İnsanlık tarihi sadece bir elin parmakları kadar büyük strateji ustası üretebilmiştir. Bu kısa liste Sun Tzu ve Büyük İskender ile başlar, Hannibal, Belizarus, Cengiz Han, Eugene von Savoy ve Napolyon Bonaparte ile devam eder. Liste II. Dünya Savaşı’nın beş büyük stratejisti ile son bulur: Alexander Vasilevsky, Erich von Manstein, Heinz Guderian, Konstantin Rokossovsky ve Isoruku Yamamoto.
Bu yazımda, prensip olarak tamamen karşı çıktığı Pasifik Savaşı’nı planlayan ve ilk bölümünü yöneten Amiral Isoruku Yamamoto’nun hayatını strateji yönetimi bakış açısı ile anlatmaya çalışacağım.
Pasifik Savaşı öncesi kısa bir Japonya tarihi (1868-1941)
Isoruku Yamamoto, Japonya’yı garip bir feodal krallıktan endüstriyel bir devlete dönüştürecek olan kapıyı açan Boshin Savaşından (1868-1869) 16 yıl sonra doğdu.
Bu savaş ile hükümdarlık yetkisi sembolik olan imparatoru destekleyen birleşik kuvvetler ile ülkenin “de facto” lideri olan askeri diktatöre (shogun) bağlı orduları yenmiş ve modern Japonya’nın kuruluşu süreci başlamıştı. İmparator Meiji’nin ismini alacak olan “Meiji Reformları” ile sanayi kapasitesi itibari ile Japonya tam 30 yıl içinde İtalya’yı geçebilme başarısını göstermişti.
Japonya’nın başarısı yüzyıllardan beri bölünmüş bir feodal devlet olması, doğal kaynaklara sahip olmaması, ülkenin topraklarının sadece %20’sinin tarıma elverişli olması, içe kapalı geleneksel bir toplum yapısına sahip olması, hiçbir akrabalık bağı olmayan karmaşık bir dil ve alfabeye sahip olması gibi önemli dezavantajlara rağmen gerçekleşmişti.
Çoğu ders kitabı Japon mucizesini 1945 sonrasındaki atılıma bağlar ki bu doğru değildir. Asıl Japon mucizesinin temeli 1868-1900 arasındaki Meiji Reformları döneminde atılmıştı.
Japonya’nın yükselişi ile Çin’in düşüşünün hızlanması aynı dönemdedir. Japonya 1894’te Çin’e karşı kazandığı büyük zafer ile ilk defa siyasi ve askeri anlamda da “Büyük Güçler” kulübüne girdi. Japonlar 1904-1905 Japonya-Rusya Savaşı’nda Rusya’yı kesin bir şekilde mağlup etmeyi başararak, Çin ve Kore üzerindeki imtiyazlarını genişletti.
Japonya daha sonra 1914’te; İngiltere, Fransa ve Rusya’nın yanında I. Dünya Savaşı’na katılacak ve Almanya’nın Pasifik’teki sömürgelerini neredeyse elma toplar gibi eline geçirecekti. Savaşın sonrasında 1923’teki büyük Tokyo-Yokohoma Depremi ve 1929 Buhranı ile, Japonya uzun bir durgunluğa girdi. Bu uzun durgunluk, militarizmi ve aşırı milliyetçiliği güçlendirdi.
Japonya 1931’de, Uzakdoğu’nun hasta adamı olan Çin’in önemli sanayi ve doğal zenginliklere sahip Mançurya bölgesini işgal etti. Uzakdoğu’da sular Avrupa’ya göre çok daha önce ısınmaya başlamıştı.
Japonya’daki ekonomik durgunluk, yükselen milliyetçilik halkın askeri liderlere karşı ilgisini arttırırken, kara ordusu içindeki fraksiyonlar 1930’lu yıllarda cuntalaşacak ve bu cuntalar ilk önce ılımlı siyasetçileri tehditler ve hatta suikastlar ile ortadan kaldıracaktı.
Bu suikastların en önemlisi Japonya’nın meşhur iktisatçısı ve Keynesyen düşünceleri Keynes ile aynı zamanda ortaya atan Maliye Bakanı Vikont Takahashi Korekiyo’nun öldürülmesidir.
