Küresel Düzenin Hikayesi, XXII. Bölüm, Müttefikler Savaşı Kazanıyor (1943-1945)

  1. Küresel Düzenin Hikayesi, I. Bölüm, Westfalya Düzeni (1648-1789)
  2. Küresel Düzenin Hikayesi, II. Bölüm, Fransız Devrimi’nin Öyküsü  (1789-1799)
  3. Küresel Düzeninin Hikayesi, III. Bölüm, Napolyon Savaşları (1799-1815)
  4. Küresel Düzenin Hikâyesi, IV. Bölüm: Viyana Düzeni
  5. Küresel Düzenin Hikâyesi, V. Bölüm: Tek Kutuplu Dünya ve Pax Brittanica
  6. Küresel Düzenin Hikayesi, VI. Bölüm, Genç Amerika Birleşik Devletleri’nin Yükselişi
  7. Küresel Düzenin Hikayesi, VII. Bölüm, Devrimler Çağı ve Viyana Düzeninin Sonu
  8. Küresel Düzenin Hikayesi, VIII. Bölüm, Birleşik Almanya’nın Doğumu
  9. Küresel Düzenin Hikayesi, IX. Bölüm, Çok Kutuplu Dünyanın Doğumu ve Yeni Emperyalizm Çağı (1861-1899)
  10. Küresel Düzenin Hikayesi, X. Bölüm, Büyük Savaşa Doğru (1899-1914)
  11. Küresel Düzenin Hikayesi, XI. Bölüm, Dünyayı Değiştiren Yüz Gün, I. Dünya Savaşı Başlıyor
  12. Küresel Düzenin Hikayesi, XII. Bölüm, Büyük Savaş (1914-1918)
  13. Küresel Düzenin Hikayesi, XIII. Bölüm, Son Gambit ve I. Dünya Savaşı’nın Sonu
  14. Küresel Düzenin Hikayesi, XIV. Bölüm, Versay Düzeni
  15. Küresel Düzenin Hikayesi, XV. Bölüm, Çılgın 1920’li Yıllar
  16. Küresel Düzenin Hikayesi, XVI. Bölüm, Büyük Buhran ve Hayallerin Sonu (1929-1934)
  17. Küresel Düzenin Hikayesi, XVII. Bölüm, II. Dünya Savaşı’na Doğru (1935-1939)
  18. Küresel Düzenin Hikayesi, XVIII. Bölüm, Yıldırım Savaşı (1939-1940)
  19. Küresel Düzenin Hikayesi, XIX. Bölüm, Küresel Savaşa Doğru (1940-1941)
  20. Küresel Düzenin Hikayesi, XX. Bölüm, Devlerin Savaşı
  21. Küresel Düzenin Hikayesi, XXI. Bölüm, Savaş Rüzgarları Yön Değiştiriyor
  22. Küresel Düzenin Hikayesi, XXIII. Bölüm, II. Dünya Savaşı’nın Sonu ve İki Kutuplu Dünya Düzeninin Sancıları
  23. Küresel Düzenin Hikayesi, XXIV. Bölüm, Kızıl Dalga
  24. Küresel Düzenin Hikayesi, XXV. Bölüm, Soğuk Savaş Tırmanıyor!

Prolog:  Vinnitsa, Bugünkü Ukrayna  

17 Şubat 1943 tarihinde, Yıldırım Savaşı doktrinin babası Orgeneral Heinz Guderian’ın telefonu çaldı. 1941 Aralık ayında Moskova önlerindeki panzer ordusunu geri çekmek zorunda kaldığı için, Hitler ile yapmış olduğu hararetli bir tartışma sonrasında görevinden azledilmişti.  Guderian’a bu tarihten itibaren hiçbir görev verilmediği gibi, Gestapo’nun yakın izlemesi altında idi. Kuzey Afrika’da savaşan Mareşal Rommel rahatsızlandığında, yerine Guderian önerildiğinde, “Guderian’ın kara listede olduğu” ifade edilmişti. 

 Telefonda kendisinin derhal bugünkü Ukrayna’da yer alan Vinnitsa’daki ana komuta merkezine çağrıldığını öğrendi. Bizzat Hitler ile görüşecekti. Vinnitsa’ya ulaştığında Hitler ile görüştürüldü. Guderian, 16 ay sonra Hitler’i kayda değer bir şekilde yaşlanmış, kamburu çıkmış ve titreyen ellerini zaman zaman bacaklarının arasına sıkıştırır halde gördü.

Stalingrad’da uğranılan muazzam bozgun, Kuzey Afrika’daki yenilgiler Alman diktatörünün tüm dengesini bozmuştu. Hitler’in Guderian’ı çağırma nedeni belli idi. Almanya’ya zaferler kazandıran Yıldırım Savaşı doktrininin babasından, bu kez harap olmuş Alman zırhlı birliklerini toparlayacak tepe bir görev yani zırhlı birlikler genel müfettişi görevini kabul etmesini istiyordu. Bu görev tank üretiminden, zırhlı birliklerin reorganizasyonuna kadar uzanan geniş bir görevdi ve doğrudan Hitler’e bağlı çalışacaktı.

Guderian Almanya’nın ne kadar tehlikeli bir durumda olduğunu biliyordu. Doğu Cephesi Leningrad’dan başlayarak, Smolensk üzerinden Harkov’a kadar uzanan devasa bir cephe idi ve sanki kırık dökük tuğlalar ile örülmüş bir duvar gibiydi. Kuzey Afrika’daki Alman orduları Amerikalılar ve İngilizler arasında Tunus’ta sıkışmıştı.

Anglo-Amerikan hava taarruzları Alman şehirlerini ve sanayi merkezlerini hedef alıyordu. Daha Mayıs 1942’de Köln’ün 1,046 bombardıman uçağı ile bombalanması ile başlayan İngiliz-Amerikan hava taarruzları şehirleri tahrip etmeye başlamış idi.

Almanların başarı ile yürüttükleri denizaltı savaşı ise tam başarının zirvesindeydi: Müttefikler Mart 1943’te sadece bir ayda 704,000 tonluk gemi kaybetmişti. Bu kayıpların ölçüsünü kıyaslamak için bugün ABD’nin en modern nükleer uçak gemisi olan Gerald Ford uçak gemisinin yaklaşık 100,000 tonluk bir büyüklüğe sahip olduğunu ifade edeyim. Almanlar Mart 1943’te sadece 12 denizaltı kaybetmişti. Ancak Müttefikler Alman denizaltı sorununu teknik ve operasyonel yenilikler ile birkaç ayda kökünden çözeceklerdi.

