Küresel Düzenin Hikayesi, XVI. Bölüm, Büyük Buhran ve Hayallerin Sonu (1929-1934)

Burak Köylüoğlu
  1. Küresel Düzenin Hikayesi, I. Bölüm, Westfalya Düzeni (1648-1789)
  2. Küresel Düzenin Hikayesi, II. Bölüm, Fransız Devrimi’nin Öyküsü  (1789-1799)
  3. Küresel Düzeninin Hikayesi, III. Bölüm, Napolyon Savaşları (1799-1815)
  4. Küresel Düzenin Hikâyesi, IV. Bölüm: Viyana Düzeni
  5. Küresel Düzenin Hikâyesi, V. Bölüm: Tek Kutuplu Dünya ve Pax Brittanica
  6. Küresel Düzenin Hikayesi, VI. Bölüm, Genç Amerika Birleşik Devletleri’nin Yükselişi
  7. Küresel Düzenin Hikayesi, VII. Bölüm, Devrimler Çağı ve Viyana Düzeninin Sonu
  8. Küresel Düzenin Hikayesi, VIII. Bölüm, Birleşik Almanya’nın Doğumu
  9. Küresel Düzenin Hikayesi, IX. Bölüm, Çok Kutuplu Dünyanın Doğumu ve Yeni Emperyalizm Çağı (1861-1899)
  10. Küresel Düzenin Hikayesi, X. Bölüm, Büyük Savaşa Doğru (1899-1914)
  11. Küresel Düzenin Hikayesi, XI. Bölüm, Dünyayı Değiştiren Yüz Gün, I. Dünya Savaşı Başlıyor
  12. Küresel Düzenin Hikayesi, XII. Bölüm, Büyük Savaş (1914-1918)
  13. Küresel Düzenin Hikayesi, XIII. Bölüm, Son Gambit ve I. Dünya Savaşı’nın Sonu
  14. Küresel Düzenin Hikayesi, XIV. Bölüm, Versay Düzeni
  15. Küresel Düzenin Hikayesi, XV. Bölüm, Çılgın 1920’li Yıllar
  16. Küresel Düzenin Hikayesi, XVI. Bölüm, Büyük Buhran ve Hayallerin Sonu (1929-1934)
  17. Küresel Düzenin Hikayesi, XVII. Bölüm, II. Dünya Savaşı’na Doğru (1935-1939)
  18. Küresel Düzenin Hikayesi, XVIII. Bölüm, Yıldırım Savaşı (1939-1940)
  19. Küresel Düzenin Hikayesi, XIX. Bölüm, Küresel Savaşa Doğru (1940-1941)
  20. Küresel Düzenin Hikayesi, XX. Bölüm, Devlerin Savaşı
  21. Küresel Düzenin Hikayesi, XXI. Bölüm, Savaş Rüzgarları Yön Değiştiriyor
  22. Küresel Düzenin Hikayesi, XXII. Bölüm, Müttefikler Savaşı Kazanıyor (1943-1945)
  23. Küresel Düzenin Hikayesi, XXIII. Bölüm, II. Dünya Savaşı’nın Sonu ve İki Kutuplu Dünya Düzeninin Sancıları
  24. Küresel Düzenin Hikayesi, XXIV. Bölüm, Kızıl Dalga
  25. Küresel Düzenin Hikayesi, XXV. Bölüm, Soğuk Savaş Tırmanıyor!

Büyük Buhran ; Wall Street’in  24 Ekim 1929, “Kara Salı” günü çökmesinden aylar önce 1929 yılı yaz aylarında fiyatların gerilemeye başlaması ile kendini göstermeye başlamıştı. Ama aslında işin temeli çok daha derinlerde idi. Tıpkı 2008 Küresel Finansal Krizi’nde olduğu gibi. 

Birinci Dünya Savaşı, birçok endüstriyel alanda arz ve talep dengesini bozmuştu. Örneğin I. Dünya Savaşı sırasında Almanlar sınırsız denizaltı savaşına başlayınca, ABD ve İngiltere, Almanların batırabileceği gemi tonajından daha fazla gemi kapasitesi üretmek için inanılmaz ölçekte tersane yatırımları yapmıştı. Savaş sonrasında bir anda bu kapasiteler boşa çıkacaktı. Çelik sanayinden örnek vermek gerekirse, savaş sonrasında Kıta Avrupası’nda çelik sanayi çıktısı aşırı yıpranan hatlardan dolayı gerilerken, ABD’de savaş inanılmaz bir çıktı artışı yaratmıştı. Tabii Avrupa’daki sanayileşmiş ülkeler 1920’lerde çelik çıktısı ve verimliliklerini düzeltmeye başlayınca kapasite fazlalıkları bu sektörde de belirmeye başlamıştı. Aynı etkiyi dönemin diğer endüstri kollarında görebiliriz.

