Küresel Düzenin Hikayesi, XXIII. Bölüm, II. Dünya Savaşı’nın Sonu ve İki Kutuplu Dünya Düzeninin Sancıları

  1. Küresel Düzenin Hikayesi, I. Bölüm, Westfalya Düzeni (1648-1789)
  2. Küresel Düzenin Hikayesi, II. Bölüm, Fransız Devrimi’nin Öyküsü  (1789-1799)
  3. Küresel Düzeninin Hikayesi, III. Bölüm, Napolyon Savaşları (1799-1815)
  4. Küresel Düzenin Hikâyesi, IV. Bölüm: Viyana Düzeni
  5. Küresel Düzenin Hikâyesi, V. Bölüm: Tek Kutuplu Dünya ve Pax Brittanica
  6. Küresel Düzenin Hikayesi, VI. Bölüm, Genç Amerika Birleşik Devletleri’nin Yükselişi
  7. Küresel Düzenin Hikayesi, VII. Bölüm, Devrimler Çağı ve Viyana Düzeninin Sonu
  8. Küresel Düzenin Hikayesi, VIII. Bölüm, Birleşik Almanya’nın Doğumu
  9. Küresel Düzenin Hikayesi, IX. Bölüm, Çok Kutuplu Dünyanın Doğumu ve Yeni Emperyalizm Çağı (1861-1899)
  10. Küresel Düzenin Hikayesi, X. Bölüm, Büyük Savaşa Doğru (1899-1914)
  11. Küresel Düzenin Hikayesi, XI. Bölüm, Dünyayı Değiştiren Yüz Gün, I. Dünya Savaşı Başlıyor
  12. Küresel Düzenin Hikayesi, XII. Bölüm, Büyük Savaş (1914-1918)
  13. Küresel Düzenin Hikayesi, XIII. Bölüm, Son Gambit ve I. Dünya Savaşı’nın Sonu
  14. Küresel Düzenin Hikayesi, XIV. Bölüm, Versay Düzeni
  15. Küresel Düzenin Hikayesi, XV. Bölüm, Çılgın 1920’li Yıllar
  16. Küresel Düzenin Hikayesi, XVI. Bölüm, Büyük Buhran ve Hayallerin Sonu (1929-1934)
  17. Küresel Düzenin Hikayesi, XVII. Bölüm, II. Dünya Savaşı’na Doğru (1935-1939)
  18. Küresel Düzenin Hikayesi, XVIII. Bölüm, Yıldırım Savaşı (1939-1940)
  19. Küresel Düzenin Hikayesi, XIX. Bölüm, Küresel Savaşa Doğru (1940-1941)
  20. Küresel Düzenin Hikayesi, XX. Bölüm, Devlerin Savaşı
  21. Küresel Düzenin Hikayesi, XXI. Bölüm, Savaş Rüzgarları Yön Değiştiriyor
  22. Küresel Düzenin Hikayesi, XXII. Bölüm, Müttefikler Savaşı Kazanıyor (1943-1945)

Dünya düzeninin nasıl oluştuğunu anlattığım yazı dizisinin XXIII. bölümünde, ABD ve Sovyetler Birliği’nin birer süper güç olarak yerini aldığı iki kutuplu dünyayı ve Soğuk Savaşın nasıl adım adım ilerlediğini anlatacağım.

 Ama ilk önce Nazi Almanyası ile Japonya’ya savaşın son evresinde nasıl diz çöktürüldüğünü anlatmalıyım.

Vistula-Oder Taarruzu ve Nazi Almanyası’nın Sonu

12 Ocak 1945 tarihinde, Sovyetler, bugünkü Polonya topraklarında yer alan, Varşova yakınından geçen, Vistula Nehri üzerinde tuttuğu üç köprübaşından büyük bir taarruz başlattı.

Sovyetler; bu taarruza 2.2 milyon asker, 4500 tank, 2500  adet diğer zırhlı araçlar, 32000 adet top ve roketatar ile 5000 savaş uçağı tahsis etmişti. Sovyetler asker açısından 5:1, zırhlı araçlar açısından 7:1, topçu silahları ve roketatarlar açısından ise 8:1, savaş uçakları açısından 15:1 üstünlüğe sahipti.  

