Küresel Düzenin Hikayesi, XXI. Bölüm, Savaş Rüzgarları Yön Değiştiriyor

Burak Köylüoğlu
  1. Küresel Düzenin Hikayesi, I. Bölüm, Westfalya Düzeni (1648-1789)
  2. Küresel Düzenin Hikayesi, II. Bölüm, Fransız Devrimi’nin Öyküsü  (1789-1799)
  3. Küresel Düzeninin Hikayesi, III. Bölüm, Napolyon Savaşları (1799-1815)
  4. Küresel Düzenin Hikâyesi, IV. Bölüm: Viyana Düzeni
  5. Küresel Düzenin Hikâyesi, V. Bölüm: Tek Kutuplu Dünya ve Pax Brittanica
  6. Küresel Düzenin Hikayesi, VI. Bölüm, Genç Amerika Birleşik Devletleri’nin Yükselişi
  7. Küresel Düzenin Hikayesi, VII. Bölüm, Devrimler Çağı ve Viyana Düzeninin Sonu
  8. Küresel Düzenin Hikayesi, VIII. Bölüm, Birleşik Almanya’nın Doğumu
  9. Küresel Düzenin Hikayesi, IX. Bölüm, Çok Kutuplu Dünyanın Doğumu ve Yeni Emperyalizm Çağı (1861-1899)
  10. Küresel Düzenin Hikayesi, X. Bölüm, Büyük Savaşa Doğru (1899-1914)
  11. Küresel Düzenin Hikayesi, XI. Bölüm, Dünyayı Değiştiren Yüz Gün, I. Dünya Savaşı Başlıyor
  12. Küresel Düzenin Hikayesi, XII. Bölüm, Büyük Savaş (1914-1918)
  13. Küresel Düzenin Hikayesi, XIII. Bölüm, Son Gambit ve I. Dünya Savaşı’nın Sonu
  14. Küresel Düzenin Hikayesi, XIV. Bölüm, Versay Düzeni
  15. Küresel Düzenin Hikayesi, XV. Bölüm, Çılgın 1920’li Yıllar
  16. Küresel Düzenin Hikayesi, XVI. Bölüm, Büyük Buhran ve Hayallerin Sonu (1929-1934)
  17. Küresel Düzenin Hikayesi, XVII. Bölüm, II. Dünya Savaşı’na Doğru (1935-1939)
  18. Küresel Düzenin Hikayesi, XVIII. Bölüm, Yıldırım Savaşı (1939-1940)
  19. Küresel Düzenin Hikayesi, XIX. Bölüm, Küresel Savaşa Doğru (1940-1941)
  20. Küresel Düzenin Hikayesi, XX. Bölüm, Devlerin Savaşı
  21. Küresel Düzenin Hikayesi, XXI. Bölüm, Savaş Rüzgarları Yön Değiştiriyor
  22. Küresel Düzenin Hikayesi, XXII. Bölüm, Müttefikler Savaşı Kazanıyor (1943-1945)

Dünyanın ekonomik ve jeopolitik düzeninin nasıl oluştuğunu anlattığım yazı dizisi XXI. Bölümü ile devam ediyor.

II. Dünya Savaşı 1942 yılının yaz aylarında dönüm noktasına ulaşmıştı. Almanların 1942 yaz harekatı, diğer adı ile “Fall Blau” Sovyetler Birliği’nin enerji sahalarını ele geçirerek, Almanya’nın çok ihtiyaç duyduğu petrol rezervlerini kazandırmak ve Sovyetler Birliği’nin ordularını ve savaş sanayini yakıtsız bırakarak savaşamaz duruma getirmekti.

Harekatın stratejik hedefi,  Rostov-Maikop-Grozny ekseni üzerinde ilerleyerek Bakü petrol sahalarını ele geçirmek idi.

Almanların Kafkasya’ya olan harekâtın kanatlarını korumak için, başka bir Alman ordular grubu ise Harkov-Voronezh ekseninden taarruz ederek Volga Nehri kıyısındaki büyük sanayi şehri Stalingrad’ı ele geçirmeyi hedefliyordu.

İnsanlık tarihinin en büyük kanlı savaşı olan Stalingrad Savaşı’nın zemini böyle oluşmuştu.

Bu arada tam 10,000 km. ötede Pasifik Savaşı’nda olağanüstü olaylar oluyordu. Japon Birleşik Donanması’nın komutanı Amiral Isoruku Yamamoto, 7 ay önce Pearl Harbor Baskını sırasında limanda olmayan Amerikan uçak gemilerini tuzağa çekip imha etmek için karmaşık bir plan hazırlamıştı.