Özellikle tarım ürünlerinin çıktısı ve talebi arasındaki dengesizlik 1920’lerin sonunda muazzamdı. Hatırlarsanız Almanların savaş yıllarında patlayıcı verimini çok büyük bir ölçüde arttırmak için suni gübre hammaddelerini savaş sanayinin kullanımına yönelttiklerini önceki yazılarımda anlatmıştım. Almanya başta olmak üzere Kıta Avrupası’nda tarım verimi düşerken, Avusturalya, Latin Amerika ve Kuzey Amerika’da tarım çıktısı büyük ölçüde artmıştı. Rusya İmparatorluğu bir zamanlar büyük bir tarım ülkesi iken, I. Dünya Savaşı ve 1917 Ekim Devrimi ülkenin tarımını neredeyse çökertmişti. Komünistlerin tarımı kollektifleştirme saplantısı milyonlarca insanı aç bırakacaktı. 1920’lerde Kıta Avrupası ve Sovyetler Birliği’nde tarım, endüstri çıktısından çok daha hızlı toparlanacaktı. 1920’lerin son çeyreğinde Büyük Buhran’ın gelişini ilk haber veren parametre; arzı talebe göre inanılmaz ölçüde artmış olan tahıl ürünlerinin fiyatlarındaki çökme olacaktı.

Büyük Buhran’ın nedenleri arasında hiç umulmayan başka bir faktör daha vardı: Üretim tekniklerinde ve teknolojideki gelişim. I. Dünya Savaşı; otomobil, kamyon üretiminde, petrolün saflaştırılmasında, kimyasal ürünlerin üretimi ve gelişiminde, elektrikli ürünler, boyalar, ilaçlar ve çelik sanayinde üretim süreçlerinde olağanüstü artış yaratırken; havacılık gibi sektörler sıfırdan yaratılmıştı. Üretim tekniklerindeki gelişim çıktıyı daha az maliyet yüklenilerek arttırırken; aynı zamanda fiyatlar üzerinde de baskı yaratacaktı. Üstelik bu gelişim 1920’lerde de devam edecek, Ford’un meşhur üretim teknikleri verimliliği ve çıktıyı sanayide arttırmaya devam edecekti.

Büyük Buhran’a giden yolun taşları aynı zamanda finansal piyasalarda da döşenmişti. Savaşın bitiminde ABD hariç hiçbir ülke altın standardına dönecek durumda değildi. Savaşın oluşturduğu sistematik zararın tamamı artan kamu borcu ve genişleyen para arzına dönüşmüştü. ABD hariç tüm gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler, inanılmaz bir kur ve maliyet rekabetine girerek büyük ölçüde bir finansal stabilite sorununa yol açacaktı. Almanya’nın muazzam ölçekteki savaş tazminatı ise, Dawes Planı ile parasallaştırılacaktı. Almanlar Amerikan bankalarından borç alıp, İngiliz ve Fransızlara savaş tazminatı taksitlerini ödemeye başlayacak, İngilizler ve Fransızlar da savaş sırasında inanılmaz ölçüde borçlandıkları Amerikalı kreditörlere borç servisi yapmaya başlayacaktı. Amerikan bankaları da yeni krediler açarak kredi arzını daha büyütecek, bu safhadaki kredi arzı dünya çapında kapasite artışlarını hedefleyen yatırımlara yönelecekti. Dikkat ediniz, 1990-1991 Japonya gayrimenkul ve bankacılık krizi ve 2008 Küresel Finansal Krizi gibi büyük krizler, artan kredi hacminin varlık balonlarını oluşturması ve bu balonların patlaması ile oluşmuştu. 1920’li yıllarda ise parasal genişleme bir yandan tarım ve endüstri kapasite artışlarına giderken, bir bölümü de sermaye piyasalarında tehlikeli balonlar oluşturuyordu. 