Alman savunma sistemi, Hitler’in ısrarı ile köprübaşlarına çok yakın kurulmuştu. Üstelik Alman savunma hatları kademe kademe derinliğe sahip olmayıp, birbirine yakın hatlardan oluşuyordu.  Bu ahmaklık, tüm savunma hatlarının bir anda devasa bir ağır topçu ve roketatar bombardımanı ile erimesine yol açtı. Üstelik Sovyetler akıllıca bir şekilde ilk önce Alman cephesine yoğun bir topçu barajı açıp, bu yoğun ateşi bir süre sonra kesmiş, hemen ardından Almanlar, düşman tank ve piyade taarruzunun başladığını düşünerek, beton koruganlarından çıkarak savunma mevzilerine geçmişti.

Ama asıl cehennem gibi bombardıman bundan sonra başlamış, esas Sovyet ağır topçusu ve Katyuşya roketatarları, mevzilerine geçen Alman askerlerini deyim yerindeyse tam anlamı ile buharlaştırmıştı.

Sovyetlerin taarruzun güney kısmında yer alan 1. Ukrayna Cephesi Ordular Grubu tam 11 ordu ile, bir yay çizerek, Krakow- Katoviçe eksenini zahmetsizce aşarak, Almanya’nın ikinci büyük sanayi bölgesi olan Silezya’ya girmişti. Silezya, coğrafi olarak güneydoğu Almanya’da yer almakta olup, İngiliz-Amerikan bombardıman uçaklarının büyük ölçüde menzili dışındaydı. Silezya’nın kaybı, Almanların en büyük sanayi bölgesi olan Ruhr Vadisi’ndeki endüstriyel kapasitenin büyük ölçüde tahrip edilmiş olması nedeni ile,  Alman savaş sanayi üretiminin büyük ölçüde durması anlamına geliyordu.

Bu nedenle Silezya, Almanlar tarafından büyük bir inat ve kararlılıkla savunulacak, ilerleyen Sovyet tanklarını Silezya’nın her karışı tanksavar silahları ile donatılmış Alman askerlerinin mevzii aldığı “tilki çukurları” karşılayacaktı.

Sovyetlerin güney Polonya’dan Silezya’ya doğru yaptıkları harekât sırasında, Nazilerin soykırım merkezleri olan Auschwitz-Birkenau, Chelmno, Belsec ve Sobibor; Sovyetlerin eline geçmişti. Bu ölüm merkezlerinin son ikisi savaşın bu evresinde faal değildi. Diğerleri; Auschwitz ve Chelmno’da halen hayatta olan yüzbinlerce insan, eksi 10 ile 20 derece soğukta  yüzlerce kilometre zorla yürütülerek Batı Almanya’ya götürülecekti. Kış ortasında bu ölüm yürüyüşünde binlerce insan hayatını kaybedecekti.

Naziler soykırımın izlerini örtmek için çok çaba göstermelerine rağmen, Sovyetler çok sayıda fiziki delil ele geçirecekti.

Sovyetlerin Oder-Vistula taarrruzunda merkezde yer alan 1. Beyaz Rusya Cephesi Ordular Grubu, tam donanımlı 10 ordu ile Varşova-Posen-Oder Nehri ekseninde ilerleyecekti. Bu devasa kolun hedefi Almanya’nın kalbi Berlin idi.

Tam iki hafta içinde 21 Sovyet ordusu, eksikleri olan 3 Alman ordusunu tamamen ezerek, güney ve merkez Polonya üzerinden Oder Nehrine ulaşmıştı.

Alman cephe hattı adeta buharlaşmış, Sovyet ilerleyişi muazzam bir çığ hareketine benzer bir hal almıştı. Oder Nehri üzerinde tutulan köprübaşları ile Sovyetler ile Berlin arasında yaklaşık 60 km. mesafe kalmıştı.

Sovyetleri esasen çok zorlayan kısım, kuzeydeki Doğu Prusya’nın ele geçirilmesi idi. Bu operasyona Sovyetler tam üç ordular grubu tahsis etmişti.

Doğu Prusya, her karışı beton koruganlar, anti-tank kanalları, on binlerce ejderha dişleri (tankların ilerleyişini kesmek için dikilen yüksek mukavemetli beton diş şeklindeki engeller) ve milyonlarca mayınlar ile savunulmaktaydı.

