Japonya’nın ekonomik mucizesini anlattığım yazı dizisinin bu bölümünü okumaya başlamadan önce diğer üç bölümü okumadıysanız, ilk bölüme dönerek okumaya başlamanızı öneririm.
1971 yılında Bretton Woods sisteminin çöküşü ve ardından 1973 İsrail-Arap Savaşı (Yom Kippur Savaşı olarak da bilinir) sonrasında Arap ülkelerinin başlattığı petrol ambargosu küresel ekonomiyi 1970’li yıllarda yüksek enflasyon-yüksek işsizlik-düşük büyümeden oluşan bir döneme soktu. Yom Kippur Savaşı, Arapların askerî açıdan İsrail’i yenmek için giriştiği son denemedir. Arapların sürpriz ve koordineli taarruzu savaşın ilk safhasında İsrail için büyük bir şok yaratarak İsrail ordularının dengesini bozsa da İsrail’in askeri yetenekleri gerek doktrin anlamında gerek askeri personelin eğitimi gerekse silah teknolojisi açısından Arap ülkelerinin askeri kapasitelerine göre çok daha üstündü.
Savaş, mükemmel bir şekilde icra edilmiş olan karşı İsrail taarruzunun Süveyş Kanalı’nı geçerek 3. Mısır Ordusu’nu kuşatması sonrasında ABD ve Sovyetler Birliği ortak diplomatik müdahalesi ile sonuçlandı. Amerikalılar; Kahire’nin düşmesi ile Mısır’a doğrudan bir Sovyet müdahalesi olacağını görmüş, yakın müttefiki İsrail’i, daha fazla ilerlememesini görülmemiş açıklık ve sertlik ile uyarmıştı. Dünya böylece Soğuk Savaş içinde kritik bir krizi daha atlatmış oldu.
Arap ülkeleri, bu yenilgi sonrası, Batı Ülkeleri’nin İsrail’e yaptığı silah satışlarını gerekçe göstererek petrol ambargosuna başladı. II. Dünya Savaşı sonrasında küresel ekonominin hızlı büyümesinin anahtarlarından biri Bretton Woods Sistemi ise, diğeri de fiyatı 20 USD’ın (enflasyona göre düzeltilmiş) biraz üzerinde oluşan ucuz ve bol petrol arzı idi. Petrol fiyatlarının 1945-1973 arasında 30 USD/varil düzeyini geçmesine müsaade edilmemişti. Bu kez Arap ambargosu başlayınca Yom Kippur Savaşı öncesi 26 USD/varil olan petrol fiyatı, 1974 başında 58 USD/varil fiyatına ulaştı. Petrol fiyatları İran Devrimi ile Nisan 1980’de 132 USD/varili (tümü enflasyona göre ayarlanmış) görecekti.
Jeopolitik ve küresel ekonomi ilişkisine ilgi duyanlar için bir not eklemem gerekirse, Amerikalıların kaya gazı (shale gas) geliştirmeleri ve Ortadoğu’ya yeni bir şekil verme stratejisi OPEC petrol ambargosu ile başlamıştı. İran İslam Devrimi bu stratejiyi hızlandıracak, 1990-1991’de Sovyetler Birliği’nin yıkılması ile ABD bölgede rakipsiz kalacaktı. Bugün Amerikan büyük stratejisi içinde 1973-1974 olaylarının asla tekrarlanmaması prensibi yer alır.
Bu olaylar Japonya’nın ekonomik mucizesinin önünü kesmeyecekti. Japonya’nın 1950-1973 arasında ortalama GNP/GSMH büyüme hızı ağırlıklı olarak yıllık %10.5 gibi inanılmaz bir rakamda idi. İlk defa ülkenin büyümesi 1974 yılında negatife dönecekti.
