II. Dünya Savaşının Ekonomik ve Stratejik Yönden Analizi: Barbarossa’dan Stalingrad’a Giden Yol 1941-1942

Burak Köylüoğlu
  1. II. Dünya Savaşının Ekonomik ve Stratejik Analizi: Almanya’nın Zaferleri 1939-1940
  2. II. Dünya Savaşının Ekonomik ve Stratejik Yönden Analizi: Barbarossa’dan Stalingrad’a Giden Yol 1941-1942
  3. II. Dünya Savaşı’nın Ekonomik ve Stratejik Yönden Analizi: Stalingrad’dan Normandiya’ya Giden Yol 1942-1944
  4. II. Dünya Savaşı’nın Ekonomik ve Stratejik Yönden Analizi: Almanya’nın Çöküşü 1944-1945

 

Bu yazımı okumadan önce eğer “Neden 1930’ları hatırlamalıyız?” yazı dizisinin diğer yazılarını okumadıysanız, bu yazıları sırası ile okumanızı öneririm.

Bu yazım, 1939-1940 döneminde kazandığı zaferler ile Almanya’nın Kıta Avrupa’sına nasıl hâkim olma noktasından sonra savaşı nasıl kaybettiğinin stratejik ve ekonomik yönden analizini içerir.

1940 sonunda Almanya, Napolyon’dan sonra Avrupa Kıtasının neredeyse tek hâkimi olan tek güç haline gelmiş gibidir. Ancak Almanya Batı Cephesinde mutlak zaferi Dunkirk ve İngiltere Hava Savaşında elinden kaçırmış; İngiltere, Winston Churchill’in liderliğinde sabır ve inatla savaşa devam eder durumdadır. Üstelik Churchill tam da İngiliz diplomasisine yakışan bir zariflikle, ABD’yi adım adım savaşa çekmek üzere bir dizi diplomatik başarı elde etmiş, ABD savaşa henüz dâhil olmamış olsa bile, İngiltere’ye verdiği ekonomik ve askeri destek ile gerçek anlamda savaşın bir tarafı haline gelmiştir. Amerikan bankalarının açtığı krediler ile, İngiliz sanayii dünyanın dört bir yanından hammadde temin edebilmekte, Kanada üzerinden ABD’nin ürettiği silahları ithal edebilmektedir Örneğin İngiltere’nin ABD ile yapmış olduğu “Lend and Lease” anlaşması, ABD’den alınan destroyerlerden çok, ABD’nin İngiltere’nin askeri ve politik eksenine yaklaştırılması anlamında önemli bir adım olmuştur. Churchill ve ABD Başkanı Roosevelt süreç boyunca hem iki ülkenin çıkarlarını ustaca çakıştıracak, hem de Temsilciler Meclisi ve Senatoyu adım adım tarafsızlıktan, savaşta taraf olmaya doğru yönlendireceklerdir. Roosevelt ve Churchill’in 1940-1941’de yaratmış olduğu stratejik ortaklık, I. Dünya Savaşı sonrasında İngiliz Başbakanı Lloyd George ve ABD Başkanı Wilson’ın anlaşmazlığının zıttı olup, bugünün İngiliz-ABD stratejik ortaklığının yansımasıdır.