Doğu Prusya, Alman askeri düzeninin ve disiplininin yüzyıllar önce doğmuş olduğu Prusya Krallığı’nın merkezidir. Bölge; Almanya için endüstriyel ve ekonomik kaynaklardan öte, sembolik bir değere sahipti. Ancak bu sembolik değer, Hitler açısından önemliydi. Bölge; Berlin ve Silezya’ya doğru taarruz eden Sovyetlerin güçlerini bölecek kadar iyi savunuluyordu. Doğu Prusya’nın muazzam savunma hatları sistemi içinde üç yüz yıl önce Prusya krallarının inşa ettiği kaleler ve tabyalar da dahildi.

Doğu Prusya’nın doğrudan fethi, Sovyetlerin bitmez tükenmez gibi görünen insan gücü ve muazzam ateş gücüne rağmen, oldukça zordu. Nitekim Sovyetler doğrudan yaptıkları taarruzlarda olağanüstü kayıplar vermeleri nedeni ile dolaylı bir stratejiyi uygulayarak başarıya ulaşacaklardı.  Merkez Polonya’da ilerleyen Sovyet orduları aniden kuzey doğuya dönecek ve bu birlikler Baltık Denizine ulaşarak, Doğu Prusya’nın Almanya ile olan kara bağlantısını kesecekti. Yüzbinlerce Alman askeri ve milyonlarca sivil, Doğu Prusya’da Baltık Denizi ile Sovyetler arasında dev bir cepte kuşatılmıştı.

Almanlar, insanlık tarihinin gelmiş geçmiş en kapsamlı tahliye harekâtını yaparak tam dört ay boyunca binlerce ticaret gemisi, kotra ve yat ile Alman donanmasının eşliğinde yaklaşık 2 milyon insanı deniz yolu ile Batı Almanya’ya tahliye edecekti. Bu harekatın ismi “Hannibal Operasyonu “idi.  Binlerce yıl önce İtalya’da Roma’ya karşı savaşan Hannibal ve ordularının, Kartaca’ya deniz yolu ile tahliyesinin anısına bu isim verilmişti.   

Tarihin gelmiş geçmiş en büyük denizcilik felaketleri de bu harekatta oldu ki, bol ödüllü filmi ile günümüze taşınan Titanik faciası; Sovyet denizaltılarının batırdığı Wilhelm Gustloff, Goya ve General von Steuben gemilerinde tek tek kayıplarının yanında önemsiz kalır. Örneğin Wilhelm Gustloff’un torpillenmesi sonucu 9600 kişiden fazla insan ölmüş, Goya’da 7000 kişi, von Seuben’da 4500 kişi ölmüştü. Üstelik bu sayılar oldukça muhafazakâr rakamlardır ki, gemiler ümitsizce kapasitelerinin çok üstünde insanla yüklenmişti. Gemilere binenlerin bir bölümünün kimlikleri dahi yoktu.

Gemilerin batırılması savaş hukukuna uygundur. Üzerlerinde uçaksavar topları bulunuyordu. Zaten bunlar silahsız ve hastane tipi gemiler olsaydı da 1945 yılında Doğu Cephesi’nde bu tür nüansların önemi yoktu. Örneğin Sovyetler, Wilhelm Gustloff’ta ölen yüzlerce kadın askerin, toplama kampı muhafızları olduğunu açıklamıştı. Halbuki bu kadın askerler, donanmada görev yapan yardımcı personeldi.

Sovyetler’in, bu devasa tahliyeyi engellemek için zırhlı birliklerini ve hücum toplarını Baltık kıyılarına sevk etmeleri üzerine;  Alman Baltık donanmasının ağır kruvazörleri Prinz Eugen ve Lützow ile artık hurdaya ayrılacak kadar eski olan Schlesien savaş gemisi; kıyıya derhal yaklaşarak doğrudan Sovyet birliklerine  dev topları ile ateş açmaları görülmemiş olaylardı. Sovyetler 1941-1944 tarihleri arasında kendi vatanlarında benzersiz kayıplara uğramışlardı ve onlar için artık intikam zamanı idi. Bu nedenle tahliyeye katılan tüm deniz araçlarına hücum topları ile ateş açıyorlardı. İsabet alarak batan tekneler, Sovyet askerleri arasında aynı coşkulu tezahüratı başlatıyordu:” Bir faşist gemisi daha dibi boyladı!”   