Japonya için 1973-1974 petrol krizi oldukça sarsıcı idi. Ne de olsa Japonya 1967-1971 arasında büyümenin ve ekonomik mucizenin en güçlü dönemini yaşamıştı. Ancak Japonya, Batı Dünyası’nın diğer bölümü gibi 1970’lerdeki müthiş stagflasyondan etkilenmemişti. Japonya’nın endüstrisinde 1950-1970 arasında yarattığı müthiş verimlilik ve prodüktivite araçları küresel ekonomide yüksek enflasyon döneminde Japon şirketlerine müthiş bir avantaj getirmişti. Batı Almanya’nın ekonomik mucizesinin aksine, Japonya’nın ekonomik mucizesi sadece yeni üretim kapasitelerinin ilgili pazar ile mükemmel eşleşmesine dayanmıyordu. Japon sanayisi, II. Dünya Savaşı öncesi küresel pazarda doğrudan tüketici pazarında (B2C) neredeyse yok iken, 1970’li yıllarda tüketici pazarında son derece etkin bir konumda idi. Japonya’nın 1970’li yıllarda pazarda hakim olduğu ürünlerin çeşit ve sayısı afallatıcı bir boyuta ulaşmıştı: Fotoğraf makineleri, video kayıt cihazları, mutfak eşyaları, elektrikli aletler, müzik aletler, motosikletler ve otomobiller. Japon endüstrisi uzun yıllara dayanan hakimiyete sahip bazı girilemez olarak nitelenen pazarlarda devrim yaratmıştı. Örneğin rakipsiz Alman optik sanayii 1960’ların sonundan beri Japon rekabeti ile hakim olduğu pazar payını kaybetmeye başlamıştı. İsviçre saat sektörünün muazzam kar marjları küçülmeye başlamış, Japon kuartz saatleri tüm alt ve orta pazarı istila etmeye başlamıştı. İngiliz, Amerikan ve İtalyan motosiklet üreticileri Japon üreticileri karşısında perişan olmuştu.
Japonya’nın B2B sanayii de oldukça güçlü idi. 1970’li yılların sonunda Japon tersaneleri dünyada denize indirilen gemilerin yarısından fazlasını üretir duruma gelmişti. Modern Japon çelik fabrikaları aynı dönemde daha yüksek kapasiteli ama daha verimsiz Amerikan çelik fabrikalarının çıktısını yakalamıştı.
Esas mucize otomotiv sanayiinde görülüyordu. 1960-1984 arasında Japonya’nın küresel ekonomideki otomotiv satışlarındaki payı %1’den %23’e yükselmişti. Arap Petrol Ambargosu yakıtı cimri kullanan küçük ve verimli Japon otomobillerinin Amerikan pazarında önünü açtığı gibi, Japonlar meşhur “kereitsu” şirket organizasyonları ile elektronik devre üreticisi ve otomotiv üreticisi firmalarını grup sinerjisinden faydalandırıyordu. Bu sayede Japon otomotiv endüstrisi Amerikan üreticilerinden çok daha önce otomotiv alanında entegre devreleri kullanma olanağına sahip oldu. Japonlar, otomobilde elektrik ve elektroniğin araç içi konfor ve eğlenceyi arttırmasını, diğer rekabetçi özellikler ile beraber mükemmel bir şekilde kullanmıştı.
Bu sayede 1970’lerde Japonya’nın küresel otomotiv endüstrisinde 1990’lı yıllarda kazanacağı liderlik yolculuğu başlamış oldu. Amerikalılar 1981 yılında ilk defa Japon otomobil ithalatına kota getirmeyi akıl edebildi ki, zaten Japonlar atı alıp Üsküdar’ı çoktan geçmişti. Amerikan pazarında kotaları, üretimi ABD’ye ve ABD ile ticari anlaşmaları olan ülkelere kaydırarak aştılar. Zaten daha 1980 yılında ülke otomotiv üretiminde ABD’yi geçerek liderliğe ulaşmıştı. 1982’de Honda Accord ABD’de üretilen ilk Japon otomobili oldu. 1988 yılında 9 Japon otomobil firması da ABD pazarında cirit atar durumda idi. 1980’lerin sonunda Japon üreticileri Lexus ve Infiniti modelleri ile artık Amerikan pazarında lüks segmente göz dikmişti.