Almanya, kazanmış olduğu müthiş zaferlere rağmen tam bir stratejik açmaz içindedir. Kıta Avrupa’sında Fransa mağlup edilmiş, Batıda Pireneler ’den, Doğuda Sovyetler Birliği ile Polonya’nın paylaşım çizgisi olan Bug Nehri’ne kadar Avrupa, Almanya’nın kontrolündedir. Romanya, Macaristan, İtalya, Slovakya, Finlandiya ve Bulgaristan, Almanya’nın hukuken müttefiki durumunda olup, ateşkes sonrası Fransız topraklarının artık bir bölümü üzerinde hükümdarlığı olan Vichy Hükümeti de Almanya’nın fiilen müttefiki durumundadır. Kaderin acı bir cilvesi olarak, Almanlarla iş birliği yapan Vichy Hükümetinin başında, I. Dünya Savaşının en önemli savaş kahramanı, “Verdun Arslan’ı” (Verdun Savaşı, insanlık tarihinin en kanlı ikinci savaşıdır.) ve 1917 yılında “Nivelle Taarruzu” sonrası Fransız Ordusunu çöküşten kurtaran büyük asker, Mareşal Jean Philippe Petain bulunmaktadır. Tarihte çok az sayıda büyük insan, Petain gibi büyük bir kahraman statüsünden, nefret edilen bir hain pozisyonuna düşmüştür. Savaşın geri kalan kısmında, Vichy Hükümetinin kontrol ettiği Fransız sömürgelerinde, İngiliz yanlısı De Gaulle komutasındaki “Serbest Fransız Birlikleri” ile Alman yanlısı “Vichy Hükümeti” kuvvetleri yer yer çarpışacaklardır.

İngiltere mağlup edilememiş durumdadır. İngilizler Kuzey Afrika’da, Ortadoğu’da Almanya’nın müttefiklerini alt edebilmiş, Almanya’nın Ortadoğu’da bir Arap isyanı çıkabilme umudu suya düşmüştür. İngiliz komandoları ise Batıda Norveç’ten, Biscay Körfezine kadar geniş bir alanda Almanları rahatsız eder durumdadır. İngiliz Hava Kuvvetleri (RAF) Alman kentleri üzerinde henüz etkisiz ancak rahatsız edici taarruzlarına başlamıştır. İngiltere Hava Savaşı, Almanya’nın aslında stratejik zayıflıklarını ortaya koymuş ne hava gücü ne de deniz gücü anlamında büyük bir harekâtla İngiltere’yi istila edemeyeceğini göstermiştir. Aynı durumun tersi de geçerlidir: İngiliz kara ordusunun, Manş Kanalını geçerek, Fransa’ya geri dönüp, Alman kara kuvvetleri ile boy ölçüşmeye çalışması olanaksızdır.

Diğer yandan, Müttefiklerin bu dönemde Almanlar tarafından tam bilinmeyen çok kritik başarıları mevcuttur. Bunların ilki Alman şifreli haberleşmelerinin çözülmesi konusundaki ilerlemedir. Polonya ve Fransa’dan kaçmış olan bilim adamları ve subaylar ile beraber, İngilizler Londra’nın hemen kuzeyinde Bletchey Park ismi ile anılacak olan çok geniş olanaklara sahip bir kampüs oluşturarak, Alman haberleşme şifrelerini kırmaya başlarlar. Bu kampüste ilk defa yarı programlanabilir bilgisayarlar da (ki bunların her biri neredeyse bir oda büyüklüğündedir.) kullanılmaya başlanılır. Bu çalışmalardan elde edilecek bilgiler son derece kritik sonuçları beraberinde getirecektir.

İngilizler sadece matematiksel ve haberleşmeye dayalı istihbaratta değil, klasik casusluk mücadelesinde de galip çıkacaktır. İngiltere’deki Alman casusları tek tek ele geçirilecek, bunların bir bölümü Almanlara yanlış bilgi verecek çift taraflı ajanlara dönüştürülecektir.

Bir diğer önemli başarı da İngilizlerin radar konusundaki başarısıdır. Radar, İngilizlere İngiltere Hava Savaşını kazandırdığı gibi, savaş süresi içindeki radar konusundaki gelişim Almanya’ya yönelik savaşın ileriki safhalarında yapılacak ABD-İngiliz hava taarruzlarının da başarımında kilit bir rol oynayacaktır. Radar teknolojisi aynı zamanda savaşa ileride girecek ABD donanması için de kritik bir rol oynayacak, özellikle Pasifik Savaşında mükemmel bir eğitime sahip Japon İmparatorluk Donanmasına karşı yapılan gece taarruzlarında önemli bir etkiye sahip olacaktır.