Sovyet zırhlı birliklerinin ve hücum toplarının bu şekilde durdurulması ile yüzbinlerce sivil Batı Almanya’ya Kiel ve Hamburg’a ulaştırılabilmişti. Büyük savaş gemilerinin göz teması kuracak kadar yaklaşarak, kara savaşına ateş gücü ile destek vermesi ilk ve son vakadır.  

Sovyetler üç ordu grubu ile taarruz ederek bu büyük cebi adım adım küçültürken, Doğu Prusya, II. Dünya Savaşı’nda adeta Sovyetlerin 1942 yılında Stalingrad’ı savunduğu gibi savunulacaktı. Doğu Prusya’nın başkenti Königsberg tam üç ay direnerek, 9 Nisan 1945 tarihinde düşecekti.

Yüzbinlerce Alman ve Sovyet askeri bu harekatta hayatını kaybedecekti. Kayıplar arasında Sovyet generalleri ve hatta Sovyetler Birliği’nin en iyi keskin nişancılarından biri olan Roza Shanina da vardı. Roza Shanina, başarıları ile Sovyetler Birliği’nin gururu ve doğal propaganda yüzü idi. Savaştan önce bir anaokulu öğretmeni idi. Yaralı bir Sovyet subayını kurtarmaya çalışırken hayatını kaybedecekti.

Sovyetler, Berlin önündeki son doğal engel olan Oder Nehri üzerinde köprübaşları tutar ve Doğu Prusya’da yoğun çatışmalar yaşanırken, Almanlar ellerindeki son zırhlı birlikleri ile Macaristan’da Balaton Gölü yakınlarında taarruza geçti. Sebep bu bölgedeki petrolün Almanların son kaynağı olması idi. Taarruz başarısızlıkla sonuçlandı.

Batıda ise İngilizler Kuzeybatı Almanya ve Hollanda’da savaşırken, Amerikalılar Almanya’nın en büyük sanayi bölgesine girmiş, savunmasız bırakılan Remagen köprüsünü ele geçirerek batıda son doğal engel olan Ren Nehrini de geçmişti.

Sovyetler ise Berlin’e taarruz etmeden önce Macaristan üzerinden Viyana’ya girmişti. Stalin, Yalta Konferansı’nda Berlin’in ele geçirilmesinin Sovyet ordularına bırakılmış olmasını zaten cebine koymuştu.  Berlin Sovyetler için iki stratejik ödüle sahipti: Alman diktatörü ve Alman atom bombasının sırları.

Stalin’in soğukkanlılıkla ordularını Viyana’ya sokması savaş sonrası oynanacak satranç oyununun açılış hamlelerinin devamıdır. Bu arada Amerikalılar; Batı Almanya’da özel birliklerini kullanarak, Sovyetler’den önce kritik Alman teknolojilerini ve bilim adamlarını ele geçirmek için kritik bir operasyon, Operation Paperclip, başlatmıştı. Amerikalılar özellikle Alman nükleer silah programı, savaş roketleri ve jet uçakları, denizaltıları ve çeşitli kritik üretim proseslerine ait teknolojiler ile ilgileniyordu.  Sovyetler Oder Nehrini henüz aşamamışken, bir Amerikan zırhlı keşif birliği Berlin’in 100 km. yakınına kadar yaklaşmıştı. Ancak Washington’ın emirleri netti. Berlin’in ele geçirilmesi Sovyetlere bırakılmıştı.  

Savaşın son safhasında Berlin’e Oder üzerinden iki ayrı ordu grubu ile taarruz eden Sovyetler, Berlin’i kuşatarak kanlı bir savaş ile ele geçirdi. Alman diktatörü Berlin’in düşmesinden bir gün önce intihar edecekti. Savaşın son aşamasında, Hitler’in Almanya’nın tüm altyapısının, enerji stoklarının, tarım mevcutlarının imha edilmesi yönündeki emri, silahlanma bakanı Speer ve Orgeneral Heinz Guderian tarafından hasır altı edilmişti.

Sovyetlerin yeni ve öncelikli hedefi Çekoslovakya’da kalan son Alman birlikleri idi. Amerikalıların batıdan yaklaştığını hesap eden Sovyetler ani ve güçlü bir girişim ile Prag’ı ele geçirdi. Almanların derdi savaşmak değil, batıya doğru kaçarak bir an önce Amerikalılara ve İngilizlere teslim olmaktı. Doğu Almanya ve Berlin’de olanlar, Alman sivilleri ve askerleri için Sovyetlerin eline düşmemenin akıllıca olduğunu göstermişti. 8 Mayıs 1945 tarihinde Alman hükümeti kayıtsız ve şartsız teslim anlaşmasını imza ederek, Almanya üzerindeki tüm hükümdarlık hakkını dört muzaffer güce devretti.