Bu vakadan sonra kara ordusu içindeki fraksiyonların gücü ve cesareti artacaktı. Öyle ki kara ordusu içindeki en güçlü cunta olan Kwantung Ordusu’nun (Kore ve Güney Mançurya’da konuşlandırılmıştı) komutanları, Marco Polo Köprüsü komplosunu düzenleyerek, Japonya’nın Çin’e savaş ilan etmesini sağlayacaktı. Artık Çin’de savaşan ordunun komutasına Tokyo’daki genelkurmay dahi laf geçiremez hale gelmiş, tersine Kwantung Ordusu’nun Tokyo’daki uzantıları barış yanlılarını sindirmeye başlamıştı.
Nitekim artık Japonya’ya hükümet ve başbakan dayanmıyordu. 1931-1941 arasında tam dokuz başbakanın görev yaptığını ve istifa ettiğini not düşelim.
Amiral Yamamoto sahneye çıkıyor…
Yamamoto, 1904 yılında 20 yaşında donanma akademisinden mezun olduktan bir yıl sonra Rusya-Japonya savaşına katıldı. Savaşın kaderini belirleyen Tsushima Savaşı’nda (ki gemilerin birbirini görmeden ateş ettikleri ilk savaştır) görevli bulunduğu kruvazöre Rus ana muharebe gemilerinin açtığı salvo ateşinde sol elinin iki parmağını kaybetti. Sol elini hayatı boyunca denizcilerin kullandığı eldivenler ile gizleyecekti.
Oldukça çalışkan ve zeki bir subaydı. Savaştan sonra donanma ve savaş stratejisi üzerine uzmanlaşacağı meşhur İmparatorluk Donanma Koleji’nde eğitim gördü ve kurmay subay oldu.
I. Dünya Savaşı sonrasında Harvard Üniversitesi’ne giderek eğitim gördü. Yamamoto’nun, Harvard’da öğrendiği en kıymetli şeylerden biri de üniversitenin poker kulübünde öğrendiği Texas Hold’em poker oyunu idi. Ustası olduğu Go oyununu, poker oyunu mükemmel bir şekilde tamamlıyordu.
Yamamoto, pokerdeki ustalığını önemli ölçüde ilerletti. Monte Carlo’ya fırsat buldukça gitti ve hatta donanmadaki kariyeri bitecek olursa Monte Carlo’da bir küçük kumarhane açacağını bile laf arasında bir dostuna söylemişti.
1920’li yıllarda, büyük toplu, süratli ve güçlü zırhlı ana muharebe gemileri (battleship) ülkelerin en büyük prestij ve övünç kaynağı idi. Hatta 1905’te başlayan ülkeler arası donanma yarışı tam bir çılgınlık olmuş, ülke bütçelerinden muazzam paylar alan bu gemiler I. Dünya Savaşı’nda sadece bir büyük savaşta (Jutland, 1916) karşı karşıya gelmişti. Savaştan sonra da bu büyük savaş gemileri donanma teorisinde önemli bir yer tutuyordu. Yamamoto ise bu büyük ve pahalı gemilerin yıldızının sönmeye başladığını ve geleceğin uçak gemilerine dayanan havacılıkta olduğunu düşünüyordu. Kariyer basamaklarını çalışkanlığı ve zekâsı ile hızla çıkan Yamamoto, imparatorluk ailesi ile kurduğu ilişkilerle de donanmadaki yerini sağlamlaştırdı.
Amerika Birleşik Devletleri’ni daha sonra askeri ateşe görevleri ve subay değişim programları ile ziyaret etti. Bu görevlerinde ABD ekonomisini ve sanayi gücünü yakından inceledi. Dupont, Ford, US Steel gibi devasa kurumların tesislerini bir misafir olarak ziyaret etti. Ford’un seri üretim tekniğini yerinde inceledi. Dışarıdan karmaşık gibi görünen Amerikan devlet ve yönetim yapısını ayrıntılı bir şekilde analiz etti.