Müttefiklerin, Almanların henüz farkında olmadıkları en önemli başarımı ise atom bombası programıdır. Bu dönemde Alman atom bombası programı, Nazilerin berbat işleyen bürokrasisi ve sabotajlar nedeni ile yavaş bir tempoda ilerlerken, İngilizlerin “Tube Alloys” isimli programı belli bir gelişim göstermiş durumdadır. Henüz savaşa katılmamış olan ABD’de ise bu program henüz teori aşamasındadır. İleride ABD programı ve İngiliz “ Tube Alloys” programı birleşecek ve ortaya çıkan muazzam projenin ismi “Manhattan Project” olacaktır. Bu proje ilk üç atom bombasını savaşın sonunda, Almanlardan önce geliştirecek, bu bombaların ilki “Thin Man” olarak adlandırılacak ve Los Alamos’ta denenecek, ikincisi (uranyum temelli atom bombası) yani “Little Boy” Japonya’nın Hiroşima Şehrine atılacak, üçüncüsü ise yani “Fat Boy” (plütonyum temelli atom bombası) ise Nagazaki Şehrine atılacaktır.

Bütün bu gelişmelerin tohumları Churchill’in deyimi ile “en karanlık saat” (The darkest hour) olarak nitelendirilen Almanya’nın gücünün doruğunda olduğu düşünülen 1940 yılında filizlenmeye başlamıştır.

Bu arada Alman diktatörünün gözü ise Doğudadır. Sovyetler Birliği, geniş doğal kaynakları ve insan kapasitesi ile Almanya için cazip bir hedeftir. Aynı zamanda Alman diktatörü, bilinçaltında yaratmış olduğu ideolojik rakibini ortadan kaldırarak, son iki yüz seneden beri Alman aşırı milliyetçilerinin hayalini sürdüğü, Doğu’da bir hayat sahası (Lebensraum) kurma hayalindedir.

Almanya’nın 1940 sonunda Sovyetler Birliği’ni istila etmek üzere planları hazırdır. Ancak gariptir ki, Alman sanayisi halen bir topyekûn savaş için gerekli üretim organizasyonu ve çıktısından uzaktır. 1940 yılında İngiltere, henüz savaşa girmemiş olan Sovyetler Birliği ve ABD’nin ayrı ayrı olarak tank ve uçak üretimi, Almanya’nın üretimini geçmiştir. Nazi yönetimi halen “mass production” kavramını tam anlayamamış, 1930’larda kurulmasını teşvik ettiği karteller aracılığı ile milli gelirin önemli bir bölümünü tahsis etmiş oldukları silahlanma programının tasarlayıp, üretmiş olduğu silah envanterinin savaşı kazandıracağını varsayıyordu. Ancak bu varsayım kötü bir temele dayanıyordu: Almanlar;1930’lu yıllarda hiçbir demokrasinin göze alamayacağı kadar yüksek oranda silahlanmaya milli gelirlerini harcarken, Batılı Demokrasilerin bir topyekûn savaş halinde, 1929 Büyük Buhranı ve sonrasındaki dönemde atıl kalmış sanayi kapasitelerini nasıl seferber edebileceklerini hesaplayamamışlardır. Üstelik Batılı Demokrasiler, dünya finansal sistemini elde tutmaları avantajı ile savaş endüstrilerini tam kapasite işletecek hammadde ithalatını yapabilir durumdadır. Ayrıca dünyanın gemicilik kapasitesinin büyük bir oranda ABD ve İngiltere’nin elinde olması işin fiziki lojistik tarafını da çözer durumdaydı. Daha da önemlisi, İngiliz ve Amerikalılar, bugün olduğu gibi dünyanın en yetenekli insanlarını kendi ülkelerine çekerek, yarattıkları mükemmel organizasyonlar ile değerlendirebilir durumdaydı. Almanya ise, bu dönemde sapkın ideolojisi ile tersine bu yeteneğin bir bölümünü ülkeden kaçırmış, hatta bir bölümünü de soykırım vasıtası ile milyonlarca kurbanı gibi katletmişti.