Sovyetler açısından ise durum karmaşıktı. Almanlara Stalingrad ve sonrasında ağır darbeler vurmalarına rağmen, Ukrayna’da ilerleyen Sovyet orduları, Almanların karşı taarruzları karşısında büyük kayıplar vermişlerdi. Kuzeyde Leningrad halen kuşatma altındaydı ve merkezde de Almanlar, Rzhev-Vyazma ekseninde halen Moskova’ya tehlikeli bir şekilde yakındı. Sovyetlerin 1941-1943 dönemindeki materyal ve insan gücü kayıpları inanılmaz bir düzeydeydi.

 Sovyetlerin, 1941 ortasından itibaren T-34 tipi tankların cepheye sürülmesi ile başlayan Almanların tanklarına karşı olan teknik üstünlükleri ortadan kalkmıştı. Almanlar hızla temel tankları olan Panzer IV tankının hem zırhını hem de topunu yenilemiş, özellikle monte edilen yeni 75 mm. L/43 topu savaşın sonuna kadar Panzer IV tankını tüm müttefik tanklarına karşı etkili kılacaktı.

Daha da önemlisi Almanlar 3. jenerasyon tankların, Panther ve Tiger tanklarının yapımına başlamıştı. Sovyetler bu dönemde ellerinde çok sayıda T-34 tankı ile sayıca Almanlara karşı üstün, teknik anlamda ise geride kalmıştı. Sovyetler akıllıca davranarak, sürat ile ellerindeki tank şasilerine, uzun ve geniş namlulu topları monte ederek, tareti olmayan yani topları dönmeyen tank avcıları yapmaya başladı: SU-76, SU-85, SU-122, SU-152.

Bu araçlar taretsiz olduğu için ucuz ve hızlı bir şekilde üretiliyordu ve taret gerekmediği için çok daha ağır toplar taşıyabiliyordu. Özellikle bu zırhlı araçlar savunmada yani araç hareket etmediği zaman çok başarılı idi. Sovyetler, Almanları topraklarından atabilmek için endüstriyel, stratejik ve taktik anlamda çok çalışmaları gerektiğinin farkındaydı.

İngiliz ve Amerikalılar, Almanları Tunus’ta sıkıştırmıştı ama Avrupa anakarası Almanlar açısından bir kale gibiydi. Bu kaleyi fethetmek kolay olmayacaktı. Amerikan sanayisi özellikle Avrupa savaşı için muazzam bir üretim yaparken, Amerikalılar Pasifik ve Uzakdoğu’daki savaşta da sayısal, nitelik ve teknolojik olarak öne geçmişti. 1942-1943 döneminde Almanya’ya yapılan hava saldırıları dikkat çekiciydi ama halen Alman sanayinin çıktısını pek etkilememişti. Üstelik bu hava taarruzlarındaki pilot ve uçak kayıpları ağırdı. Almanlar Doğu cephesinden avcı uçaklarını Alman hava sahasını korumak için nakletmeye başlamıştı.

Avrupa’da sonun başlangıcı: Kursk, Rusya

Almanlar Doğu cephesinde oluşmuş bir çıkıntıya gözünü kestirmişti. Plana göre Kuzey ve güneyden iki koldan planlanan taarruz ile Alman zırhlı birliklerinin kolları Kursk’un doğusunda birleşecek ve beş ordudan oluşan yaklaşık 1.5 milyon Sovyet askeri esir ya da ölü olarak Sovyetlerin muazzam kayıp listesine eklenecekti. Almanlar; Sovyetlere vurulacak böyle bir darbenin Doğu cephesinde bir soluk getireceğini, belki de yeni fırsatlar yaratırken, batıda beklenen Anglo-Amerikan taarruzuna hazırlık için zaman kazanacaklarını umuyordu.

Bu arada Almanların Kuzey Afrika serüveni Tunus’ta sona ermişti. Çoktan geri çekilmesi gereken Alman-İtalyan birlikleri Tunus’ta teslim oldu. Tunus’taki gereksiz direniş Almanlara ve İtalyanlara 360,000 asker, 450 tank ve 3000 savaş uçağına mal olmuştu. Bu Almanlar için Stalingrad gibi bir felaketti. Hitler’in mantıksız inadı, Almanların en iyi askerlerinin esir düşmesine neden olduğu gibi, artık Sicilya veya Güney Yunanistan bir Müttefik çıkartmasına karşı savunmasız kalmıştı. Akdeniz’de boş yere kaybedilen uçaklar ise özellikle Almanya’nın hava savunması için kritik önemde idi.

Almanlar daha da öldürücü hatayı Kursk’ta yapacaklardı.

Sovyetler Almanların Kursk’a olan ilgisinin farkındaydı. Zaten haritaya bakan herhangi biri dahi böyle bir çıkıntının iştah kabartacağını görebilirdi.

Sovyetler Kursk çıkıntısını aylardan beri inanılmaz bir ölçüde, 300,000 sivil inşaat işçisinin çalışmaları ile tahkim ediyordu. Kursk çevresinde kuzey ve güneyde her yönde tam üçer savunma hattı kurulmuş yaklaşık, 10,000 km. uzunlukta iç içe siperler kazılmıştı. Bu savunma hatlarına yerleştirilen mayın sayısı yaklaşık 943,000 adetti. Ayrıca Sovyetler Kursk’un hemen gerisine son derece kuvvetli tank birliklerini rezerv olarak eklemişti.

Almanlar Temmuz 1943 tarihinde bu çıkıntıya taarruz ettiğinde, sert bir savunma ile karşılaştı. Almanlar 435,000 asker, 3155 tank ve 9966 top gibi muazzam bir güçle taarruz etmesine rağmen, Sovyetler asker sayısında 3:1, tank ve zırhlı araçlar sayısında 1.5:1 gibi üstünlüğe sahipti. Almanların yeni sınıf Panther ve Tiger tankları ile Elefant tank avcıları topları ve zırhları ile çok üstündü ancak bu yeni tankların süspansiyon ve vites kutusu sorunları çok yaygındı. Sovyet tankları basit ve güvenilir bir tasarıma sahipken, bu yeni Alman tankları oldukça karmaşık bir mühendislik tasarımına sahipti.  Çoğu zaman cephede tamir edilmeleri olanaklı değildi.

 Kursk harekâtı devam ederken Müttefiklerin Sicilya’ya çıkartma yaptıkları haberi geldi ve Kursk harekâtı iptal edildi. Zaten başarılı olamayacaktı.

