “Ateş Valsi” tam 4000 ağır Alman topu ile başladı. Bölgeyi savunan Fransız generali Denis Aguste Duchene, yüzbinlerce Fransız askerinin hayatı pahasına 1917’de geri alınmış Chemin des Dames sırtını terk etmekte tereddütlü kalınca 127,000 Müttefik askeri daha Alman topçusunun baraj ateşi altında harcanacaktı.
Harekât Almanlar için şaşırtıcı ölçüde başarılı idi. Alman orduları 11 günde 55 km. ilerlemiş ve Paris’in 56 km. yakınına kadar gelmişti. Amerikan askerleri ilk defa anlamlı bir sayı ile savaşa iştirak etmişti.
Ludendorff zor bir kararın eşiğinde idi. Düşmanlarına üç darbe vurmuş, bu üç darbe Müttefikler ’de paniğe yol açmıştı. Ancak bu darbeler henüz stratejik bir başarı sağlamamıştı. Alman stratejisi Flanders’teki İngiliz savunmasını tamamen bozup, İngilizleri Manş Denizi limanlarına çekilmeye zorlamaktı. Savaşın geldiği noktada bu hedef geçekleşmemişti. 1918 Bahar Taarruzu; Müttefiklere epey bir ağır kayıp verdirmişti ama Alman kayıplarının yeri dolduramaz durumda idi.
Ludendorff şansını bir kez daha Flanders’in güneyinde deneyecekti. Gneisenau Harekatı Matz Nehri üzerinden batıya doğru bir yarma harekatı olarak planlanmıştı. Ancak Fransız ve Amerikan direnişi Almanların ilerleyişini 14 km. ile sınırlayacaktı. Ardından Fransızlar 4 tümen ve 150 tank ile bir baskın karşı taarruza başlayınca bu harekât iptal edilecekti.
Ludendorff beşinci taarruzunu stratejik önemdeki Rheims’ın doğusundan Marne Nehri yönüne doğru planlamıştı. Paris’e tehlikeli bir şekilde yaklaşmış gibi görünen Almanların amacı yine İngiliz rezervlerini Flanders’ten güneye doğru, Paris’in savunması için çekilmesini sağlayıp, esas darbeyi Flanders’te vurmaktı. Ancak Müttefikler artık Alman taarruz tekniğini çözmüş, topçu sağanağına karşı savunmalarını derinlikli ve kademeli bir şekilde oluşturmuştu. Ayrıca Alman piyadesinin sızma tekniklerine karşı çok sayıda birbirini destekleyen müstahkem mevkii oluşturulmuştu. Müttefikler bölge üzerinde hava üstünlüğüne ve beklenen Alman taarruzu için gözlem üstünlüğüne sahipti. Nitekim bu taarruzda beklenen Alman topçu baraj ateşinden dakikalar önce, topçu barajını Fransızlar açacaktı. Almanların Marne Nehri’ne doğru taarruzu 15-18 Temmuz arasında kolayca durdurulacaktı.
Bu kez taarruz sırası Fransızlarda idi. Fransız-Amerikan-İngiliz orduları Marne’ye taarruz eden Almanlara 345,000 asker ve 478 tank ile karşı taarruzda bulundu. 22 Temmuz 1918’de Müttefikler II. Marne Savaşı’nı kazanmıştı.
Ludendorff tam beş kez şansını denemiş, Almanlar yeniden Paris yakınına kadar gelmiş ama bu taktik başarılar Almanların tüm gücünü tüketmişti. Ludendorff tarihi bir dersi yeniden ispat etmişti: “Operasyonel ve taktik başarılar ölçüsü ne olursa olsun stratejik bir kazanım sağlayamadığı takdirde değerli değildir.”
Ludendorff Mart-Temmuz 1918 arasında tam 973,000 Alman askeri kaybettiği gibi kayıtlarda da yaklaşık 1,000,000 Alman askeri yaralı ya da hasta olarak yer alıyordu. Ludendorff Batı Cephesi’nde siper savaşını sona erdirecek tekniği bulmuş, bu doktrini askeri başarıya dönüştürmüş ancak elde edilen taktik başarıların bedeli muazzam kayıplar olmuştu. Artık Müttefikler sadece asker sayısı olarak değil, her yönden yani topçu, uçak, tank anlamında da üstündü.
Ludendorff’un tam kavrayamadığı bir nokta da, Almanların bu başarılı taarruzlarının yetersiz lojistik olanakları nedeni ile Müttefiklerin hayati noktalarına ulaşamamış olması idi. Örneğin üçüncü harekât olan Blücher-Yorck taarruzunda olan bitenler bunun en güzel örneği idi.