Tüm bu sistem içinde Sovyetler Birliği’nin nispi gücünü de ayrı bir şekilde analiz etmek gerekir. Stalin, şaşırtıcı bir şekilde “mass production” kavramını daha 1920’lerin sonunda kavramış ve çok büyük insani bedeller pahasına Sovyetler Birliği’nin Batı ile arasındaki üretim ve teknoloji farkını kapatmak için muazzam bir endüstri kapasitesini on beş yıllık zaman zarfında kurabilmiştir. Bu sanayi kapasitesi barış zamanında örneğin, çok sayıda traktör ve motorlu taşıt üretebilirken; savaşta çok sayıda tank ve uçak üretebilecek esneklikte idi.

1941 yılının başında Almanlar beklemedikleri bazı gelişmeler ile karşılaşırlar. İngilizler Yunanistan üzerindeki etkilerini arttırmış, Almanların müttefiki olan İtalyanlar hem Yunanlılara karşı olan savaşlarında başarısız oldukları gibi, İngiliz taarruzu İtalyanları Libya’da perişan etmiştir. Bütün bunların üzerine Yugoslavya’nın Alman yanlısı kralı bir İngiliz yanlısı darbe ile devrilince, Alman diktatörü siyasi nedenler yarattığı zorunluluk ile Balkanlara müdahale etme kararı alır. Almanlar, müttefikleri olan İtalyanlar, Romenler, Macarlar ve Bulgarlar ile beraber kolayca Yugoslavya ve Yunanistan’ı ele geçirir. Libya’da kalan son İtalyan toprağına ise iki hafif zırhlı tümenden oluşan bir kolordu gönderir. Almanlar bu hafif birlik ile Libya’da sadece denge sağlamayı hedeflese de, bu birliğin komutanı yetenekleri ile daha sonra Kuzey Afrika’daki mücadeleyi Almanlar için stratejik hedeflerin izlendiği bir savaşa çevirecektir. “Afrika Korps” adı ile bilinen bu birliğin komutanı ileride “Çöl Tilkisi” ile bilinecek olan Erwin Rommel’dir.

Almanlar Yunanistan’ı işgal ettikten sonra, Girit’e sadece seçkin paraşütçü birliklerinden teşkil geniş çaplı bir taarruz düzenler. Girit ele geçirilir ancak Alman paraşütçülerinin uğramış olduğu büyük kayıplar sonucu, Hitler bundan sonrası için bu tür geniş çaplı hava indirme operasyonlarını yasaklar. Bu kararın da önemli bir sonucu olacaktır: Akdeniz’de İngilizlerin tuttuğu önemli stratejik noktalar olan Cebelitarık ve Malta, Kuzey Afrika’da savaşan Almanlar için yarattığı lojistik sorunları ile tam bir baş ağrısı olacak, bu lojistik sorunlar ise Kuzey Afrika Savaşının kaderini etkileyecektir.

Balkanlardaki savaş biter bitmez, Haziran 1941’de Kuzey Buz Denizinden, Karadeniz’e kadar tam 2,770 km. uzunluğundaki cephede Almanlar müttefikleri olan İtalyanlar, Romenler, Macarlar, Bulgarlar ve Finliler ile beraber Sovyetler Birliği’ne karşı taarruza başlarlar. Sovyetler, savaşa girene kadar Almanlar ile 1939’da yapmış oldukları Molotov-Ribbentrop Paktına tam uyum göstermişlerdir. Alman taarruzu başladığı anda, Sovyet katarları Almanya’ya ihraç edilen hammadde stokları ile sınırı geçer durumdadır.