Japonya, II. Dünya Savaşı ile hükümdarlığını kaybetmiş olduğu Ogasawara volkanik adacıklar zincirini 1967’de, 1945 yılında General Tadamichi Kuribayashi’nin efsanevi bir savunma savaşı yürütmüş olduğu İwo Jima’yı 1968’de ve Pasifik Savaşı’nın en kanlı çarpışmasının yaşandığı Okinawa’yı 1972 yılında ABD’den geri aldı. Bu gelişmeler ile 1972 yılından itibaren ABD-Japonya politik ilişkisi büyük ölçüde yumuşadı.
1974 yılında halen savaşın devam ettiğini düşünen son Japon askeri Hiroo Onada Filipinler cangıllarında geçen 29 yıllık savaş sonrasında teslim oldu. Filipinler devlet başkanı tarafından derhal affedilen Onada, Japonya’ya anavatanına geri döndü. Onada’nın sol yanında halen katanasını taşıdığına dikkat ediniz. Kabzası artık kullanılamaz olduğu için bezle sarılmış.
Aşağıda Onada, katanasını, Filipinler devlet başkanı Ferdinand Marcos’a teslim ederken…
1971 ABD-Çin yakınlaşması, ABD için Soğuk Savaşın en önemli kazanımları arasında yer alırken, Sovyetler Birliği için müthiş bir kayıp olmuştu. Ancak Uzakdoğu’da esas kazanan yine Japonya olmuştu. Tamamen kapalı olan Çin pazarı yavaş yavaş açılacak, Başkan Mao Zedong’un 1976’da ölümü sonrası Çin yavaş yavaş ama geri döndürülemez bir şekilde küresel ekonomik sistemin parçası olacaktı
1980’li yıllarda Japonya’nın yükselişi durdurulamaz bir haldeydi. 1950 yılında Japonya’nın toplam GSMH/GNP’si İngiltere veya Fransa’nın üçte biri idi. 1980’lerde bu rakam İngiltere ve Fransa’nın toplamını aşmıştı. Üstelik Japon yeni, USD karşısında rekor kıracak bir şekilde değer kazanırken. Bretton Woods sisteminin 1971’de çöktüğünde USD/yen paritesi 357’den 1990’lı yıllara girerken 145’e kadar gerilemişti.
Japonya’nın muazzam dış ticaret fazlası, Japon bankalarının ve kurumlarının yurtdışı yatırımlarını 1980’lerde inanılmaz büyüklüklere ulaştırdı. ABD’de 1980’lerde bugün Çin şirketlerine karşı duyulan reaksiyonun bir benzeri yaşandı. Amerikalılara göre Japon yeni değersiz tutulmakta, Japon pazarı Amerikan ürünlerine kapalı tutulurken, Japon şirketleri damping ile Amerikan pazarında pazar payını arttırıyordu. Dönemin Amerikan basınında, kritik şirketleri satın alan Japon şirketlerinin Japonya’nın 5. kolu olduğu yaygarası kopartılıyordu.
Japonya’nın ekonomik gücü arttıkça, bazı eski hesaplar yeniden gündeme geliyordu. 1979 yılında meşhur Yasukuni Tapınağı’na A sınıfı savaş suçlularının ruhlarının kabul edildiği duyuruldu. Aslında Japonya hukuken Tokyo Askeri Mahkemesi kararlarını hukuken tanımıştı ancak Japon halkının büyük bir kısmı bu mahkemelerin “muzafferlerin adaleti” olarak kabul ediyordu. 1958 yılından beri B ve C sınıfı savaş suçlularının ruhları yavaş yavaş, gündem yaratmadan tapınağa kabul edilirken, 1978 yılındaki son hamle uluslararası diplomaside sorun yaratacak bir mesele oluşturmuştu. Şintoizm inancı ölenlerin ruhlarının tapınaklara kabul edilerek, onların anılmasını sağlar.