Yamamoto, Amerikalıların mutlaka savunmak zorunda kalacağı bir noktayı seçerek, Amerikan donanmasını buraya çekip, Amerikan uçak gemilerini imha etmeyi hedefliyordu. Seçilen hedef Midway Atolü idi.

Midway tam da adının tanımladığı gibi Pasifik Okyanusu’nun orta noktasıdır. Eğer Midway düşürülüp, aynı zamanda  Amerikan Pasifik donanmasının filo tipi uçak gemileri (fleet carrier, en büyük tip uçak gemisi)  tuzağa düşüp, imha edilirse, Hawaii Adaları tamamen savunmasız kalacaktı.

Böylece Amerikalılar; Pasifik’te tutunacak bir üs ya da donanma olmaksızın, Amerika Birleşik Devletleri’nin batı kıyısına yani San Diego’ya kadar geri atılmış olacaktı. Yamamoto, Tokyo’daki hayalperestlerin aksine Amerikan sanayi kapasitesinin gücünü çok iyi tanıyordu. Tek umudu; kısa bir süre içinde Amerikalıları tuzağa düşürerek, tam bir yenilgiye uğratmak ve sonrasında Amerikalıların müzakareli bir barış masasına oturmalarını sağlamaktı.

Washington’da ise değişik bir hava vardı. Başkan Roosevelt ve Genelkurmay Başkanı George C. Marshall, Mihver Devletleri’ne karşı savaşta, Pasifik’te Japonların muazzam zaferlerine rağmen savaşın öncelikli hedefinin Nazi Almanyası’nın kesin olarak mağlup edilmesi olarak belirlemişti. Bu stratejinin arka planında Nazi Almanyası’nın çok daha tehlikeli bir askeri güç olması ve Alman atom bombası programı vardı.

Roosevelt ve Marshall 20. yüzyılın en kritik stratejik kararını vermişti. Ve bu kararın Pearl Harbor Baskını sonrasında Amerikan kamuoyunda yaratmış olduğu büyük tepkiye rağmen verilmiş olması, takdire şayandır.

Amerikalıların Pasifik donanması halen Japonlara karşı sayısal ve nitelik anlamda zayıftı. Japonların 1942 ortasında hem savaş gemileri daha yeni ve tonaj olarak fazla, hem de Japon pilotlarının deneyimi Amerikan pilotlarına göre çok daha ileride idi.

Avcı uçaklarında ise Amerikan Grumman F4F Wildcat, Japon Mitsubishi A6M Zero uçağına göre hız, manevra yeteneği ve menzil açısından dezavantajlıydı. Japon uçağı daha hafif yapıda inşa edilmiş olup, düşman ateşi altında daha dayanıksızdı ama uçağın hızı ve  tırmanma ve manevra yetenekleri bu zayıflığı örtüyordu.

Ancak Amerikalıların elinde çok önemli bir koz vardı. O da Japon donanmasının haberleşme kodlarını bir ölçüde kırmış olmaları idi. 1942 ortasında bu haberleşmenin 5 kelimesinden biri, Amerikalılar tarafından deşifre edilebiliyordu. Amerikalılar, bu yolla Japon Birleşik Donanması’nın hedefinin Midway olduğunu anlamışlardı.

Bu arada Yamamoto’nun planlarını hızlandıran iki faktör oluşmuştu.

İlki Amerikan filo uçak gemisi Hornet’in küçük bir filo eşliğinde Japon kara sularına yaklaşarak,16 B-25B Mitchell bombardıman uçağını kaldırıp, bu uçaklar ile Tokyo’nun bombalanması idi. Bu bombardıman Amerikalılar için bir cins propaganda ve moral eylemi idi.

Bombardıman uçakları Tokyo’da pek az zarara neden olmuştu ki, zaten bunlar uçak gemisinden kalkmaya dahi uygun değildi, bu sebeple ağırlıkları azaltılmıştı. Amerikan filosu uçakların geri dönmesini beklemeyecekti, çünkü filo derhal Japon donanmasının hedefi olacaktı. Uçaklar Tokyo’yu bombaladıktan sonra Çin’e inecekti.

Amerikalıların bu sembolik harekâtında Tokyo’da pek az bir tahribat olmuştu ama çılgına dönen Japon ordusu Çin’de uçakların indiği bölgelerde tam 320,000 insanı çoğu sivil olmak üzere acımasızca ortadan kaldıracaktı. Tokyo’da bu bombardımanda sadece 50 kişinin hayatını kaybettiğini not düşelim. 