Bu arada Rusya’da iktidarı ele geçiren komünistlerin o zamanlar için muazzam bir tutar olan 3.6 milyar ABD doları karşılığı borcu ödemeyi reddetmeleri ve dünyanın bu dönemde en stratejik petrol sahası olan Bakü petrollerini kamulaştırmaları (tabii ki bedelsiz olarak) her şeyin üzerine tuz biber ekmişti. Bir de Versay sistemi Orta ve Doğu Avrupa’da bir sürü genç devlet yaratmıştı ki, bunların varlığı dahi finansal sistemi ve uluslararası ödeme sistemini karmaşıklaştırmıştı.

Finansal merkezin, Londra’dan daha az regüle olan New York’a kayışı ise finansal bombanın fitilini yakacaktı.                 

Nitekim 1929 “Kara Salı” günü New York Borsası’ndaki ani çöküş balon gibi şişmiş kredileri ve hisse senedi fiyatlarını patlatarak büyük bir finansal kriz yaratmış, bu finansal kriz ise zaten arz ve talep dengesizliği içindeki ekonomiye son vuruşu yapmıştı. 

Amerikan Merkez Bankası FED, altın standardında kalmakta ısrarcı olunca krizin derinleşmesi kaçınılmaz oldu. Amerikan doların itibarını korumak için altın standardında kalmak ölümcül hata idi. Hızla düşen sermaye piyasalarında (borsalarda) yüksek kredili pozisyonları kapatmak için birbiri ile yarışan yatırımcılar, hisseleri satıp kredilerini kapatmaya çalıştıkça kredi hacmi ve dolayısı ile para arzı daralırken; FED altın standardında kalarak para arzının daralmasına izin vermiş oldu. Zaten makro ekonomik ortamda 1920’li yıllardaki muazzam prodüktivite artışı ile mal arzını talebin önüne geçirmiş olduğu makroekonomik bir ortamın içinde patlayan finansal kriz makro ekonomik dengesizliği daha da büyütecekti. Reel olarak daralan para arzı, fiyatlar düştüğü ortamda, fiyatların çöküşüne neden olacaktı. 

FED aslında iki kavramı 1929-1930 yıllarında karıştırmıştı: 1920’lerde artan kredi hacmi dönüp, tüm sektörlerde bir arz fazlası yaratmıştı. 1929 Kara Salı sonrası mesele artık kredi büyümesinin yarattığı balonların patlaması değildi. Panik ile satılan hisseler muazzam servet kayıpları yaratırken, krediler bu satışlar ile geri ödenmeye çalışılıyordu. Hızla kapatılan pozisyonlar ve krediler piyasada bir likidite tuzağı ya da sıkışması yaratmıştı. Bu tuzağın kırılması için FED para yaratarak sistemi rahatlatmalıydı ki, altın standardında kalarak tabuta son çiviyi çakacaktı. 

Amerikalılar altın standardında kalarak hiç düşünmedikleri başka bir meseleye daha neden olacaklardı. Bu dönemde altın standardı dünya üzerinde çok sayıda para birimini sabit pariteler ile bağlıyor idi. Amerikan finansal piyasalarındaki çöküş ve ekonomik buhranın gelişi, altın standardı yolu ile tıpkı bir pandemi gibi tüm dünyayı saracaktı. Bu hastalık finansal piyasalarda çöküş-yoğun hisse ve varlık satışları-kredi daralması-reel para arzının daralması-talep düşüşü-fiyatların gerilemesi-kapasite kullanım düşüşü-işsizliğin artması-işsizliğin artması ile talep düşüşü-fiyat gerilemesi şeklinde bir türlü kırılamayan fasit daire idi.      

Büyük Buhran’ın en kötü döneminde yani 1929-1933 yılları arasında Amerikan endüstriyel çıktısı tam %47, GDP/Gayri safi yurtiçi hasıla %30 oranında daralırken, işsizlik oranı %20’nin üzerine çıkmıştı. İşsizlik rakamları da aldatıcı idi. Çünkü işlerini kaybedenlerin, yaşadıkları yeri terk edenlerin sayısı tam tutulamıyordu. Fiyatlar bu dönemde üçte bir oranında düşmüş, 1920’li yıllarda muazzam yatırımlar yapmış endüstri tesisleri ve merkezleri, artan sabit giderlerini karşılamayı bırakınız, müthiş bir likidite tuzağına düşmüştü.