Sovyetler bu kez kendileri, çeneyi oluşturan çıkıntılara taarruz ederek Almanları geri atmaya başladı. Bu kez Dinyeper Nehri’nin doğusundaki Almanlar nehir ile Karadeniz arasında kuşatılma tehlikesi altına girmişti. Almanlar Kursk harekâtı ile Guderian’ın aylar boyunca kurduğu son derece kıymetli tank rezervini harcadığı gibi, bir boksör gibi aparkatını rakibinin gardında eritmiş, Almanların kendi taarruzu ile açılan gardına, Sovyetler usta bir boksör gibi sıkı kroşelerle girmişti. İlk defa bir Alman stratejik taarruzu, düşmanın ana savunma hatlarını aşamadan durdurulmuştu.

Doğu Cephesi’nde tam inisiyatif Sovyetlere geçiyor

Almanlar; 1941 Moskova’da tüm savaşı kendi şartları ile kazanamayacağını anlamıştı. 1942-1943 Stalingrad felaketi, Almanların savaşı kaybedeceğini belirlemişti. Ancak halen bu tarihte dahi Almanların mağlubiyetinin sınırı belli değildi. 1943 Temmuz tarihli Kursk stratejik taarruzu ise Almanların savaşı, tamamen kaybedeceğinin işareti idi.

Almanya artık tüm savaş boyunca Doğu cephesinde stratejik bir taarruza girişemeyecekti. Almanların son stratejik taarruzu, savaşın son perdesinde yine Ardennes ormanlarında Amerikalılara karşı olacaktı.

Sovyetlerin kayıpları tanklarda 5:1, piyadelerde ise 4:1 olmasına rağmen Sovyet taarruzları iyice momentum kazanmıştı. Almanları Moskova ekseninden adım adım uzaklaştırarak, Rzhev-Vyazma-Smolensk ekseninde geri atacaklardı. Ama esas Sovyet başarıları bugünkü Ukrayna sınırlarındaydı. Harkov, IV. Harkov savaşı ile düşmüş, Almanlar sürat ile Dinyeper’in batısına çekilmeye başlamıştı.  Kiev Sovyetler tarafından kurtarılacaktı. Sovyetler birkaç ay içinde ülkelerinin 3. ve 4. büyük şehirlerini kurtarmıştı.

 Burada Almanların Ukrayna’da savaşan Güney Ordular Grubu komutanı Mareşal Erich von Manstein’ın olağanüstü başarısını not düşmek gerekir. Çok üstün Sovyet güçlerine karşı taarruzlar ile büyük kayıplar verdirerek, ordularını kuşatılmadan Dinyeper’in batısına çekebilmişti. Kiev’i ele geçiren Sovyetlere hem Kiev’de hem de Zhithomir’de ustaca karşı darbeler vurarak rakibi Mareşal Vatutin’i zor duruma dahi düşürmüştü. Manstein’ın tekniği sayıca çok üstün olan Sovyet birliklerinin ilerleyişine karşı barajı sel önünde kurmadan, ilerleyen Sovyet kollarının kanatlarına öldürücü taarruzlarda bulunmaktı. Diğer bir deyişle toprak ve alan kaybetmekten çekinmeden, ordularını kuşatılmadan geri çekip, karşı saldırılar ile Sovyetlerin bitmez tükenmez gibi görünen güçlerini aşındırıyordu.

1943 sonunda Almanların tank güçleri, Almanya’da Guderian ve Speer gibi dehaların çabalarına rağmen iyice erimişti. Almanlar ilk defa fasit bir çember içine girmişti: Alman birlikleri bu tarihe kadar iyi ve yeterli eğitim görmelerine rağmen; artık Doğu cephesindeki her yeni bozgun derhal yeni takviye gerektiriyor, yeni takviyeler ise çoğunlukla yeterli eğitim alamadan cepheye geliyordu. Almanların tank ve piyade kayıpları bu noktadan sonra sert bir şekilde artmaya başlamıştı.   

Alman diktatörünün Manstein’a karşı sabrı iyice tükenmişti. Manstein II. Dünya Savaşı’nın savaşan tüm büyük güçlerinin askeri liderlerin arasında en parlak olanı idi. Esasen Hitler’in aklı tam çalışsaydı, savaşa yönelik giderek artan müdahalelerini bırakarak, tüm Alman silahlı kuvvetlerinin komutasını Manstein’a bırakırdı.

Ancak Manstein soğuk ve dominant bir profildi, Hitler ile olan giderek harareti artan tartışmaları sırasında Alman diktatörü, mahiyetinin önünde zor duruma düşüyordu. Ne de olsa Mareşalin ataları yedi kuşaktan beri Prusya askeri sisteminin parlak generalleri arasında yer alırken, diğerinin askeri olarak ulaştığı en yüksek kademe onbaşılık idi. Hitler politik anlamda şeytani bir zekaya sahip olsa da kendisinin eğitimi, görgüsü, hayat görüşü ve askeri anlamdaki bakışı oldukça geride kalmıştı. Önceden hazırlanmamış konuşmaları hariç olmak üzere, diyalogları basit, çok az çeşitli kelimeler içerirdi. Bu nedenle monolog şeklinde konuşmayı tercih eder, bir aksi fikir ortaya konulunca genel olarak bağırarak karşısındaki sustururdu. Manstein’ın Prusya kökeni Alman diktatörünü rahatsız ettiği gibi, Manstein’ın her toplantıda bir profesör gibi cephedeki duruma yaklaşması ve Alman diktatörüne karşı çürütülemez tezler sunması artık bardağı taşırmak üzere idi.  

 İkilinin tartışmaları öyle bir noktaya gelmişti ki, artık Hitler kendi itibarını korumak için Manstein’ı azledecekti. Manstein görevden ayrılırken komutasında olan Güney Ordular Grubu’ndan çok manidar bir hediye aldı: İki dövüşen horozun resmedilmiş bir tablo…

Bu arada 1943 sonunda Sicilya’yı ele geçiren Müttefikler, İtalyan anakara karasına Saleno’ya çıkartma yapmıştı.  İtalyan diktatörü Mussolini iktidardan düşecek ve bir dağ otelinde hapsedilecekti. Yeni İtalyan hükümeti, teslim olmak üzere Müttefikler ile görüşürken, Almanlar bu durumu sezmişti. Süratle Alman motorize tümenleri bir yıldırım gibi İtalya’yı işgal ederek, İtalyan birliklerini teslim alacaktı. Almanlar, Müttefiklere teslim olmak için Akdeniz’e açılmış olan İtalyan ana muharebe gemisi Roma’yı, tarihin ilk güdümlü bombaları ile batıracaktı. Bir özel SS paraşütçü birliği ise, bugünün teknolojisi ile dahi şaşırtıcı sayılabilecek bir operasyona imza atacak, Mussolini’nin tutulduğu dağ oteline planörler ile inerek, Mussolini’yi kaçıracaktı. Başlarındaki komutan, girişeceği gözü pek eylemlerle, ölümüne kadar 1970’lere kadar adı efsaneler ile anılacak Otto Skorzeny idi.