Tokyo’nun bombalanması Yamamoto üzerindeki baskıyı arttırmıştı. Midway planının öne alınmasındaki ikinci sebep ise Mercan Denizi savaşında Amerikalıların filo uçak gemisi olan Lexington’ı kaybetmiş olmasının yanı sıra Yorktown’ın da aldığı ağır hasarlar nedeni ile batmış olduğu varsayımı idi. Japonlar Orta Pasifik’te sadece Enterprise ve Hornet filo tipi uçak gemilerinin olduğunu varsayıyordu. Amerikalılar daha çok uçak gemisi denize indirilmeden, fırsat değerlendirilmeliydi.

Hâlbuki Yorktown, Pearl Harbor’da hızla tamir ediliyordu, Pearl Harbor Baskını sırasında Amiral Nagumo’nun üçüncü dalga taarruzunu yapmayıp, imha etmediği devasa tamir tesislerinde…

Pasifik Savaşı’nın dönüm noktası 4-7 Haziran 1942 Midway Savaşı’dır. Amerikalılar Japon donanmasını 3 filo tipi uçak gemisi, Enterprise, Yorktown ve Hornet ile beklerken; Japon donanmasının vurucu gücü Amiral Nagumo komutasında 4 filo tipi uçak gemisi ile Midway’e yaklaşmıştı. Yüzlerce kilometre geriden de bizzat Yamamoto, ana muharebe gemileri ile Midway’e doğru seyir ediyordu.

Nagumo’nun beceriksizliği ve kararsızlığı Japon uçak gemisi grubunun komutasında çok büyük hatalara yol açacaktı. Midway Japon uçak gemileri tarafından bombalandığında pistlerde Amerikan uçaklarının olmaması, Amerikalıların taarruzdan önceden haberlerinin olduğunun göstergesi idi.

Nagumo bu önemli işareti atlamıştı. Daha sonra Amerikan uçak gemileri Japon vurucu gücünü tespit edip, uçaklarını gönderdiği zaman bu taarruz dalgaları tek tek Japon avcı uçakları tarafından imha edilecekti.

İşte bu noktada artık Japon vurucu gücü Midway’e taarruz etmeyi bırakarak, derhal rotasını değiştirmeli ve esas hedefini Amerikan uçak gemileri olarak belirlemeliydi. Bunun bedeli, Midway’i bombalayan uçakların yakıtısız kalarak denize inmeleri olacaktı. Ayrıca ordunun çıkartma filosu da tam bombalanmamış olan Midway’e taarruz etmeyip geri dönecekti. Nagumo, Tokyo’da iktidarı tutan Japon Kara Kuvvetleri cuntasına karşı açık vermek istemiyordu.

Nagumo kararsızlık içinde uçak gemilerinin rotasını değiştirmeyip, Midway’den dönen uçaklarını bekleyecekti. Uçak gemilerinde kalan bombardıman uçaklarına da kara hedeflerine uygun bombaları yükletirken duygusal davranmıştı.

Uçak gemilerinin üstü mühimmat yüklenen uçaklarla dolu iken, bir anda Amerikan uçak gemilerinin kaldırdığı son dalga pike bombardıman uçakları Japon filosunun üzerinde belirdi.

Filoyu koruyacak Japon avcı uçakları ya yakıt alıyordu ya da bir önceki dalgayı oluşturan Amerikan torpil uçaklarını imha ederken alçak irtifada kalmıştı. Amerikan pike bombardıman uçakları yüksek irtifadan, Japon uçak gemilerine taarruz ederken filo savunmasız kalmıştı.

Japonlar kısa zaman içinde Agaki, Kaga ve Soryu uçak gemilerini kaybettiler.

Hiryu uçak gemisi derhal uçaklarını kaldırarak, Amerikan filo uçak gemisi Yorktown’ı batırdı. Hiryu görevinin bir intihar görevi olduğunu biliyordu. Karşısında üç Amerikan uçak gemisi vardı. Nitekim Enterprise ve Hornet’ten kalkan uçaklar ise, Hiryu’yu batıracaktı.

Yamamoto hiçbir zaman Nagumo ile çalışmak istememişti. Stratejik konumda olan bir yönetici veya komutana çalışmak istemediği ve yetersiz bulduğu bir ast ile çalışmaya zorlamanın sonucunu gösteren en güzel örnek Midway’dir.

Japonya’nın 4 filo tipi uçak gemisini yitirmesi ile artık Japonlar taarruz edecek bir deniz kuvvetine sahip değildi, kalan uçak gemilerinde uçak ve pilot eksikleri vardı.