Almanlar taarruz hedefini, üç ana stratejik hedefini teşkil eden Moskova, Leningrad ve Kiev’i 1941-1942 kışı gelmeden ele geçirmek ve Sovyetler Birliğini politik ve ekonomik anlamda dört ayda çökertmek üzerine kurmuştur. Sovyetler Birliği 1920’lerden itibaren hızlı bir sanayileşme temposu içinde olmasına rağmen, Sovyet Ordusu savaşa hazırlıksız durumdadır. 1930’lu yıllarda Stalin’in Sovyetler Birliği içinde yapmış olduğu “Büyük Temizlik”, Sovyet Ordusunu da felç etmiş, bu olaylarda üst komutayı oluşturan subayların %85-90’ı görevden alınmış ya da hayatını kaybetmiştir. Gariptir ki, Stalin’i 1934 kongresinde “Komünist Parti Genel Sekreteri” olarak seçen delegelerin %80’ini de bu trajik dönemde ortadan kaldırılmıştır. Ortadan kaldırılanlar arasında, Sovyetler Birliği’ne ileride II. Dünya Savaşı’nı kazandıracak olan ve olası bir III. Dünya Savaşında Avrupa’yı istila etmesinin kavramsal altyapısını oluşturan doktrini, yani “Deep Operations”’ı yaratan Mareşal Tukhachevsky de olacaktır.

Sovyet-Alman Savaşı başladığı zaman Kızıl Ordu, kâğıt üzerinde muazzam bir güçtür. Tank sayısı, kendisi dışındaki tüm ülkelerin toplamından daha fazla olup, savaş uçağı sayısında da liderliği elinde tutmaktadır. Ancak tankların neredeyse tamamı 1930’ların ortasında demode olmuş modeller olup, uçaklarının çoğunluğu Alman uçaklarına göre iki kuşak geridedir. Nitekim niceliksel gücün bir şey ifade etmediğini önümüzdeki aylar gösterecektir. Alman taarruzu bir yıldırım gibi Sovyetleri çarpacak, daha savaşın ilk aylarında Sovyetler başlangıç mevcutları olan 5.5 milyon askerin, 2.8 milyonunu kaybedecek, hava ve zırhlı birliklerinin tamamına yakını yine bu dönemde kaybedilecektir. Alman zırhlı birlikleri sonbahar aylarına yaklaşırken kuzeyde Leningrad (St. Petersburg), merkezde ise Moskova yolunda önemli bir kavşak noktası olan Smolensk’e ulaşacaktır. Bu kadar hızlı ve az bedelli zaferler dizisi, Alman diktatörünün gözlerini ihtirastan kör etmiştir. İşte bu anda Hitler tüm savaşın kaderini belirleyecek bir karar alır. Moskova eksenindeki son fiziki bariyer olan Desna Nehrine ulaşmış olan Guderian’a, Moskova eksenindeki harekâtını durdurarak, zırhlı birlikleri ile derhal güneye dönmesini ve Kiev’de büyük bir mücadele veren Sovyet cephesini kuşatma emrini verir. Hâlbuki cephenin merkezindeki muharebelerden sonra Minsk ve Smolensk’te savaşan Sovyet orduları yok edilmiş, Moskova’yı savunabilecek doğru düzgün bir birlik kalmamıştır. Guderian’ın bu safhada 600 km. güneye dönerek Kiev’de savaşan Sovyet Ordularını kuşatması ile yaklaşık 600,000 Sovyet askerini tuzağa düşürecek olmasına rağmen, Almanlar Desna üzerinde iki ay bekleyerek Moskova’ya ulaşma şansını yitirecektir.

Büyük fırsatlar, suya yazılan yazılar gibidir. Değerlendirilmediği anda ortadan kaybolurlar.

Alman ileri harekâtı, sonbaharda Moskova hedefine doğru yeniden başladığı zaman Almanlar, artan Rus direnişi yanı sıra, sonbahar yağmurlarının çamura çevirdiği yollar dışında başka etkisi ve sayısı giderek artan tatsız bir sürpriz ile karşı karşıya gelecektir: T-34 tankları

T-34 tankları 76 mm topu, dizel motoru, eğimli zırhı, Rus coğrafyasının berbat yollarında rahat hareket eden geniş paletleri ve güvenilir süspansiyonu ile dönemin en güçlü tankı olup, ilk defa ağustos sonunda artan sayıda Almanların önüne çıkar hale gelmiştir. Ancak Almanların halen üstün askeri doktrin ve hava üstünlükleri ile kendi tanklarına göre çok daha üstün bir tank olan, T-34’ü topçu, tanksavar silahları, hava gücü ve tankları ile hep beraber etkisiz hale getirebilmektedir.