Otto Skorzeny’nin bir sonraki hedefi Tahran’da bir araya gelecek olan ABD Başkanı Roosevelt, İngiliz Başbakanı Churchill ve Sovyet lideri Stalin idi. Bu son derece cesur ve başarı ihtimallerinin son derece düşük olduğu bir plandı. Ancak Tahran operasyonu planın bir şekilde sızması nedeni ile iptal edildi.

28 Kasım-1 Aralık 1943 tarihleri arasında Tahran’da yapılan konferans aslında çok önemliydi. Savaş sonrası sınırları, büyük güçlerin etki alanları, Birleşmiş Milletler kavramı, Almanya ve Japonya’nın kayıtsız ve şartsız teslim olana kadar savaşın devam edeceği, Almanya ve Japonya’nın işgal bölgelere ayrılacağı bu konferansta ilk defa tüm liderler tarafından ele alınmıştı.  

Anglo-Amerikan birlikleri yavaş yavaş İtalya’yı oluşturan çizme şeklindeki coğrafyada Roma’ya doğru ilerlerken, Roma’yı örten Alman savunma hattının arkasına Anzio’ya çıkartma yapacaklardı. Ancak Almanlar sayıca ve nitelik olarak çok üstün Müttefik birliklerini az daha denize geri dökecekti. “Almanlar esas kuvvetlerini Sovyetlere karşı bağlamamış olsa, Müttefikler İtalya’da başarılı olabilir miydi?” sorusunun yanıtı aslında bellidir.

1943 yılının sonunda Almanya’ya karşı hava taarruzları şiddetlenecekti. Amerikalılar 1943 sonunda P-51 Mustang isimli yeni tip avcı uçağını bombardıman uçaklarına eşlik ettirerek, Alman hava sahası üzerinde hakimiyet kurmuştu. P-51 Mustang avcı uçakları, manevra yeteneği, hızı, menzili ve silahları ile mükemmel bir uçaktı. Artık doğuda Berlin-Dresden hattına kadar Amerikan ve İngiliz bombardıman uçakları avcı uçakları korumasında uçabilir hale gelmişti. P-51 Mustang uçaklarının koruması ile Alman hava sahasında hareket eden Anglo-Amerikan bombardıman uçaklarının kayıpları azaldığı gibi, hedef üzerinde kalma süreleri de artacaktı. 1943’te hava taarruzlarına rağmen Alman sanayisinin çıktısı önemli derecede artmıştı ancak 1944’ten sonra bu çıktı azalmaya başlayacaktı.     

Almanlar denizaltı savaşında da kötü bir sürprizle karşı karşıya kalmıştı. Çok sayıda Amerikan eskort uçak gemisi Atlantik’te görev yapmaya başlamış, Atlantik’te hava korumasının olmadığı alan kalmamıştı. İleri sonar teknolojileri artık Alman denizaltıları için ölümcül bir tehditti. 1943 yılı ortasından başlayan muazzam denizaltı kayıpları sebebi ile, Almanlar denizaltılarını Atlantik’ten geri çektiler.

1944 ortasına geldiğimizde, Müttefikler Roma’nın güneyindeki Alman savunma hatlarını kırmaya çalışırlarken, dünyanın eski manastırlarından biri olan ve Hristiyanlık alemi için kutsal bir yapı olan Monte Cassino’daki ana Alman hattına taarruz ettiler. Monte Cassino öyle bir bombalanacaktı ki, birkaç gün içinde Monte Cassino’ya düşen bombaların tonajı, Berlin’e tüm savaş boyunca atılan bomba tonajını geçecekti. Ancak Almanlar inanılmaz bir güç ve profesyonellikle İngiliz-Amerikan birliklerine olağanüstü kayıplar verdirecekti. Monte Cassino için Amerikalılar şu acayip ve mübalağalı sözü söylemişti:” Eğer Tanrı, Monte Cassino’da olsaydı, O da ölürdü.”     

Bu arada biz yine savaşın sıklet merkezi olan Sovyetler Birliği’ne dönelim. Sovyetler 1944 başında taarruza geçerek, ülkenin ikinci büyük şehri olan Leningrad’ın kuşatmasını kaldırdı. Bu ölümsüz şehir tam iki buçuk yıl kuşatma ve Alman bombardımanı altındaydı. Aynı tarihlerde, Sovyetler Ukrayna’yı kurtararak, 1939 Ekim tarihli Polonya sınırına yaklaşmıştı. Ayrıca Almanların müttefiki olan Romanya sınırına da ulaşmışlardı. Nisan-Mayıs 1944 tarihlerinde Kırım’daki Alman savunması da kırılacaktı. Ancak artık devamlı taarruz eden Sovyetler dahi insan gücü sıkıntısı çekmeye başlamıştı. Savaşın bu safhasında her stratejik taarruz, Sovyet birliklerinde %22-25 oranında kayıp yaratıyordu.

Ancak Sovyetler bu dönemde 6.4 milyon asker, 5800 tank, 101400 top ve roketatar ile 13400 savaş uçağına sahipti. Diğer bir deyişle, askerde 2:1, tanklarda 2.5:1, topçu silahlarında tam 12.6:1, savaş uçaklarında 4.5:1 gibi üstünlüğe sahipti.       

Sovyetler, güneyde bu göz alıcı ilerlemeleri ile Alman Merkez Ordular Grubunun kanatlarına ulaşmıştı. Sovyetler göz göre göre 4 tank ordusunu Alman merkezinin güneyine, yani balkon şeklindeki kanatlarına yerleştirdi. Almanlar, bu tehlikeyi görerek rezervlerini güneye aktardılar. Sovyetlerin bu tank orduları ile merkezde yer alan Alman ordular grubunu güneyden batıya doğru bir harekât ile kuşatacağını düşünmüşlerdi.

Ancak Sovyetler Almanları kandırmıştı. Ana Sovyet tank orduları Smolensk’te yani Alman Merkez Ordular grubunun tam karşısında toplanıyordu: İnsanlık tarihinin günümüz dâhil en büyük stratejik taarruzunun hazırlığı başlamıştı.  

Haziran 1944’e geldiğimizde Amerikalılar Roma’ya girmiş, 6 Haziran 1944 tarihinde Müttefikler kuzey Fransa’da, Normandiya’ya çıkartma yapmıştı. Almanlar uzun süreden beri olası bir çıkartmaya karşı Fransa kıyılarını tahkim ediyordu ama bu savunmayı kurabilmek için ne zamanları ne işgüçleri ne hava güçleri ne de bu uzun kıyı şeridini koruyacak birlikleri vardı.