Fransız cephesini yaran Alman askerlerinin düşman savunması çöktükten sonra garip şekilde ilerleyişleri yavaşlıyordu. Sebebi nedense pek sorgulanmamıştı. Oysaki bu birliklerin başındaki subaylar bu anlamsız durumun farkındaydı. Almanlar Müttefik cephesini yardıktan sonra bol yiyecek ve şarap bulunan Fransız kırsalında eline geçeni midesine indiriyor, Alman askerleri şarap mahzenlerinden silah zoru ile toplanıyordu. Bu askerler tam iki yıldan beri yarı aç durumdaydı. Açlık Alman ordularında o müthiş Alman/Prusya disiplinini aşındırmıştı. Ludendorff operasyonel başarı-taktik başarı- stratejik başarı kavramlarını karıştırdığı gibi, stratejide hayati bir yere sahip lojistik denilen sihirli kavramı da unutmuştu. Üstelik Temmuz 1918 tarihinde haritaya baktığında şunu görmüştü. Alman taarruzları toprak kazanımı anlamında eşsiz bir başarı sağlamıştı ama Alman cephesi bu “başarılar” sonucunda büyük çıkıntılardan oluşan daha uzun bir cepheye sahipti ki, artık uzamış olan bu cepheyi daha az asker ve topçu ile savunmak zorundaydı.
Müttefikler ise ne acı ki 1915-1918 arasında milyonlarca kayıp vererek milim milim kazandıkları cephe hattını Almanların yeni doktrinine teslim etmişlerdi. Müttefikler 1915-1918 arasında muazzam bir insan ve ekonomik kaynağını harcamış olmalarına rağmen kayıplarını yerine koyabilecek bir kapasiteye sahipti. Almanların böyle bir olanağı yoktu.
Artık Batı Cephesi’nde taarruz sırası Müttefiklerde idi. “Generalissimo” Mareşal Ferdinand Foch ne yapacağını çok iyi biliyordu. “Tam Yüz Gün Taarrruzu” başlamak üzereydi. Açılış hamlesi 8 Ağustos 1918’de Amiens karşısındaki Alman cephesinde başlayacaktı. Yaklaşık bin tank ile desteklenen İngiliz ordusu Alman cephesini yardı. Almanların bu kadar çok tanka karşı yapabileceği bir şey yoktu. Ludendorff bu günü “Alman ordusunun kara günü” olarak günlüğüne geçirecekti. Müttefikler beş günde 15 km. ilerlemiş, kendi kayıplarının tam beş katı kadar Almanlara kayıp verdirmişti.
Bundan sonra Müttefikler çok sayıda tankı ve topçuyu bir araya getirerek tam 100 gün boyunca Almanları tüm Batı Cephesi’nde geriye itecekti. Eylül 1918’de Almanlar tüm 1918 Bahar Taarruzu’nun kazanımlarını yitirmişti. Ekim 1918’de Fransız-Amerikan orduları güneyde Meusse-Argonne taarruzuna başlarken, İngiliz-Belçika orduları Flanders’den doğuya doğru taarruza başlamıştı.
Müttefik Orduları Başkomutanı Mareşal Foch’un stratejisi basitti: Müttefikler Flanders’ten Lorraine’e olan tüm cephe boyunca birbirinden bağımsız eksenlerde odaklanmış taarruzları yaparken, Almanların cephe bütünlüğünü sağlayan yatay demiryolu hatlarını, demiryolu kavşaklarını keserek ilerliyordu. Alman cephesi arkasındaki kritik bir demiryolu hattı kesilirse, Almanların cephe boyunca takviye gönderme olanağı da zedeleniyordu. Böylece Müttefiklerin tüm cephe boyunca olan niteliksel ve niceliksel üstünlüğü daha da kesinleşiyordu. Üstelik Müttefikler artık tüm cephe boyunca istediği noktada, arzu edilen kuvveti toplayarak taarruz etme olanağına sahipti.
Ekim 1918’de meşhur Hindenburg Hattı birden fazla noktadan delindi. Artık Almanlar sürat ile Belçika içlerine doğru çekilirken, bir taraftan da Fransız-Amerikan orduları Alsace sınırına dayanmıştı.