Bütün bu faktörlere rağmen Almanlar kuzeyde Leningrad’ı kuşatmış, merkezde Moskova yakınlarına ulaşmış, güneyde ise Rostov’u ele geçirerek Kafkasya’nın kapılarına ulaşmıştır. Ancak kaybedilen iki aylık zaman zarfında, Stalin elindeki geniş nüfustan yaz ve sonbahar aylarındaki kayıplarını telafi edecek sayıda ordu çıkarabilmiş, Moskova çevresinde neredeyse tamamı kadınlardan oluşan yüzbinlerce kişiden oluşan işgücünün fizikken yarattığı üç yarım çemberden oluşan geniş bir savunma hattı kurabilmiştir. Moskova’daki muazzam sanayi tesislerinde çok sayıda tank daha kamuflaj boyaları dahi sürülmeden, Moskova’yı savunmak üzere cepheye sürülmektedir. Bu yoğun gayretin en şaşırtıcı örneği olarak, Ekim Devriminin 24. yıl kutlamaları için Kızıl Meydan’da toplanan daha yeni teçhiz edilmiş birliklerin, geçit töreni bitimi ardından derhal Moskova önündeki cepheye sevk edilmeleri gösterilebilir.

 

 

Aralık ayına gelindiği zaman Alman ilerleyişinin momentumu lojistik nedenler ve aşırı soğuk nedeni ile duraklama noktasına gelmiş durumdadır. Moskova’yı kuşatacak Alman Cephesi kuzeyden kente neredeyse ulaşmasına rağmen, alt çeneyi oluşturacak güney cephesi Guderian komutasında Tula’yı aşamamış durumdadır. Almanlar aralık ayı başında doğrudan batıdan taarruza geçerek, kente yaklaştığı zaman, taze ve zinde birlikler toplamış olan Ruslar, ilk defa büyük çaplı bir taarruza geçerek Alman Merkez Ordular Grubunu bozar. Georgy Zhukov’un sevk ve idare ettiği bu taarruz Moskova’nın düşmesini engellediği gibi, tüm Doğu Cephesine yayılır. Sovyetler inisiyatifi kısmen ele geçirerek Almanları tüm cephede 100-200 km gibi geri atıp, Demyansk’ta koca bir Alman Kolordusunu kuşatabileceklerdir. Demyansk’tan çekilmeyi yasaklayan Hitler, bu kolorduyu hava gücü ile takviye ve ikmal etmeyi başarır.

Alman diktatörünün “yerinde dur ve savaş” ısrarı, Alman Ordusunun büyük çaplı geri çekilmesini engellemiş, paniği durdurmuş ama kayıpları da arttırmıştır. Doğu Cephesi, kuzeyde Leningrad, merkezde Vyazma ve güneyde Rostov’a kadar uzanan bir fiyort şeklini almıştır. Bu arada Doğu Cephesindeki üst düzey komutanların pek çoğu görevden alınmış, Hitler ile hararetli bir şekilde tartışmış olan ve emirlerine karşı gelerek, komutasındaki birlikleri uygun savunma hatlarına çeken Guderian da azledilmiştir.

Moskova Savaşını kaybeden Almanlar, II. Dünya Savaşını kendi koydukları stratejik hedeflere ulaşacak şekilde kazanma olanağını kaybetmişlerdir.