Müttefiklerin hava ve deniz gücü üstünlükleri ile çıkan birlikler hızla tutunacak, mükemmel bir lojistik sistemi ile güçlendirilecekti. Almanlar çıkartma sonrası kıyıda Müttefik cebini büyük bir umutsuzlukla bir ay kadar çevreleyebilmişti. Ancak Müttefiklerin hava ve topçu gücü bu çevremeyi Falaise’de kırdı: Falaise’deki Alman birlikleri öyle bir bombalandı ki, savaştan az sayıda kurtulan Alman esirlerinin kulaklarından kan geldiği görülmüştü.

 Falaise cebi imha edildikten sonra Fransa’da Alman direnişi neredeyse kalmadı. Almanlar sürat ile geri çekilerek, Hollanda ve Alman sınırına kadar geri çekildi.

.Sovyetler bu arada Romanya sınırına kadar gelmişti. Ama esas darbe Doğu cephesinde merkezde vurulacaktı. Bu arada Sovyetler ile anlaşan Finlandiya savaştan çekilmiş, topraklarındaki eski müttefiklerine, Almanlara taarruza başlamıştı.

Sovyetler 23 Haziran 1944 tarihinde insanlık tarihinin en büyük harekâtı olan Bagration harekâtına başladılar: Rezervler hariç olmak üzere, 2.5 milyon asker, 6000 tank ve zırhlı araç, 45,000 topçu ve roketatar ve 8000 savaş uçağı, Doğu cephesinin merkezine Vitebsk ve Minsk hattına taarruz etti. Taarruz o kadar başarılı olacaktı, Almanların en güçlü ordular grubu olan Merkez Ordular Grubu tamamen imha olacaktı. Sovyetler artık bugünkü Beyaz Rusya/Belarus’u geçerek, Varşova yakınlarına kadar ulaştı.

Bu olaylar yaşanırken, 20 Temmuz 1944 tarihinde Doğu Prusya’daki ana karargâhta, Hitler’e bir bombalı çanta ile suikastte bulunuldu. Hitler bu girişimden canını kurtarmıştı ancak zaten oldukça bozuk olan akıl ve muhakeme kapasitesi daha da bozulacaktı. 

Sovyetlerin bu taarruzu sırasında korkunç bir gerçek ortaya çıktı. 16 Ağustos 1944 tarihinde Doğu Polonya’da ilerleyen Sovyetler, Madjanek ve Treblinka ölüm merkezine ulaştı. Bu ölüm fabrikaları, diğer dört ölüm merkezi ile; Musevilerin, bir kısım Sovyet esirlerinin ve Nazilerin ortadan kaldırmak istediği diğer etnik grupların, topluca katledildiği ölüm merkezlerinden biriydi. Sovyetler Madjanek’i tahrip edilmeden ele geçirmişti. Sovyetler derhal durumu uluslararası basına duyurdu ama savaş haberleri nedeni ile dünya kamuoyu gerçeği tam anlayamadı.  

Bunlar toplama kampı değil, milyonlarca insanı yok etmek üzere kurulmuş ölüm fabrikaları idi. Kalan üç ölüm merkezinin ele geçirilmesi ise Sovyetlerin 6 ay sonra yapacağı taarruza kalacaktı. Sobibor ölüm merkezi bir yıl önce kahraman bir Sovyet esiri, Yüzbaşı Alexander Perchersky’nin çıkardığı isyan sonucunda kapatılmıştı.    

Bu arada Müttefikler Hollanda’da Ren Nehri üzerindeki Arnheim köprüsünü ele geçirmek için tarihin en büyük paraşüt indirme harekâtını yapmıştı. Ancak stratejik önemdeki Arnheim Almanların elinde kaldığı gibi, Müttefikler ağır bir yenilgiye uğramıştı. Halbuki Arnheim operasyonuna ayrılacak kaynaklar, Batı cephesinde güneyde hızla ilerleyen Amerikan generali Patton’a verilseydi, savaş daha da erken bitebilirdi.  Ancak Müttefik başkomutanı Eisenhower, müttefiki olan İngilizlere politik bir ödün vermiş, Arnheim harekâtını onaylamıştı.

Bu arada Amerikalılar geniş bir cepheden Almanya sınırına dayanmış ancak Alman savunma hatlarını yaramamıştı. Müttefiklerin tamamen hava hakimiyeti mevcuttu ancak tankları Alman ve Sovyet zırhlı araçlarına göre zayıftı. Amerikalılar savaşın genel planlamasında önemli bir hata yapmışlar, çok sayıda Alman tankı ile karşı karşıya kalacaklarını düşünerek, Alman tanklarına karşı tank avcıları tasarlamışlar, kendi tanklarının ise sadece piyadelerini destekleyeceklerini varsaymışlardı. Sonuç olarak Almanların beklenenden daha az tankı Batı cephesinde vardı ve Amerikan-İngiliz tankları ile çatışmalarında Müttefik tankları korkunç kayıplar veriyordu. Alman ikinci jenerasyon tankı olan Panzer IV dahi örneğin Müttefiklerin temel tankı olan M4 Sherman’a göre çok daha üstündü. Yeni nesil Alman tankları Panther ve Tiger tankları ise daha Sherman tankları ateş edecekleri menzillerine ulaşmadan, çok daha uzun mesafeden bu tankları hem de en kalın zırhlarının olduğu önden avlıyordu.  

Batılı Müttefikler zayıf ancak çok sayıdaki tanklarını tam olarak güncelleyemeden savaş bitecekti ama Sovyetler savaşın başından beri kullandığı, savaşın başında dünyanın en iyi tankı olan T-34/76 tankını yenileyerek savaşa devam etmişlerdi. 1944 başında T-34, 85 mm. çaplı yeni topu ile sahaya çıktı. T-34/85, Alman ağır tankları Tiger ve Tiger II hariç tüm Alman tankları için dikkate alınır bir rakip olacaktı. Bu dönemde Alman Panther ve Tiger tanklarının eksikleri büyük ölçüde giderilmiş, bunlar teknik anlamda Sovyet ve İngiliz-Amerikan tasarımlarına göre çok üstün tanklardı. Ancak tasarımları karmaşık, üretim hızları ve sayıları düşüktü. Üretim maliyetleri çok yüksekti. Tüm bunlar, Almanya’nın zırhlı birlikler açısından her zaman sayıca dezavantajlı olması anlamına geliyordu.   