Japon başbakanlarının tapınağı her ziyareti Uzakdoğu’da Çin başta olmak üzere sert tepkilerin oluşmasına yol açmaktadır. En son 2013 yılında Başbakan Shinzo Abe’nin tapınağı ziyareti bölgede büyük bir diplomatik kriz yaratmış, Amerikalılar araya girerek Japonya’nın Yasukuni Tapınağı konusunu gündemden düşürmelerini “rica etmişti”.
Japon toplumu, Almanların tersine II. Dünya Savaşı sonrasında savaş suçlarını ve uluslararası askeri mahkemelerinin kararlarını çoğunluk ile kabul etmemiştir. Uluslararası Uzakdoğu Askeri Mahkemesi’nin yargı süreci, Uluslararası Nürnberg Askeri Mahkemesi’nin tersine halen oldukça tartışmalıdır.
Aşağıda Japonya Başbakanı Abe’nin 2013 yılında büyük gerilim yaratan Yakusuni Tapınağı’nı ziyaretini görüyorsunuz.
1990’lı yıllara girerken Japonya’nın GDP/GSYH’sı 3.13 trilyon USD büyüklük ile ABD’nin 5.96 trilyon USD’lık büyüklüğünün hemen ardında idi. Dünyanın 3. büyük ekonomisi Almanya ise 1.77 trilyon USD ile Japonya’nın bayağı ardında kalmıştı. Halbuki daha 18 yıl önce 1972’de Japonya Batı Almanya’yı sollayarak (Sovyetler Birliği hariç) 2. büyük ekonomi haline geldiği zaman 318 milyar USD büyüklüğe sahipken, ABD 1.28 trilyon USD, Batı Almanya 300 milyar USD GDP/GSYH mertebesindeydi. Bu rakamlar ve nisspi sıralama Japonya mucizesinin Almanya mucizesinden daha kapsamlı ve daha uzun bir sürede yer aldığını gösterir. Daha dikkatli bakan gözler ise bu dönemde para arzı ve enflasyon artışının küresel ekonomideki etkisini ayrıca fark edecektir.
Japonya’nın muazzam bir tasarruf oranı, dış ticaret ve cari hesap dengesi fazlasını, dünya çapında tanınmış markaları, dev bankaları ve yenilmez bir samuray gibi görünen “keiretsu” ‘ları varken 1991-1992 Japonya Varlık Krizi tüm dengeleri değiştirdi. 1987-1991 yılları arasında hızla oluşan varlık balonu, balonun bir kredi krizine ve daha sonra bankacılık krizine dönüşmesi, Japonya mucizesi dönemini bitirdi ve Japonya için kayıp on yıllar (lost decades) başlayacaktı. Bu büyük varlık balonu dikkat ile incelenmiş ve gerekli dersler çıkarılmış olsaydı, 2008 Küresel Ekonomik Krizi’ne neden olan Amerikan gayrimenkul balonu ve üzerine yazılan devasa miktardaki türev ürünler konusunda daha erken bir regülasyona gidilebilirdi.
Maalesef bu dersler bugün dahi alınmış değildir. Pandemi ekonomisi ile yaratılan olağanüstü para tabanı varlık fiyatlarını inanılması zor düzeylere yükseltti.
1991 yılı Japonya mucizesinin sona erişini simgeleyecekti. Bir sonraki bölümde Japonya Varlık Krizini anlatıyor olacağım. 40 yılda dünyanın 2. büyük ekonomisi haline gelmiş bir ekonominin nasıl bir ağır sıklet boks maçında çenesine sert bir aparkat yemiş bir boksör gibi grogi haline geldiğini anlatacağım.
Burak Köylüoğlu
Yeni yazılardan haberdar olun.