1930’lu yıllarda Yamamoto, Japonya, İngiltere ve ABD arasında yer alan donanma yarışını sınırlama görüşmelerinde ülkeyi temsil eden Japon heyetinde yer aldı. İç politikada ise Japonya’nın 1931’de Mançurya’yı ilhak etmesine ve 1937’de Çin ile savaşa girişmesine muhalif oldu. Bu neden ile ülkede etkin olan kara kuvvetleri subaylarından oluşan çeşitli cuntaların hedefi oldu. Birçok defa tehdit aldı ve hatta suikast girişimine uğradı. Genelkurmay, bu suikast girişimi sonrasında Yamamoto’nun korunması için özel bir askeri polis timi atadı. Aslında atanan tim amiral üzerindeki baskıyı arttırmak içindi.
Yamamoto, donanmadaki başarılı kariyeri ve imparatorluk ailesi ile olan kuvvetli ilişkileri sayesinde son görevi olan donanma bakan yardımcılığı görevini bırakarak, 1939 yılında birleşik imparatorluk donanması komutanlığı görevine atandı. Tokyo’da kalsaydı, çok büyük bir olasılıkla hayatını yeni bir suikast sonucunda kaybedecekti.
Japonya’nın Çin’deki oldukça maliyetli ve sonuç vermeyen savaşı, kaynaklarının tükenmesine yol açmıştı. Üstelik Japonya petrol, demir cevheri, kauçuk, alüminyum, nikel, kalay, bakır gibi hayati hammaddeleri Çin’i destekleyen ABD ve Batılı Müttefiklerinden ithal ediyordu. 1940 yılında Japonların, Fransa’nın elindeki Hint Çini’ni işgal etmesi ile beraber (Fransa’nın 1940 Mayıs tarihinde Almanya’ya yenilmesi sonrasında) ABD, İngiltere ve Hollanda (hükümet Londra’ya sığınmıştı) ; Japonya’ya ihraç ettiği önemli hammaddelerin tamamına ambargo uygulamaya başladı.
Japonya önünde iki seçenek vardı: Çin ile savaşı bitirerek anlaşmak veya o dönemde Batılı güçlerin elinde olan Burma, Filipinler, Endonezya, Malaya’yı işgal ederek bu bölgelerdeki kaynaklara el koymak.
İngiltere Almanlar ile uğraşırken, Fransa ve Hollanda Alman işgalindeyken, bu bölgelerin işgaline tek bir güç engel olabilirdi: Amerika Birleşik Devletleri
Zaten 1941 yılının son çeyreğine girerken Japonya’nın 4 aylık petrol stoku kalmıştı. Ambargo öncesi petrol ve yakıtın %80’i ABD’den ithal ediliyordu.
Ancak Japon genelkurmayı hayal aleminde yaşıyordu. 1937 yılında sadece bir ayda Çin Savaşı’nın zaferle biteceğini öngören genelkurmay başkanı, imparatora Amerikan donanmasının üç ayda yok edileceğini vaat etmişti. İmparator, kendisine Çin’deki savaşın sonuca bağlanmadan dört yıldan beri devam ettiğini hatırlatınca, lafı gevelemişti.
Gerçi Yamamoto komutasındaki Japon donanması İngiltere’nin ve ABD’nin ardından dünyanın 3. büyük donanması idi. Japon donanması aynı zamanda dünyanın büyük uçak gemisi gücüne sahipti.
1941 yılında Amerikalıların Pasifik’teki 3 uçak gemisine karşın, Japonların 6’sı büyük tip olmak üzere, 10 uçak gemisi mevcuttu. Üstelik bu uçak gemileri dört yıldan beri savaşan 1700 deneyimli pilota ve dönemin en iyi donanma uçağı olan “Mitsubishi Zero” ‘ya sahipti. Japon pilotları, son iki yıldan beri ayrıca havadan denize yapılacak taarruzlar için sıkı bir eğitim programı içindeydi.
İngilizlerin 1940 yılında Taranto’da demirli İtalyan savaş gemilerine karşı yaptıkları başarılı hava taarruzu Japon doktrinin ne kadar doğru yolda olduğunun canlı ispatı gibiydi.