Yamamoto, savaşı tamamen kaybettiklerini anlamıştı.

Eğer Japonlar savaşı kazanıp, Amerikan uçak gemilerini imha etselerdi, Amerikalıların koca Pasifik Okyanusu’nda tek bir filo tipi uçak gemisi, Pear Harbor’a yeni ulaşmış olan Saragota kalacaktı.

Yamamoto yaralarını sararken, Amerikalıların bir süre sesiz kalacağını umuyordu. Ancak sadece iki ay sonra dev bir Amerikan filosu güney Pasifik’te Solomon adaları önüne gelerek ve Guadalcanal’a taarruz edecekti. Pasifik Savaşı’nın devasa alanını şöyle gözünüzde canlandırabilirsiniz: Midway ve Guadalcanal arasında kuş uçuşu yaklaşık 4900 km. mesafe vardır.

Amerikalılar Guadalcanal’ı derhal ele geçirip, adadaki uçak pistini onarmaya başladığı zaman Japon Birleşik Donanması da bölgeye ulaşacaktı. Japonlar adaya çıkarma yapınca Guadalcanal üzerinde tam 6 ay süren bir kara, deniz ve hava savaşı olacaktı.

Amerikalılar kayıpları çok ağırdı: 2 filo tipi uçak gemisi, 6 ağır kruvazör toplam 29 savaş gemisi. Japonların kayıpları ise yeri doldurulamazdı: Bir hafif uçak gemisi, iki ana muharebe gemisi, 3 ağır kruvazör. Ama esas yeri doldurulamayacak olan Mercan Denizi, Midway ve Guadalcanal’da yitirilen deneyimli pilotlardı.

Bugün Guadalcanal, dalış sporları için oldukça çekici bir noktadır. Bölgede çok sayıda savaş gemisi ve uçak enkazı mevcuttur. Savaşın anısı için, günümüzde bölgede seyir eden gemilerin uymaları gereken önemli bir adet vardır. Bu muazzam deniz savaşlarında hayatını kaybeden denizcilere saygı olarak, bölgede tam bir sukut ile seyir edilir. Bölge “Iron Bottom Bay”  olarak da bilinir.

Guadalcanal’da Amerikalıların da gücü tükenmişti. Ellerinde Pasifik’te seyreden sadece iki filo tipi uçak gemisi kalmıştı: Enterprise ve Saragota. Ama Amerikan tersaneleri arka planda, çok sayıda yeni tip uçak gemileri üretir durumdaydı.

Japonlar 1943 başında Guadalcanal’ı terk etmek zorunda kalacaklardı. Yamamoto, uçaklarını ve gemilerini Solomon Adaları ve Yeni Gine’de batıya çekerek, bu bölgedeki adaları batmaz bir uçak gemisi olarak kullandı. Aylarca süren hava savaşlarında Japonlar Amerikalılar’a ağır kayıplar verdirdi. Ancak Amerikalıların kayıpları telafi edilebilirdi, Japonların böyle bir olanağı yoktu.

Yamamoto birliklerine moral amaçlı olarak bir ziyaret yapmayı planlarken, bu ziyaretin rotası Amerikan şifre çözücüler tarafından kırıldı. Bizzat Amerikan Başkanı Roosevelt’in onayı ile Amiral Yamamoto’nun uçağına taarruz edilecekti.  

Yamamato’yu taşıyan Mitsubishi G4M “Betty” bombardıman uçağı, Guadalcanal’dan kalkan  18 adet Lockheed P-38G avcı uçakları tarafından düşürülecekti. Amiralin cesedi, karada eli katanasının kabzasını sıkıca tutarken bulundu. Amiral’e Tokyo’da büyük bir cenaze töreni düzenlenecek, naaşının külleri özellikle gizli sevgilisinin evinin önünden geçirilerek gömülecekti.  

Yamamoto, Japonya’nın komuta sınıfı içinde büyük stratejiden anlayan tek kişiydi. Savaşın kaybedildiğini daha, savaşın başında, çok başarılı olarak görünen Pearl Harbor Baskını sırasında anlamıştı.

Pearl Harbor Baskını sonrasında, sevinçten ve isteriden çılgına dönen Japonya’da bir gazeteci şu soruyu sormuştu:” Efendim, halk sizi Tanrı gibi görüyor, ne düşünüyorsunuz.”

Yamamoto’nun yanıtı çok anlamlı idi: “Ben bir tanrı olsaydım, bu savaşı başlatmazdım.”