Almanların, ABD savaşa girdikten sonra ekonomik anlamda durumu da oldukça dezavantajlıydı. Amerikan askerleri gerek savunmada gerekse taarruzda hevesli ama acemi idi. Alman topçu ve makineli tüfekleri acemi Amerikalıları 1918 yılında tam anlamı ile biçmişti. Ama artık ekonomik anlamda taraflar denk olmaktan çok uzaktı.
1913 yılı rakamlarına göre İngiltere-Fransa-ABD’nin küresel sanayi üretimindeki toplam payı %51.7 iken, Almanya-Avusturya’nın payı %19.2 oranında kalıyordu. Müttefiklerin enerji tüketimleri aynı yıl rakamları ile 798 milyon ton kömüre eşitken, Almanya-Avusturya 236 milyon ton eş değerinde enerji tüketiyordu. Almanya’nın her zaman çok önde olduğu çelik üretimi çıktısında da büyük bir fark vardı. Müttefikler yılda 44 milyon çelik üretimi yaparken, Merkezi Devletler 20 milyon tonda kalıyordu. Bu rakamların 1913 rakamları olduğunu, Merkezi Devletlerin 1918 yılında deniz ablukasını iliklerine kadar hissettiğini, sanayi envanterinin ise aşırı kapasite kullanımı ile yıprandığını not düşmem gerekir.
Müttefikler, Rusya dahil savaş sırasında 40.7 milyon asker seferber ederken, Merkezi devletler doğru düzgün ikmal edemediği 25 milyon askeri seferber etmişti. Müttefikler, Rusya dahil olmak üzere 1913 rakamları ile tüm savaş sırasında tam 57.7 milyar dolar harcamışlar, Merkezi Devletler ise 24.7 milyar dolar eşdeğerinde kalmıştı.
Müttefikler tüm dünyadan Amerikan doları veya İngiliz sterlini karşılığında hammadde alıp, bunları savaş endüstrilerine akıtırken, Almanya dış dünyadan tarafsız Hollanda üzerinden altın karşılığı gizli ithalat yapabiliyordu. Bu ithalatın önemsiz bir hacimde olduğunu not düşeyim.
Almanların 11 Kasım 1918’de ateşkes talep ettiği zaman cephede sadece 2.5 milyon askeri kalmıştı. Aynı tarihte Müttefikler binlerce tank desteğinde, tam bir hava hakimiyeti ile takviye ettiği tam 6.5 milyon askeri vardı. Müttefikler 11 Kasım 1918 tarihinde Ghent-Mons-Mezieres-Sedan-Etain hattına ulaştığı zaman Alman cephesi gerisindeki tüm yatay demiryolu kopmuştu. Bu haliyle bile bu cephe savunulamazdı.
Müttefikler sadece Batı Cephesi’nde göz alıcı zaferlere ulaşmamıştı. Osmanlı İmparatorluğu’nun tüm Filistin cephesi 19-21 Eylül 1918 tarihli Nablus Savaşı’nda çökmüş, Mustafa Kemal Paşa’nın (Atatürk) komuta ettiği 7. Ordu hariç tüm Yıldırım Ordular Grubu imha edilmişti. Ne yazık ki ordularımız Suriye’de de tutunamayacak, Mustafa Kemal Paşa’nın komutasındaki 7. Ordu büyük bir kahramanlık göstererek Halep’in kuzeyinde düşmanın Anadolu’ya girmesini engelleyebilecekti. Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’yu korumak için Ekim 1918 tarihinde tuttuğu bu hat, bugün Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kuzey Suriye’de terör örgütleri ile mücadele ettiği hatta çok yakındır.
Irak Cephesi’nde ise İngiliz-Hint orduları Tikrit’e kadar gelmiş, Musul günler içinde düşmek üzere idi.
Fahrettin Paşa komutasındaki kahraman Türk ordusu cepheden binlerce kilometre geride Medine’de halen üstün İngiliz-Arap ordularının kuşatmasına karşın savaşa devam ediyordu.
İstanbul için esas tehlike başka yerden gelecekti. Selanik’te iki yıldan beri dizanteriden ve tifüsten kırılan Müttefik ordusu Vardar Ovası üzerinden Bulgaristan’a karşı Eylül 1918 tarihinde başlattığı taarruz sonucunda Balkan geçitlerini ele geçirmişti. Sofya’nın düşmesi artık an meselesi haline gelirken, Bulgaristan derhal ateşkes talep edecekti. İstanbul’a karşı başlayabilecek bir Trakya taarruzuna karşı İstanbul savunmasızdı. Meşum Mondros Ateşkes Anlaşması’nın sebebi tüm bu gelişmeler idi.