Sovyetler yeni bir ağır tankı, 122 mm. topa sahip IS-2 tankını da aynı tarihlerde cepheye süreceklerdi. IS-2, Alman Tiger ve Tiger II tankları kadar başarılı bir tasarım değildi ama Alman ağır tanklarına göre çok sayıda üretilecekti.          

Ancak Müttefiklerin hava ve topçu üstünlüğü ile bitmez tükenmez olan cephaneleri Batı cephesinde belirleyici idi. Almanların ilk hedef aldıkları ve en çok çekindikleri Amerikan askerleri sırtlarında radyo vericisi olanlardı. Basit bir çavuş rütbesindeki irtibat askeri bir anda sinyal ve koordinat vererek hem topçu hem de hava bombardımanı başlatabiliyordu. Alman alay komutanlarının dahi elinde bu ölçekte bir topçu ya da hava bombardımanı başlatma yetkisi ve olanağı yoktu.   

Almanlar 1944 Ağustos tarihinde başka bir büyük yenilgi tattı. Sovyet orduları, Almanya’nın müttefiki olan Romanya sınırında oldukça sağlam bir müdafaa ile tutuluyordu. Sovyetler yaklaşık dört aylık bir hazırlık dönemi sonrasında, bu cephede tam 1.3 milyon asker, 1874 tank ile taarruz etti. Romen hükümeti düştüğü gibi, Sovyetler ile anlaştı ve Romanya Almanya’ya savaş ilan etti.  Romanya’nın taraf değiştirmesi, Almanya’nın en önemli petrol rezervi olan Ploesti yataklarını kaybetmesi anlamına geliyordu. Romenlere verilen tanklar da karşı tarafın eline düşmüştü.

Bu noktada çok önemli bir olay gerçekleşti. Sovyetler Birliği, Alman yanlısı hükümeti deviren darbeyi yürüten Romen Kralını siyasi güç olarak tanıdı. Kralın altında oluşan yeni Romen hükümeti, kayıtsız ve şartsız olarak Müttefiklere teslim oldu ama bu anlaşmada bir gariplik vardı: Teslim anlaşmasında Müttefikleri temsilen sadece Sovyetler Birliği’nin ismi geçiyordu. Amerikalılar ve İngilizler’e, Sovyetler anlaşmadan önce bilgi dahi vermemişti. Ağustos 1944’te bu olaylar olurken, çok daha başka önemli olay daha oluyordu. Sovyetler, Bagration Harekâtı ile Vitebsk’ten Varşova önlerine tam 850 km. savaşarak, sadece 2 ayda ulaşmış, Vistula Nehri üzerinde durmuşlardı. Sovyetlerin durma sebebi bu kadar başarılı bir harekât sonrası yakıt ve cephanelerinin sınıra dayanması idi. Sovyetler ile Varşova arasında sadece Vistula Nehri bulunurken, Varşova’da Polonyalı milliyetçiler Almanlara karşı ayaklandı. Bu ayaklanma tüm Varşova’yı sardı. Sovyetler müdahale etmeyeceklerdi çünkü ayaklananlar İngiltere’de sürgündeki Polonya hükümetinin unsurları idi. Bu arada Sovyetler ele geçirdikleri Doğu Polonya’da komünistlerden oluşan yeni bir Polonya hükümeti kurdu. Doğu Polonya Almanlardan kurtarılmıştı ama Londra’ya yeni sevimsiz haberler geliyordu: Sovyetler, “kurtarmış oldukları” Doğu Polonya’da geniş çaplı tutuklamalara başlamıştı. Tutuklananların tamamı Londra’da sürgündeki Polonya hükümetine bağlı kişilerdi. Yaklananlar tren katarlarına doldurulup, Sovyetler Birliği’ne gönderiliyordu. Bunlardan asla haber alınamadı.

Varşova Ayaklanması sırasında İngiliz ve Amerikalılar; bombardıman uçaklarını kargo uçağı gibi kullanarak, üstelik avcı uçağı koruması olmadan Varşova semalarına göndererek, silah, cephane ve yiyecek yardımı yapmaya çalıştı. Ancak Sovyetler hava sahalarını müttefiklerinin uçaklarına kapayacaktı. Bu uçaklar yüklerini bıraktıktan sonra üslerine geri uçmak zorunda kaldılar, Sovyet bölgesine zorunlu iniş yapan uçaklar enterne edildi.

Aslında Soğuk Savaş, Ağustos 1944 tarihinde, Romanya ve Polonya’da başlamıştı. Amerikalılar halen farkında değildi ama İngiliz Başbakanı Churchill olacakları önceden sezmişti.

Varşova’da Polonyalılar kahramanca tam iki ay savaştı. Almanlar şehri bina bina yıkarak ayaklanmayı bastırdı. Bu savaş belki de insanlık tarihinin en acımasız savaşlarından biridir. Buradaki acımasızlık Nazi ölçütlerini dahi aşmıştı ki, ayaklanmayı bastıran bazı SS birliklerinin komutanları tutuklanacaktı.

Sovyetler Romanya ve Bulgaristan’ı ele geçirmiş, bu ülkeler Almanya’ya savaş ilan etmişti. Sovyetler Alman işgalindeki Yugoslavya’ya ilerlerken, iki ordu grubu da Almanya’nın son müttefiki olan Macaristan’a girmiş, Budapeşte’ye doğru ilerliyordu. Merkezde ise Sovyetler Vistula üzerinde üç tehlikeli köprübaşı tutmuştu ki, bu köprübaşlarını Almanlar köreltemiyordu.

Kuzeyde ise Sovyetler Doğu Prusya sınırına gelmişti. Ancak Doğu Prusya altı adet içi içe derinlikten oluşan muazzam savunma sistemleri ile korunuyordu ki bu sistemlerin bazılarının inşa geçmişi tam üç yüz yıla dayanıyordu.   

 Doğu Prusya sınırını geçen bir grup Sovyet askerinin Nemmersdorf’ta sivillere karşı yaptıkları katliam, Almanlar için çok kötü bir kehanetti. Sovyetler sadece kadınları, çocukları öldürmemiş, Nemmersdorf’ta işçi olarak çalıştırılan Fransız ve Belçikalı savaş esirlerini de katletmişti.  