Değerli okuyucularıma,  daha sonra Fed Başkanı olacak Ben Bernanke’nin 2002 yılında Büyük Buhran konusunda FED’in rolünü nasıl özetlemiş olduğunu virgülüne dahi dokunmadan aktarmak isterim.

“…. We did it. We’re very sorry. …We won’t do it again.”  Ben Bernanke, 8 Kasım 2002, meşhur ekonomist Prof Dr. Milton Friedman’ın 90. doğum günü etkinliğinde Büyük Buhran konusunda sarf ettiği cümleler tam bu idi.

 Bu konuşmasında Bernanke, FED’in hatalarının Amerika Birleşik Devletleri tarihindeki en kötü ekonomik krize sebep olduğunu anlatacaktı. 

Ekonomik Buhran İngiltere ve Fransa’da daha gecikmeli ve kısmen daha hafif hissedilecekti ancak bu iki büyük ekonomi zaten 1920’lerde dahi sorunluydu. I.Dünya Savaşı’nın sebep olduğu müthiş zarar halen bu  iki ekonominin sırtında idi. Ve bu zarar savaşın mağlubu olan Almanya’dan savaş tazminatları yolu ile tahsil edilmeye çalışılmış ancak bu zararın pek azı tahsil edilebilmişti.

Büyük Buhran’ın ABD ile beraber en sert vurduğu ülke Almanya idi. Ülke  1920’lerin ikinci yarısında Şansölye Gustav Stresemann’ın yönetiminde hem ekonomik hem de siyasi istikrarı yakalamış, Almanya tekrar büyük bir güç olarak uluslararası arenaya geri dönmüştü. Stresemann Almanya üzerine konulmuş Versay düzeninin kısıtlarını kademe kademe kaldırırken, zamanı geldiğinde Polonya ve Çekoslovakya ile hesaplaşmayı planlıyordu. Ancak Stresemann’ın ömrü bu idealini gerçekleştirmeye yetmeyecekti.

Aslında Almanlar gizli gizli Versay Anlaşması’nın en ağır koşulları olan Alman genelkurmay sisteminin kaldırılmasını ve Almanya’nın ağır silahlara ve savaş uçaklarına sahip olmaması kurallarını delmişlerdi. Yeni ağır silahlar ve tanklar gizli bir anlaşma ile Sovyetler Birliği topraklarında test edilirken, 1919’dan sonra Almanlar gizli ve gölge bir askeri komuta sistemi kurmuştu. Almanya Versay’dan  hemen sonra dahi gizli gizli silahlanıyordu. Ancak Alman ordusunun Versay sistemine kafa tutabilmesi 1930’ların başında henüz olanaklı değildi. 

Stresemann’ın zamansız ölümü Alman merkez sağında büyük bir boşluk yaratacaktı. Büyük Buhran ise klasik anlamda ihracata dayalı bir ekonomi olan Almanya’yı ABD ölçüsünde etkileyecekti. Tüm dünya ekonomileri gümrük duvarlarını yükselterek, korumacılığa geçerken yüksek oranlı işsizlik ve iç kargaşa yeniden Almanya’ya geri dönmüştü. Ilımlı merkez sağın zayıflaması beklenmedik bir şekilde Nazi Partisi’ni marjinallikten ana akım politikaya taşıyacaktı.

Nazi Partisi, diğer bir deyişle Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin geçmişi ilginçtir. Parti Münihli bir çilingir olan Anton Drexler tarafından kurulmuştu. Anton Drexler’in siyasi olarak temel tezi, Almanya’nın I. Dünya Savaşı’nı aslında cephede kaybetmediği; sosyalistler, komünistler ve uluslararası Yahudi örgütlerinin Almanya’da iç karışıklık çıkararak Almanya’yı arkadan vurduğu idi. Bu masal aslında savaşın kaybından sorumlu olan, 1916-1918 döneminin askeri liderleri olan Mareşal Paul von Hindenburg ve Orgeneral Erich Ludendorff’un ortaya attıkları söylemlerden kaynaklanıyordu.  Ludendorff ve Hindenburg’un kendi isimlerini kurtarmak için uydurdukları bu hikâye, yenilginin acısının ve sonuçlarının yükünü çeken Alman halkının bir bölümünün inancı haline gelecekti. Arkadan bıçaklanma efsanesi anlamına gelen Dolchstoßlegende işte bu hikâyenin tam tanımı idi. 