Yamamoto’nun ölümü esnasında, Amerikalılar yeni tip ABD F4U Corsair ve P-38 avcı uçaklarının üretimini çok büyük ölçekte yaparken, birçok filo tipi Essex sınıfı uçak gemisinin inşası devam ediyordu. Bu uçaklar, Japon avcı uçaklarından daha üstündü. Amerikalılar özellikle gece deniz savaşlarındaki üstünlüğünü de, Amerikalılara kaptırmıştı. Amerikan savaş gemileri radarın avantajını kullanıyordu.     

Japonlar savaşa nitelik ve sayı olarak avantajlı başlamıştı. Ama savaş sırasında, diğer büyük güçlerin aksine, ürettiği savaş donanımı neredeyse büyük bir teknolojik ilerleme kaydetmeyecekti. Örneğin Japon avcı uçakları, 1943 sonunda demode kalacak, 1944 sonundan itibaren de çoğunlukla intihar görevlerinde kullanılacaktı.

Japonların 1943 ortasında Pasifik’te aktif olan 6 uçak gemisine karşın Amerikalıların 3 uçak gemisi vardı. Ancak Japon uçak gemileri pilot yetersizliğinden dolayı tam amaçlı kullanılamıyordu. Bu neden ile 1942 sonundan 1944 ortasına kadar, Japonlar uçak gemilerini savaşa sokamayacaklardı. 1944 ortasında ise Japon uçak gemileri savaşa sokulduğu zaman, çoğunluğu imha olacaktı.

ABD’nin sanayi kapasitesinin gücü ABD donanmasını öyle bir düzeye getirmişti ki, 1943 sonunda Pasifik’te Amerikan 9 uçak gemisine karşı 6 Japon uçak gemisi mevcut iken, denge 1944 ortasında 17 Amerikan uçak gemisine karşın 4 Japon uçak gemisi şeklinde değişecekti. Üstelik Amerikalılar sadece Pasifik Savaşı’na yönelik üretim yapmıyordu. Amerikalılar 1942-1943 yıllarında Pasifik’te savaşırlarken, Atlantik’te Alman denizaltılarına yönelik büyük bir savaş yürütüyor, Kuzey Afrika ve İtalya’ya çıkartma yapıyor, Almanya’yı ağır bombardıman uçakları bombalıyor, Sovyetler Birliği ve İngiltere’ye inanılmaz miktarda hammadde, yarı mamul, her türlü savaş gereci ve sivil malzeme yardımı yapıyordu. Amerikan ekonomisi 1943 yılında tam ısındığı zaman şu an için inanılmaz sayılar olan, günde bir destroyer, saatte bir avcı uçağı yapabilir durumda idi.

Mesela Guadalcanal’da muazzam bir donanma savaşı devam ederken, Amerikalılar tam 350 savaş gemisi eşliğinde 500 nakliye gemisi ile Kuzey Afrika’ya çıkartma yapabilecek bir güçteydi. Bütün bunlar olurken de Amerikalılar atom bombası projesi ve B-29 ağır bombardıman uçakları gibi tarihin en pahalı projelerini geliştirebiliyordu.

Zamanında Harvard Üniversitesi’nde akademik çalışmalar yapmış, ABD’de askeri ateşe olarak görev yaptığı sırada Kuzey Amerika’daki sanayi bölgelerini tek tek gezmiş olan Amiral Yamamoto boşuna yukarıdaki sözleri sarf etmemişti. Tokyo’da yönetimde bulunan askeri cuntadaki hayalperestler, nasıl bir devi uyandırdıklarının farkında olmamıştı. Aynı öngörüsüzlüğü Naziler de Moskova Savaşı’nı kaybettikleri esnada ABD’ye savaş ilan ederek göstermişlerdi. Bu sayede ilk önce Amerikan bombardıman uçaklarını daha sonra da ABD ordularını işgalleri altında tuttukları Avrupa’ya davet etmişlerdi.  

Pasifi Savaşı devasa bir savaştı ama II. Dünya Savaşı’nın kaderi Rusya’da belli olacaktı.

1942 sonbaharında, Almanlar Stalingrad’ı sokak sokak, bina bina almak için çabalarken, Alman ordularının Kafkasya’daki ilerleyişi yavaşlamıştı. Almanların stratejik hataları Japonların ki gibi ideolojik ve operasyoneldi. Alman uçaklarının bombardımanı sonucunda Stalingrad adeta moloza dönmüştü, şehrin artık Almanlar için bir değeri kalmamıştı ama Stalin’in ismini taşıyan bu şehrin ele geçirilmesi Hitler için bir saplantı haline gelmişti. Yıkık şehirdeki savaş her iki taraf için de büyük kayıplara sebep olurken, Sovyetler Almanları Kafkasya’da Grozny’e ulaşamadan durdurmuştu.