Naziler Nemmersdorf’ta olanları geniş bir propaganda kampanyasına çevireceklerdi. Nemmerdorf sadece altı ay sonra Doğu Almanya topraklarında; Batı ve Doğu  Prusya, Pomeranya, Silezya ve Berlin’de olacakların habercisi idi. Almanlar, Sovyetler Birliği’ni işgal ettiğinde akıl almaz insanlık suçları işlemişti. Artık Sovyet askerlerinin birçoğu için intikam zamanı gelmişti. Daha da önemlisi, Sovyet askerleri kitle halinde, Almanlardan kurtarılan ülkelerde ve hatta müttefikleri olan Yugoslavya’da yüzbinlerce kadına tecavüz etmekte idi. Yugoslavya partizanlarının lideri olan Josef Tito, ki Tito’nun güçleri tam 21 Alman tümeni ile savaşıyordu, Stalin’e yazdığı mektupta bu toplu tecavüzlerden şikayetçi olmuştu. Stalin’in yanıtı sert ve acımasızdı: ”Askerlerimiz genç insanlar. Biraz eğlensinler. Bunu hak ettiler.”  Yugoslavya, Romanya, Baltık Cumhuriyetleri, Macaristan ve Polonya’da olanların çok daha kötüsü Doğu Almanya ve Avusturya’da yaşanacaktı.

1944 sonunda Amerikalılar ilk kez bir Alman şehrine, Aachen’a kadar ulaşmıştı. Amerikalılar, Almanların güçlerinin tükendiği düşünürken; Almanlar ellerdeki son rezervi Amerikalılara karşı kullanmak üzere, Ardennes ormanlarında harekata hazır tutuyordu.

Almanlar iki tank ordusu, iki piyade ordusu ile beraber 16 Aralık 1944 tarihinde Amerikalılara karşı sürpriz bir taarruz başlattı.  Hedef Müttefik cephesinin en zayıf noktasına keski ile vurmak, cepheyi bu noktada kırarak, Müttefik güçlerini birbirinden ayırmak ve lojistik anlamda çok önemli olan Antwerp limanını ele geçirmekti.

Hitler, Sovyetler 1945 yılında kış taarruzuna başlamadan önce Amerikalılara sert bir darbe vurmayı istiyordu. Bu taarruz Amerikalara başlangıçta çok ağır kayıplar verdirdi ve cephede bir panik başlattı. Ancak hava koşullarının iyileşmesi ile kalkan Amerikan uçakları ilerleyen Alman tanklarına büyük kayıplar verdirdi. Bu taarruz Almanlar açısından stratejik bir başarısızlıktı. Ellerindeki yerine konulamayacak kıymette tankların çoğunluğu bu anlamsız taarruzda harcanmıştı.   

Sovyetler tam beş aydan beri Vistula üzerindeki köprübaşlarında muazzam bir hazırlık yapıyordu. Alman askeri istihbaratı, Doğu Polonya’da yeni döşenen tren hatlarını, köprü başlarına gelip, geri dönen sayısız tren vagonunu tespit etmişti.

Bu örgütün başında olan genç bir general olan Reinhard Gehlen, Sovyet hazırlıklarını son derece ayrıntılı ve isabetli bir şekilde gösteren, özel bir rapor halinde sundu. Sovyetler kuşattıkları Budapeşte’yi düşürmek üzereydi, ama esas taarruz Vistula üzerinden Batı Polonya ve Doğu Almanya üzerine yapılacaktı. Rapor Hitler tarafından “sahtekarlık” olarak değerlendirildi ve rafa kaldırıldı, Gehlen görevinden savaşın sonuna doğru azledilecekti. Yine de Gehlen tarih sahnesine daha yeni sahneye çıkmıştı. Savaşın sonunda Amerikalılara teslim olacak, Soğuk Savaş’ta 1970’lerin sonuna kadar çok önemli roller üstlenecekti.

Guderian Hitler’e Sovyet taarruzunun her an gerçekleşebileceğini, Alman cephesinin derhal geri alınarak, başlayacak yoğun topçu bombardımanın boşa çıkartılması gerektiğini söylese de dinletemedi. Daha önce de Amerikalılara karşı Ardennes taarruzunun yapılmaması gerektiğini, bu zırhlı birliklerin Vistula üzerindeki Sovyet köprübaşlarına karşı kullanılması gerektiğini ifade etmişti.

 Nitekim 12 Ocak 1945’te Sovyet taarruzu başladığı zaman, Alman cephesi yoğun bombardıman ile adeta buharlaşacaktı.  Sovyetler bu taarruza 2.2 milyon asker, 4500 tank, 2500  adet diğer zırhlı araçlar, 32,000 adet top ve roketatar ile 5000 savaş uçağı tahsis etmişti. Sovyetler asker açısından 5:1, zırhlı araçlar açısından 7:1, top ve roketatarlar açısından ise 8:1, savaş uçakları açısından 15:1 üstünlüğe sahipti.  

Artık Kızılordu Doğu Almanya’ya girmişti. Amerikalılar ise Ardennes taarrruzunda kaybettikleri sektörleri büyük ölçüde geri almışlardı.

Uzakdoğu’da sonun başlangıcı: Kiribati, Tarawa  Atolü

Uzakdoğu’daki savaşta 1943 yılında nispeten durgundu. 1942 yılının büyük deniz savaşları geride kalmıştı. Amerikalılar Pasifik’teki büyük Japon hava ve deniz üsleri olan Truk, Rabaul ve Tayvan’ı işgal etme girişiminde bulunmadan, çok yoğun hava taarruzları ile etkisiz hale getirdiler.

Amerikalılar Yeni Gine ve Solomon Adaları’nda ilerlerlerken, adeta adadan adaya sıçrıyordu. Çin’de Japonlar halen ilerlemelerine devam ederken; Çin’in kırsalı geceleri Çinli direnişçilerin kontrolündeydi. Japonlar Çin’de hem kimyasal hem de biyolojik silah kullanmaya devam ediyordu.

Japonlar, en parlak stratejisyenleri Amiral Isoruku Yamamoto’nun ölümünden sonra, Merkez Pasifik’te büyük bir Amerikan taarruzu bekliyordu. Japonların tek umudu ellerindeki Mariana Adalarını batmaz bir uçak gemisi olarak kullanarak, Amerikan güçlerine büyük bir yenilgi yaşatarak, barış masasına oturmaktı. Mariana Adaları, Saipan ve  Guam Japonların en önemli savunma noktası idi. Bu adalar düşerse, Japonya hava taarruzlarına uğrayabilirdi.

Amerikan taarruzu 1943 sonunda Mariana Adaları’na değil Gilbert Adaları’nı vuracaktı. Tam 17 uçak gemisi (6 büyük boy filo tipi, 6 hafif uçak gemisi ve 6 eskort tipi uçak gemisi), 12 ana muharebe gemisi, 12 kruvazör ve 66 destroyerden oluşan güç, Gilbert Adaları’na saldıracaktı. Ancak bu muazzam güce rağmen, daracık bir atol olan Tarawa’da Amerikan piyadeleri çok kayıp verecekti.