Alman halkı; bu dönemde Paris yakınlarına kadar yaklaşmış olan Alman ordularının 1918 yılının Temmuz-Kasım döneminde 100 gün boyunca nasıl yenildiğini kavrayamamıştı. Savaşın son günlerinde çıkan iç karışıklıklar ve sonrasında başlayan iç savaş bu efsanenin yayılmasına sebep olmuştu. Üstelik Almanlar 1918 Kasım’ında ateşkes talep ettiğinde halen düşman halen Alman topraklarına girememişti.

Alman ordularının 1918 yılının ikinci yarısında ne durumda olduğunu ve savaşın kesin olarak nasıl kaybedildiğini tek anlatacak kesim Alman genelkurmayı idi. Eğer Almanlar 1918 Kasım’ında ateşkes talep etmeseler idi, Müttefik orduları 1919 yılında büyük bir olasılık ile Ren Nehri’ni geçerek Almanya’nın en büyük endüstriyel merkezi olan Ruhr Vadisi’ne girecekti.   

Drexler’in söylemleri aşırı milliyetçi, anti seminist ve varlıklı bir gazeteci olan Dieter Eckard’ın da partiye dahil olmasını sağlayacaktı. Eckard’ın dikkatini çeken ateşli konuşmaları ile dikkat çeken genç bir adam, Eckard’ın desteği ile partinin başına geçecekti. Bu genç adamın ismi Adolf Hitler idi. Eckard 1923 yılında hayata veda edene kadar Hitler’i baştan aşağı yaratan ve Nazi ideolojisinin esasen temelini atan isimdi. 

Hitler, Alman ordusunun sağcı paramiliter bir kolu olan Freikorps’a bağlı bir birlik tarafından partide olan bitenleri izlemesi için partiye üye yapılmıştı. Ancak Drexler ve Eckard’ın söylemleri Hitler’in inançları ile kesiştiği için genç adam parti ve partinin davasına gönülden bağlanmıştı. Hipnotik bir ses ve yöntem ile konuşması kısa sürede kendisini partinin ileri gelenleri arasına sokacaktı. 

Drexler 1921 yılında kenara itilecek, Hitler partinin başına geçecekti. Hitler partide kendi arkadaşlarından oluşan bir üst yönetim kurarak, Eckard’ın düşünce dünyasını partinin temel anayasası yaptı. Nazilerin 1923’te Bavyera’da girişecekleri hükümet darbesi kolayca bastırılacak, Hitler ve arkadaşları tutuklanacaktı. Kısa süren mahkumiyeti sırasında Hitler, Mein Kampf isimli eserini kaleme alacaktı ki, bu kitap Nazi Partisi’nin ileride anayasası olacaktı.

Şansölye Gustav Stresemann’ın Almanya’yı politik ve ekonomik olarak stabilize edip, Versay’ın ilk zincirlerini kırdığı 1924-1928 yılları arasında Naziler 1924-1928  %2.6-6.5 oy alabilen, üyeleri birahanelerde ve sokaklarda kavga çıkartıp, komik giysiler giyen marjinal bir parti görüntüsü çiziyordu.

Büyük Buhran Nazilere büyük bir fırsat verecekti. Parti Eylül 1930’da %18.3, Temmuz 1932’de %37.3, Kasım 1932’de %33.1 ve Weimar Cumhuriyeti’nin son serbest seçimi olan Mart 1933’de %43.9 oy alacaktı.

Hitler’in yükselişinde baş düşmanı olan komünistlerin büyük rolü vardı. 1930 seçimlerinde Naziler ve komünistler toplam %40 oy alabilmiş, komünistler bu seçimden sonra ana akımı teşkil eden %60 oranında oy almış bloku desteklemek yerine, iktidardaki ana akım partilere karşı sert muhalefetine devam etmişti. Çünkü Alman Komünist Partisi temel olarak direktiflerini Moskova’dan alıyordu ve Moskova Alman ılımlı sağ ana akım politikacıları “kapitalist köpekler”, Alman Sosyal Demokrat Partisi’ni de “sosyal faşistler” olarak tanımlıyordu.

Naziler 1932 yılında birinci parti olmalarına rağmen halen iktidarda değildi. Her şey 22 işadamının Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg’a bir mektup kaleme alarak, Hitler’i, şansölyeliğe atamasını talep etmesi ile değişecekti. Hindenburg bu tarihte 86 yaşında ve sağlığı bozuktu. Hindenburg Almanya’da savaşın kaybedilmesindeki rolüne rağmen önemli bir isimdi ve Tannenberg kahramanı olarak tanınıyordu. 