Üstelik Japonlar, dünyanın en büyük tonajlı iki zırhlı savaş gemisi olan Yamato ve Musashi’nin inşasını 1941 yılı sonunda bitirmeyi hedefliyordu. Yamamoto, büyük zırhlı savaş gemilerine kaynak harcanmasının israf olduğunu ısrarla anlatmaya çalışsa da sözünü dinletememişti.
Yamamoto, Japonya’daki militarizm ve milliyetçilik histerisi nedeni ile daha 1939 yılında ABD ile artık savaşın kaçınılmaz olduğunu anlamıştı. Amerikan sanayi gücünü ve Amerikan ekonomisinin uçsuz bucaksız kaynaklarını bir iktisatçı kadar iyi biliyordu. Halen 1929 Büyük Buhranının son demlerini yaşayan ABD ekonomisinin sanayi çıktısı, Çin savaşı nedeni ile kapasite kullanım oranları yüksek seyreden Japon sanayinin tam 9 katına eşdeğerdi. ABD’nin kendi kaynaklarına ek olarak Latin Amerika, Kanada ve Meksika başta olmak üzere neredeyse sınırsız bir hammadde temini olanağına sahipti. Üstelik yarattığı ABD dolarını ve ihraç ettiği tahvilleri hammadde alımında kaynak olarak kullanabiliyordu.
Pasifik Savaşı’ndan önce, Japonlar özel tüketimi sınırlayarak toplam GSYH’nin %28’i gibi çılgın bir oranı savunmaya tahsis ederken, ABD GSYH’nin sadece %1.5’unu savunmaya ayırmıştı. Aynı tarihte İngiltere ve Sovyetler Birliği’ne karşı topyekûn bir dünya savaşı yürüten Nazi Almanya’sının toplam savunma harcamaları GSYH’nin %26’sı idi.
Bu büyük ekonomik fark, Yamamoto’nun donanma stratejisini tamamen değiştirmesini gerektirdi. 1920’lerden beri Japon stratejisi, bir savaş halinde Japonların ABD’nin elindeki Filipinler’i işgal ettikten sonra bölgeyi geri almak üzere hareket edecek ABD donanmasını Filipinler açıklarında bekleyerek imha etme planına dayanıyordu.
Yamamoto’ya göre savaş kaçınılmaz ise, ABD’nin hazırlanmasını ve endüstriyel kapasitesini tam kapasiteye ulaşmasını beklemek Japonya için bir intihardı. Savaş olacaksa, ilk önce Amerikan Pasifik donanması imha edilmeli, daha sonra Japonya’nın endüstriyel hammadde kaynaklarına sahip olacağı Filipinler, Borneo, Papua, Burma, Malaya ele geçirilmeliydi. Japonya, kendi ekonomik sahasını oluşturduktan sonra, ABD’nin ileri vadede yapacağı taarruzlarını daha rahat engelleyebilirdi.
Japon hükümetini ve genelkurmayını elinde tutan cunta bu planı “bushido“ruhuna uygun olduğu için onayladı. Ama asıl mesele artık hammadde stoklarının kritik düzeye düşmüş olmasıydı. Kafası pek fazla çalışmayan cuntacılar dahi yakında yakıt yokluğundan Çin’deki savaşın duracağını görüyordu.
Yamamoto ABD’ye karşı olan savaşın kazanılamayacağını bilmesine rağmen, savaşı yürütmenin en geçerli yolunun ABD donanmasını savaşın başında yok etmek olduğunu isabetle tahmin etmişti. Üstelik Amerikalılar 1940 yılında donanmayı anakaradaki San Diego’daki korunaklı üsten, Hawaii’ye sığ ve tek bir girişe sahip savunulması zor bir limana yani Pearl Harbor’a çekme gafletinde bulunmuştu. Amerikan donanması altın bir tepsi içinde Japonları Pearl Harbor’da bekliyordu.
Yamamoto hayal görmüyordu. Pearl Harbor taarruzu onaylandığı zaman:
“Bu savaşın ilk 6 ayında boyunca zaferden zafere koşabiliriz, ancak 6 aydan sonra başarı için umudum yok demişti.”
Ve zarlar 7 Aralık 1941 Pazar sabahı atıldı…
Burak Köylüoğlu
Yeni yazılardan haberdar olun.