Hitler’in aslında şu sözü savaşı bu noktada kaybettiğinin itirafıdır: “Eğer Maykop ve Grozny’deki petrolü elde edemezsem, bu savaşı bitirmeliyim.” 

Stalingrad Savaşı insanlık tarihinin en kanlı savaşıdır. Şehrin büyük fabrikalarında mesela devasa Stalingrad Traktör Fabrikası’nda savaş sokak sokak değil, bina bina değil, katlar arası ve günlerce sürebiliyordu. Şehrin her metresi Sovyetler tarafından inanılmaz bir inatçılıkla savunulurken, şehrin kanalizasyon şebekesi de savaşın başka bir cephesi idi. Şehri savunan Sovyet 62. Ordusu’nun sloganı şu idi: “Volga’nın ötesinde başka toprağımız yok.”

Şehir zaten Volga Nehri kıyısında bitiyordu. Bu sloganın Sovyet askerlerine verdiği tek bir mesaj vardı: Savaş, öl ama geri çekilme!”  Zaten Sovyetler, NKVD askeri polis bölüklerini savaşan Sovyet birliklerinin arkasına yerleştiriyordu. Geri çekilenlerin üzerine yaylım ateşi açılıyordu. 

Savaşa gönderilen Sovyet askerleri Saratov şehrinde toplanıyor, bu birlikler üç gün boyunca tren ile yolculuk yaparken Alman savaş uçaklarının taarruzuna uğruyor ve tren yolculuğu şehrin 50 km. doğusunda bitiyordu. Buradan yürüyüş ile askerler Volga Nehri’ne ulaşıyor ve küçük tekneler ile Stalingrad’a nakil ediliyorlardı. Nehir sürekli Alman topçusu ve uçaklarının ateşi altında idi. Şehre ulaştıklarında ise artık Alman hatları nehre birkaç yüz metre yaklaşmış durumda idi. Cepheye ulaşanların sadece %20’si hayatta olabiliyordu. Stalingrad Savaşı sırasında sıradan bir Sovyet askerinin ömrü birkaç gün ile ölçülüyordu.

Almanlar için bu savaşın boyutu anlaşılamazdı. Bir Alman askeri şunu günlüğüne yazmıştı: “Volga’ya ulaşmamız gerekli. Nehri görebiliyoruz, sadece birkaç yüz metre ötede. Uçaklarımız ve topçumuz tam destek veriyor ve deli gibi savaşıyoruz ama nehre ulaşamıyoruz. Tüm Fransa seferi bile, Stalingrad’da tek bir fabrika için yaptığımız savaştan daha kısa sürdü. Sovyetler son adamına kadar savaşıyor. Daha kaç yüz bin askeri bu savaşa bağlayacaklar? Bu cehennem ne zaman sona erecek?”

Ancak Moskova için bu müthiş kayıpların başka bir mantığı vardı. Olası bir Alman taarruzu için Moskova çevresinde toplanmış çok sayıda tümen, büyük bir gizlilik içinde Stalingrad’ın onlarca kilometre ötesinde, şehrin kuzey batısı ve güneydoğusunda yer alan, Volga Nehri üzerindeki köprübaşlarına sevk ediliyordu.

Almanların en iyi donanımlı 6. Ordusu ve 4. Panzer Ordusu şehirde savaşırken, bu orduların kanatlarını, ellerinde doğru düzgün tanksavar silahı olmayan müttefikleri, İtalyan, Romen ve Macar orduları tutuyordu.

Almanlar artık şehirde direnişi kırmak üzere iken, 18 Kasım 1942 tarihinde Alman ordularının kanatlarına 13,400 top ve 894 tank ve 1.1 milyon askerden teşkil Sovyet orduları görülmemiş ölçekli bir taarruz başlattı. Şehrin kuzeydoğusu ve güney batısında toplanmış bu dinlenmiş ve tam teçhizatlı orduların çelik kıskaçları, Stalingrad’ın batısında birleşecekti. 

Alman 6. Ordusu tamamen ve 4. Panzer Ordusu kısmen kuşatıldı ve aylarca süren kanlı savaştan sonra 3 Şubat 1943 tarihinde Stalingrad’da hayatta kalan tüm Alman birlikleri teslim oldu. Stalingrad Savaşı’nda toplam 2 milyon insanın öldüğü ya da yaralandığı biliniyor. Daha yeni akademik çalışmalar ise toplam kayıpların 2.5-3 milyon insanı kapsadığını iddia ediyor.