Bu arada İtalya’da da olağanüstü olaylar oluyordu. İtalyanlar, Caporetto felaketinden sonra ordularını toparlamıştı ve Haziran 1918’de Piave Nehri üzerinden başlayan büyük bir Avusturya taarruzunu bozmuştu. Yeni İtalyan genelkurmay başkanı General Armando Diaz akıllı bir adamdı. Tam dört ay hazırlık yaptıktan sonra Avusturya’lılara karşı Vittorio Veneto’da müthiş bir taarruza girişecekti. 24 Ekim-4 Kasım 1918 tarihleri arasındaki bu büyük savaşta, Avusturyalılar neredeyse 1,000,000 askeri ölü, yaralı ve esir olarak kayıp hanesine yazacaktı. Bu zafer İtalya’nın Roma döneminden beri en büyük zaferidir. Artık Avusturya ordusunun savaşma kapasitesi kalmamıştı ve Viyana yolu İtalyanlara resmen açılmıştı. Ertesi gün Avusturyalılar çok ağır şartlar ile bir ateşkes anlaşması imza etti. Almanlar için bu gelişme bir de kendilerine karşı ayrıca bir güney cephesinin açılması anlamına geliyordu.
Olağanüstü olaylar zinciri Kiel ve Wilhelmshaven’da demirli Alman donanmasının Kuzey Denizi’ne açılma emrinin verilmesi ile devam etti. Bu bir intihar görevi idi. Denizciler ayaklandı. Almanya’da adı konulmamış bir iç mücadele de başlamıştı. II. Wilhem 9 Kasım 1918’de tahtan çekildi.
Almanya Ludendorff ile Mart 1918’de tam bir kumar oynamıştı: Ya hep ya hiç. II. Wilhelm, Hindenburg ve Ludendorff Alman sanayi çıktısının nasıl gerilediğinin farkındaydı.1918 yılında Almanya’nın sanayi üretimi savaş öncesinin sadece %57’si düzeyindeydi. Almanya’da düşen tarım çıktısı cephe hattından, cephe arkasına kadar kitleleri açlığa sürüklemişti. Alman lokomotifleri doğuda elde edilen zaferin getirdiği muazzam tarım ve hammaddeleri getiremeyecek kadar yıpranmıştı.
Alman liderlerinin savaşın geleceği yönünde adeta büyük bir kumar oynamasının sebebi açıktı. Ama bu kumar 11 Kasım 1918 tarihinde Compiegne’de imzalanan çok ağır şartlar içeren bir ateşkes anlaşması ile sonuçlanmıştı.
Bu ateşkes şartları bizzat Ferdinand Foch tarafından hazırlanmıştı. Almanların derhal Ren Nehri’nin doğusuna çekilmesi, Almanların muazzam miktarda silahlarının derhal teslimi, Ren Bölgesi’nin işgali, Alman donanmasının İngiltere’de enterne edilmesi, deniz ablukasının barış anlaşmasının imzalanmasına kadar devamı gibi şartlar katlanılabilir değildi ama Almanların kabulden başka bir seçeneği yoktu. Bu şartlar ateşkes karşılığında Almanya’nın en zayıf bir şekilde dahi savunma olanağını elinden alıyordu.
Bunun anlamı şu idi: Mareşal Ferdinand Foch Müttefik hükümetlerine Almanlara dikte ettirecekleri bir barış anlaşmasına kadar, Almanların elini kolunu bağlamıştı. Nitekim ileride Almanların önüne konulacak (veya Almanlara dikte ettirilecek) Versailles Barış Anlaşması bu ağır ateşkes koşullarının sağladığı ortam sayesinde imzalanacaktı. Mağlup olmuş diğer Merkezi Devletler de aynı muamele ile karşılaşacaktı.
Generalissimo Mareşal Ferdinand Foch’u; Alman delegasyonu sadece iki defa görecekti. İlkinde Almanlara açıkça ne istediklerini sormuş, masadan konuşmadan kalkmıştı. Sonra ateşkes şartlarını hazırlamış ve Almanların önüne koyulmasını emretmişti. Almanların önüne konulan metnin imzalanması için 72 saat tanınmıştı. Almanlar bu “dictate” niteliğindeki metni imzalarken de bizzat imza törenine gelmiş ve Almanların belgeyi imzalamalarını izlemişti.
18 Kasım 1918’de sadece “Büyük Savaş” bitmemişti. Artık yeni bir dünya düzeni kurulacaktı.
Burak Köylüoğlu
11 Şubat 2024
Yeni yazılardan haberdar olun.