Bir Prusya mareşali ve önemli bir Junker ailesine mensup Alman Cumhurbaşkanı; Hitler’i “Bohemyalı bir onbaşı” olarak görüyor ve küçümsüyordu. O’nu şansölyeliğe atayarak çevresini ılımlı sağa mensup politikacılar ile çevreleyerek kontrol edeceğini düşündü. Üstelik Weimar Cumhuriyeti’nin anayasası tam bir yarı-başkanlık sistemini içeriyordu ki, cumhurbaşkanı olarak Hindenburg’un kapsamlı yetkileri vardı.

Hitler 30 Ocak 1933 tarihinde şansölye olduktan sonra Reichstag yangınını (ki Naziler bu yangını gizlice çıkararak, komünistlerin üzerine atmıştı) sebep bilerek, yaşlı cumhurbaşkanının olağanüstü hâl ilan etmesini sağladı.

Ardından 23 Mart 1933 tarihinde Alman Meclisi Reichstag’ta hükümete yasama yetkisi veren “özel yetki yasası” ile 444 oya karşı 93 oy ile kabul edildi. Pek çok milletvekili meclise sokulmamıştı. Alman merkez sağı oylamada Nazileri desteklemişti. Hitler iki ay içinde sistemin tüm kontrol mekanizmalarını ele geçirmişti. Aslında yetkiyi alan hükümet olmasına rağmen, yetkiyi şansölye olarak Hitler kullanacaktı. 

Hitler, Nazi Partisi’nin sol kanatını teşkil eden paramiliter SA organizasyonu liderlerinin artık ortadan kaldırılmasına gerektiğine karar vermişti. Yaklaşık bin kişi, üç gün içinde “Uzun Bıçaklar Gecesi” olarak anılan SA liderleri dahil olmak üzere SS ve Gestapo tarafından ortadan kaldırılacaktı. Hitler kendisinden önceki şansölye olan Kurt von Schleichter’e de suikast düzenletecekti. Hitler bir taş ile üç kuş vurmuştu: Kendi kontrolünde tam olmayan Nazi Partisi’nin paramiliter gücünü ortadan kaldırmış, Alman ordusunun desteğini kazanmış ve parti içinde kendisine rakip olabilecek sol kanadı tasfiye etmişti.   

1 Ağustos 1934 tarihinde yaşlı cumhurbaşkanının ölmek üzere olduğu bilgisi Hitler’e ulaştı. Elindeki özel yasama yetkisi ile mevcut cumhurbaşkanının ölümü sonrasında efektif hale gelmek üzere, cumhurbaşkanlığı ve şansölyeliği birleştirecek özel bir yasa yayınlandı. Hindenburg ertesi gün hayata veda etti. Bu özel yasa iki hafta sonra referanduma sunulacak ve %89 oy ile hüküm kazanacak. Artık Hitler başbakanı atayacak, görevden alacak makam olan cumhurbaşkanlığı yetkilerine erişmiş ve aynı zamanda ordunun da başkomutanı haline gelmişti. İşin ironik tarafı olarak, kendisine yasama yetkisi veren “özel yetki yasasını” 1937 ve 1941 yıllarında yeniden yenileyecekti. Çünkü her şey yasal olarak kılıfına uygun olmalıydı.

Hitler artık Almanya’nın tek lideri idi ama ordunun üst kademesini şekillendirmesi işi 1938 yılına kadar uzayacaktı. 

Artık uluslararası düzen çökmek üzere idi.

Hitler ve Naziler, 1934 yılında Almanya’da iktidarı tamamen ele geçirdikten sonra ilk önce Versay düzenini sonra da tüm uluslararası düzeni blöfler ve restler ile değiştireceklerdi. Eski bir sokak ressamı olan Hitler poker oyununa 1935 yılında başlayacak, 1 Eylül 1939 tarihinde, II. Dünya Savaşı başlatarak masadan kalkacaktı.

Bir sonraki yazım bu müthiş poker oyununu anlatacaktır.   

Burak Köylüoğlu

12 Mayıs 2024

Mail listesine katılın

Yeni yazılardan haberdar olun.

Teşekkürler! Kayıt oldunuz.

Üzgünüz. Kayıt olamadınız.

İLGİLİ Yazılar

error: Tüm içerik koruma altındadır!