Amerikalı askeri stratejist, Vietnam Savaşı gazisi,  ünlü Doğu Cephesi tarihçisi Albay David Glantz Stalingrad’daki savaşın boyutunu şöyle ifade eder: “Stalingrad; 1916 Verdun, 1916 Somme ve 1939-1942 arasındaki Yıldırım Savaşı döneminin toplamı kadar muazzam bir savaştır.”  Bu yaklaşımın, her ne kadar abartılı olsa da, David Glantz gibi bir isimden gelmesi önemlidir.   

Almanlar için Stalingrad felaketi, artık savaşı kaybedecekleri konusundaki son işaretti.

Almanlar için 1942 sonunda çok daha büyük bir tehlike mevcuttu. Sovyet orduları Stalingrad’ı bir cebe sıkıştırdığı gibi, sürat ile güneye Rostov’a akıyordu. Eğer Kafkasya’daki Alman orduları hızla geri çekilerek Rostov’a Sovyetler’den önce ulaşamazlar ise bu kez 1,000,000 Alman askeri Kafkasya’da kuşatılmış olacaktı.

Alman A Ordular Grubu eğer Kafkasya’da kuşatılmış olsaydı, modern tarih yeniden yazılırdı.

Alman cephesinin çökmesini engelleyen, belki de Almanların en dahi komutanı olan Mareşal Erich von Manstein olacaktı. Elindeki pek az birlik ve tank ile Rostov’u tutarak Alman ordularının Kafkasya’dan kaçışını sağlamıştı. Bu başarıda halen dondurucu soğukta tifüs ve dizanteriden kırılan Stalingrad’da teslim olmayarak savaşan Alman askerlerinin de rolü vardı, bunlar savaşarak ve hayatta kalarak çok sayıda Sovyet tümenini bağlamıştı.

Meşhur tarihçi ve stratejist, Sir Antony James Beevor Stalingrad’daki korkunç durumu şu örnek ile özetlemişti:

“Kuşatma altındaki Alman birlikleri açısından en basit sağlık operasyonları dahi yapılamaz durumda idi. Tifüs ve dizanteri o kadar yaygındı ki, birkaç günde ölüm geliyordu. Alman hastabakıcılar ve doktorlar dirseklerine kadar eldivenler giyiyordu. Ameliyat masasında ölen askerlerin üzerindeki bitler ölüm anında cesetteki sıcaklık değişimini anlayarak sürüler halinde doktor ve hastabakıcıların eldivenlerine doğru akın ediyordu. Eldivenleri ateşe atmaktan başka çare yoktu.

Bir doktorun, bitlerin de muhakeme yeteneği kazandığı Stalingrad’dır dediği kayda geçmişti.”

Sovyet taarruzları, Alman Güney Ordular Grubunu Kafkasya’da imha edememişti ama daha güçlü bir taarruz geri çekilen Almanları Dinyeper Nehri’nin doğusunda bugün Ukrayna-Rusya Savaşı’nın sıklet merkezi olan topraklarda, Karadeniz’e doğru sıkıştırıp imha etmeyi hedefliyordu. Manstein’ın Harkov’u da bırakarak batıya çekildiğini duyunca çılgına dönen Hitler, Doğu Prusya’daki “Kurt İni” isimli üssünden uçarak, Manstein’ın bugünkü güneydoğu Ukrayna’daki Zaporozhye şehrindeki üssüne geldi.  Manstein mızrak uçları gibi ilerleyen Sovyetler’e karşı bir plan hazırlamıştı. Adeta yerinde duramayan Hitler’den doğudaki Alman hava gücünün tamamını istedi. Hitler planı kabul etti.

İkili plan üzerinde anlaşmış iken, 19 Şubat 1943 günü belki de savaşın en garip olayı cereyan edecekti. Üsse gelen hararetli bir radyo mesajı bir Sovyet tank birliğinin üsse yaklaşmakta olduğu bilgisi geldi. Hitler ve Manstein ile Sovyet tankları arasında savunma yapacak doğru düzgün bir birlik yoktu. Bir zırhlı tren üzerindeki ağır uçaksavar topları ile üssü savunmak için mevzi alırken, Hitler hızla meşhur Focke-Wulf 200 uçağına bindirildi.