Tarawa ince uzun bir adacıktır. Uzunluğu sadece 3.2 km., genişliği en geniş yerinde sadece 730 metredir. Bu kadar küçük adada böyle büyük bir donanmanın deniz ve hava bombardımanı taş üzerinde taş bırakmaması gerekirken, Japonlar sadece 2600 asker ile   35,000 Amerikan askerine toplam 3100 asker kayıp verdirecekti. Tarawa’da yanmış tahrip olmuş Amerikan çıkartma gemileri ve amfibi araçlarının resimleri gazetelerde yayınlandığında Amerikan kamuoyu şok geçirecekti.

Tarawa’daki kayıplar Amerikalılar atom bombalarını çok ileride kullanma kararının ilk gerekçelerinden biridir.

Gilbert ve Marshall Adaları 1943 sonu ve 1944 başında düşecekti.

Japonlar, Burma’da, Yeni Gine’de, Yeni Britanya’da savaşa savaşa gerilerken, Japon donanması Amerikan denizaltılarının tankerleri batırması nedeni ile inanılmaz bir yakıt sıkıntısı çekiyordu. Japon avcı ve uçak gemisi tabanlı savaş uçakları artık tamamen demode olmuştu. Amerikalılar, F4U Corsair ve F6F Hellcat savaş uçakları ile sayı ve nitelik olarak çok üstündü.

Amerikalılar Haziran 1944’te Mariana Adaları’na karşı beklenen taarruzu gerçekleştirdi. Amerikan donanması tam 7 filo tipi uçak gemisi ve 8 hafif uçak gemisi, 7 ana muharebe gemisi, 21 kruvazörden oluşuyordu. Japon donanmasının ise ortaya koyabildiği güç, 3 filo tipi uçak gemisi, 6 hafif uçak gemisi, 5 ana muharebe gemisi ve 9 kruvazörden teşkil idi. Filipinler Denizi Savaşı olarak bilinen bu muazzam savaşta, Japonlar 2 filo tipi uçak gemisi ve bir adet hafif uçak gemisi kaybetti. Amerikalıların doğru düzgün bir kaybı bulunmuyordu. Japonlar bu savaşta 645 uçak kaybedecekti ki, artık kalan Japon uçak gemileri kullanılamaz duruma gelmişti.

Amerikalılar, bu savaşa “The Great Marianas Turkey Shoot” ismini taktılar çünkü Japon uçakları bir yaban hindisi avında olduğu gibi zahmetsizce imha edilmişti.

Mariana Adaları tek tek istila edildiği zaman, Amerikalılar inanılmaz bir direniş ile karşılaştılar. Adalardaki her Japon askeri ölümüne savaştı. Amerikan askerleri, Japon sivillerinin de yaşadığı bu adalarda inanılmaz görüntüler ile karşılaştı. Yüzlerce sivil Amerikalıların eline geçmemek üzere, uçurumlardan topluca atlayarak intihar ediyordu.

Amerikalılar Mariana Adalarını aylarca süren savaşlarda ele geçirince derhal muazzam büyüklükte pistler yapmaya başladılar. Artık Japonya, Amerikan ağır bombardıman uçakları menziline girmişti.

Amerikalılar daha sonra General MacArthur’un ısrarı ile Filipinler’e çıkartma yaptı. Bu aslında gereksiz bir hamle idi. Çünkü Filipinler’in Japonya’ya karşı savaşta stratejik bir değeri yoktu, hedef Okinawa ve Tayvan olmalıydı. MacArthur’un kaprislerine Başkan Roosevelt de boyun eğmişti.

 Filipinler’in ele geçirilmesi 1944 sonunu bulacak, çatışmalar savaşın sonuna kadar devam edecekti. Leyte Körfezi Savaşı ise, tarihin en büyük deniz savaşı olarak kabul edilir.

Ancak bu savaşta güçler çok orantısızdır: Amerikan donanması Leyte’de 300 savaş gemisine sahipti ki, bunların içinde 8 filo tipi uçak gemisi, 9 hafif uçak gemisi, 18 eskort tipi uçak gemisi vardı. Japonların bir filo tipi uçak gemisi ile 3 hafif uçak gemisi ile hurdaya ayrılması gereken 1915 tarihinde inşa edilmiş 2 adet savaş gemisinden çevrilmiş, hibrit uçak gemisi vardı.  

Japonların uçak gemileri işlevsizdi, üzerlerindeki uçakların sayısı ve niteliği bir uçak gemisi görev gücünü oluşturmuyordu. Esasen Japonlar uçak gemilerini bir yem gibi kullanarak, Amerikan uçak gemilerini, Japon ana muharebe gemilerinin menziline çekerek imha etmeyi planlamışlardı.  Amerikalılar bu tuzağa kısmen düştüler ve bir hafif ve 2 eskort uçak gemisi kaybettiler. Japon donanması Leyte savaşından sonra varlığını kaybetti. Uçak gemilerinin tamamını kaybettiği gibi, dünyanın en büyük tonajlı ana muharebe gemisi olan Musashi (tam 64,000 ton) de dahil olmak üzere 3 modern ana muharebe gemisi de kaybedilmişti.

Japonlar için felaketler daha yeni başlıyordu. Himalayalar üzerinde uçan bir Japon avcı uçağı filosu, Çin’e yardım götüren Amerikan uçaklarını ararken, garip bir nesne görecekti. Gözlerine inanamayan Japon filo komutanı, o garip nesnenin devasa bir uçak olduğunu fark etti. Uçağın kanat açıklığı 43 metre, boyu 30 metre idi. Daha da garibi, bu dev uçağın hızı, daha hızlı olması gereken avcı uçaklarından dahi daha fazlaydı.

Amerikan Atom Bombası Programı tarihin en pahalı projelerinden biri olarak bilinir. Boeing B-29 Super Fortress ağır bombardıman uçağı projesi 1945’ten sonra da devam ettirilmiş ve atom bombası programını maliyet olarak geçmişti.

Japon pilotları aslında ölümün gölgesini görmüşlerdi. Mariana Adaları’nda hazırlanan bu devasa pistler, B-29’lar içindi. Mariana Adalarına sadece pistler inşa edilmiyordu. Devasa mühimmat depoları da hazırlanıyordu: B-29’ların atacağı binlerce ton yangın bombaları için….

Alman şehirleri savaşta harap olmuştu, ama çok daha büyük bir felaket Japonya için kapıda idi…

Burak Köylüoğlu

Related posts

Küresel Düzenin Hikayesi, XXV. Bölüm, Soğuk Savaş Tırmanıyor!

Trump’ın Dönüşü: Küresel Ekonomide Ne Beklenebilir?

Küresel Düzenin Hikayesi, XXIV. Bölüm, Kızıl Dalga