Burada değinilmesi gereken bir nokta ise, Sovyetlerin Almanların hızla eline Batı Rusya’daki sanayi tesislerini tek tek sökerek, Alman hava kuvvetlerinin menzili dışına Urallara taşıyabilme becerisidir. Bu taşınma süreci düşman hava kuvvetlerinin tacizi altında yapılmış ve binlerce fabrika, 17 milyon kişi bu şekilde tahliye edilebilmiştir. Tek bir devasa demir çelik tesisinin yaklaşık 10,000 vagon ile taşınmış olması bu büyük çabanın güzel bir örneğidir. Sovyet sanayii, 1942’den başlayarak neredeyse tam kapasite ile her türlü savaş araç gerecini üretecek ve zaferde en temel rolü oynayacaktır. Almanların en önemli zaafı ulaşım yolları bu kadar kısıtlı, geniş bir coğrafyada, bitmez tükenmez bir insan gücüne sahip bir rakibi kolayca yenebileceklerini varsaymış olmalarıdır. Üstelik Almanlar teknik ve niteliksel üstünlüklerine rağmen birbirinden çok uzak stratejik noktalara (Leningrad, Moskova ve Kiev) aynı anda taarruz etmiş, üstelik bu stratejik hedeflerin önceliğini devamlı değiştirmişlerdir. Bunun sonucunda da sadece Kiev ele geçirilebilmiş ama çok daha önemli hedefler olan Leningrad ve Moskova ele geçirilememiştir.

1941 Aralığındaki bir başka önemli gelişme de ABD’nin Pearl Harbor Baskını sonrası savaşa girmesidir. Almanya’nın Japonya lehine ABD’ye karşı savaş ilanı ise artık savaşın sonucunu belirlemiştir. İngiltere-ABD-Sovyetler Birliği koalisyonunun doğal kaynakları, insan gücü, üretim gücü ve teknoloji gücü ile savaşı kazanması kesin gibidir.

Almanya, 1942 yılında yeniden taarruza geçtiği zaman, stratejik hedefleri daha kısıtlıdır: Doğu Cephesinde Stalingrad Şehri ve Kafkasya’daki petrol sahalarını ele geçirerek Sovyetler Birliğini ekonomik olarak yıkmak, çok daha güneyde ise Kuzey Afrika’da İngilizleri Mısır’dan sürmektir. Kuzey Afrika’daki harekât, Rommel’in becerisi ile iyi giderken, Doğu’daki harekatta ise Almanlar bir taraftan Stalingrad’a erişmiş, diğer eksenden de Kafkasya’daki Maikop petrol alanlarına ulaşmışlardır. Ancak Doğu Cephesindeki iki eksenli harekât, Almanların her iki eksende stratejik bir zafer kazanacak gücü yoğunlaştırmasını engellemiştir.

 

Almanlar Kafkasya’da Maikop ötesinde pek ilerleyemezken , daha kuzeyde Stalingrad’da sokak sokak, ev ev kanlı ve sonuç alınamayan bir çarpışma içine çekilmişlerdir. Stalingrad’da bu kanlı savaş sürerken, Stalingrad’daki Alman cephesi Volga Nehrine doğru uzanmış bir dil gibidir. Sovyetler şehirde umutsuzca sırtlarını Volga Nehrine dayayarak savaşırken, Sovyet Genelkurmayı bu dil şeklindeki cephenin güney doğusuna ve kuzeyine yani dilin her iki tarafına gizlice 1.5 milyon asker, binlerce uçak ve tank sevk etmeye başlayacaktır. Sovyet Planı çok büyük hedeflere sahiptir. İlk önce Stalingrad’da savaşan Alman 6. Ordusunu kuşatarak imha etmek ve daha sonra burada yaratılan boşluktan faydalanarak 200 km. güneydeki Rostov’u ele geçirerek tüm A Ordular Grubunu Kafkasya’da kuşatmaktır. Artık tüm savaşın kader anı gelip çatmıştır.

Burak Köylüoğlu

 

Bu  yazı dizisi 1919’dan 1945’e kadar  süren olayların  dramatik hikayesini anlatmayı  amaçlıyor.  Eğer bu yazı dizisinin tamamını okumak isterseniz:

Mail listesine katılın

Yeni yazılardan haberdar olun.

Teşekkürler! Kayıt oldunuz.

Üzgünüz. Kayıt olamadınız.

İLGİLİ Yazılar

error: Tüm içerik koruma altındadır!