Manstein Sovyet tanklarının yakıtının azaldığını tahmin etmiş, bu müthiş olaylar içinde esasen Hitler’in bir dert olarak başından uçup gitmesi ile rahat bir nefes almıştı. Elinde artık ilerideki harekat için kullanabileceği Alman ordusunun önemli zırhlı bir rezervi ve hava gücü vardı.  Fazlaca ilerlemiş Sovyet zırhlı birliklerine artık bir “backhand” vuruşu vurabilirdi. Elinde zorlukla tuttuğu Rostov artık önemini kaybetmişti. İyi bir satranç oyuncusu olan Manstein Rostov ve çevresindeki dar koridoru boşaltarak adeta rok yapmış, şahını güvene almış, şimdi kalesini yani elindeki panzer ordularını kuzeyden gelerek arkasına sarkmaya çalışan Sovyet ordularını bozguna uğratmak için kullanacaktı. 

Nitekim 1200 savaş uçağının desteği ile Manstein elindeki 4. Panzer Ordusu, I. Panzer Ordusu Sovyetlerin 5 zırhlı kolordusunu ezecek ve Harkov’u geri alacaktı. Ne var ki, ilkbahar yağmurları bölgeyi çamur deryasına çevirdiği zaman cephede tüm hareket duracaktı. III. Harkov Savaşı Almanya’nın son başarılı stratejik taarruzudur.

Almanlar Kuzey Afrika’da da geriliyordu. 1942 yılının yaz aylarında  Rommel Mısır sınırına kadar ilerlemişti. Ancak İngilizler Rommel’i El-Alameyn ve Alam El Halfa’da durdurmayı başarmıştı. Almanların İngiliz hatlarını kıracak gücü yoktu. İngilizler aylarca yaptıkları hazırlık sonrasında büyük bir üstünlükle taarruza geçerek Almanları II. El Alameyn savaşında kesinlikle mağlup ettiler. Rommel birliklerini yüzlerce kilometre geriye doğru Trablus’a doğru çekerken, Amerikalılar Fas’a muazzam bir çıkartma yapmıştı. Rommel Tunus’a doğru çekilirken önünde İngilizler, arkasında Fas ve Cezayir yolu ile gelen Amerikalılar vardı. 1943 başında Alman ve İtalyan orduları Kuzey Afrika’da umutsuz bir duruma gelmişti. Ancak Çöl Tilkisi’nin askeri becerisi kaybolmamıştı. Amerikalılara Kasserine Geçiti’nde 18-24 Şubat 1943 tarihinde öldürücü bir darbe vuran Rommel, Almanlara birkaç ay daha kazandıracaktı. Amerikalılar donanım ve sayıca çok üstündü ama Almanlar’dan öğrenecekleri çok şey vardı.

Kasserine Geçiti bugün Amerikan doktrini içinde önemli bir yer tutar: Amerikalılar asla ve asla Kasserine Geçiti olayından bugüne kadar, ezici bir hava ve topçu üstünlüğü olmadan hiçbir kara savaşına girmeyecektir.    

Rommel’in zaferi garip bir şekilde Almanların çok aleyhine oldu. Kuzey Afrika’yı tutabileceğine inanan Hitler, bu bölgeye daha çok asker ve donanım gönderecek, ama bu birlikler sadece iki ay sonra kuşatılarak imha olacaktı. Almanlar Tunus’ta Stalingrad ölçeğinde bir mağlubiyet yaşamıştı.

Almanların gözü Doğu Cephesi’nde idi. III. Harkov Savaşı cephede içinde Kursk şehrini barındıran dev bir çıkıntı yaratmıştı. Hitler, bu devasa çıkıntının kuzey ve güneyinden büyük bir taarruz yaparak, çıkıntıyı kuşatarak çok sayıda Sovyet ordusunu imha etmeyi planlıyordu. Yeni ve rakiplerine göre oldukça güçlü, yeni jenerasyon Panther, Elefant ve Tiger tankları bu harekatta kullanılacaktı.  Bu harekattan esir olarak alınması planlanan yaklaşık 1 milyon Sovyet askerinin, eksik işgücüne sahip fabrikalarda çalıştırılması dahi planlanmıştı.

Tarihin en büyük tank savaşı başlamak üzere idi.

Almanların bu noktadan sonra savaşı kendi koşullarıyla kazanmaları konusunda umutları yoktu, sadece savaşı kaybetmemek için, son zarlarını atmaya hazırlanıyorlardı.         

Mail listesine katılın

Yeni yazılardan haberdar olun.

Teşekkürler! Kayıt oldunuz.

Üzgünüz. Kayıt olamadınız.

İLGİLİ Yazılar

error: Tüm içerik koruma altındadır!