Japonya’nın Sonu

Amerikalılar için Pasifik Savaşı kazanılmış olmasına rağmen, Japonya halen teslim olmamıştı. 1945 başında Amerikalılar için atom bombası programının sonucu halen belirsizdi. Amerikan denizaltıları Japonya’nın tüm ticaret yollarını deyim yerinde ise kesmişti, Amerikan donanması bu tarihte tamamen rakipsizdi, Japon İmparatorluk Donanması limanlara bağlanmış olan birkaç ağır tonajlı savaş gemisi dışında tamamen imha olmuştu. Japonya’nın Pasifik Savaşı’nın başındaki savaş uçakları Mitsubishi A6M “Zero” avcı uçakları, Nakajima Ki 43 “Oscar”  avcı uçakları  ve Mitsubishi G4M “Betty” bombardıman uçakları tamamen demode kalmıştı. Japonya artık elindeki binlerce demode uçağı intihar görevlerinde kullanıyordu. Amerikalıların bu kadar büyük üstünlüğüne rağmen önemli bir açmazı vardı: Japon ana adaları yüz milyona yakın nüfusu ile nasıl fethedilecekti? Tarawa’da, Saipan’da, Filipinler’de Japonların nasıl son adamına kadar savaştıkları görülmüştü.

Amerikalıların çözümü basitti. Mariana Adaları‘nın ele geçirilmesi Japonya’yı ağır bombardıman uçaklarının menzili içine sokmuştu. Amerikalılar 1943-1944 yıllarında Japon şehirlerinin modellerini kurarak, şehirlerin nasıl etkili bir şekilde bombalanacaklarını tasarlamışlardı. Ellerinde Avrupa’yı bombaladıkları B-17 Flying Fortress ağır bombardıman uçakları gibi başarılı bir tasarımı, büyük bir proje ekibi ile daha uzun menzilli ve daha çok bomba taşıyan  B-29 Superfortress uçaklarını yaratmakta kullandılar. B-29’lar bugün hayatımızın vazgeçilmezleri arasına girmiş olan  yolcu uçaklarının temelidir. İlk defa bu uçaklarda kabin içi basınç dengeleme sistemleri kullanıldığı gibi, silah sistemleri ve navigasyon çok ilkel de olsa bir bilgisayar sisteminin desteğine sahipti.

Mariana Adalarını teşkil eden, Guam, Saipan, Tinian’da altı büyük hava limanı haftalar içinde yapılmış ve yüzlerce B-29 adalara gelmişti. B-29’ların keşif versiyonları Japon şehirlerinin üzerinde uçmaya başlamıştı. Amerikalılar bu keşif uçaklarının uçuş irtifasına Japon avcı uçaklarının çıkamadığını ve hatta bu uçakların hızına ulaşamadığını görmüştü. Artık her şey hazırdı.

Amerikalılar Japonya’yı işgal etmek için Japonya’nın bombalanmasının yeterli olamayacağını anlayacaklardı. Peleliu Adası gibi stratejik olmayan bir adayı ele geçirmek için tam 2 ay savaşılmıştı. Japonlar sadece 16 km2 genişliğindeki adayı tam 3 filo tipi uçak gemisi, 5 hafif uçak gemisi, 11 eskort uçak gemisi ve 5 ana muharebe gemisi eşliğinde muazzam bir donanmaya karşı son adamlarına kadar savunmuşlardı. Dört günde ele geçirmeyi hedefledikleri bu ada meşhur Amerikan deniz piyadeleri için ölüm tuzağına dönmüştü.

Nitekim Amerikalıların bir sonraki hedefi olan İwo Jima da aynı inatçılıkla savunulacaktı. ABD’de zamanında askeri ateşe olarak görev yapmış olan Korgeneral  Tadamichi Kuribayashi adayı tam bir kaleye çevirmişti. Yedi ay boyunca volkanik bir adanın oldukça sert zemininde 18 km. uzunluğunda tünel sistemi kurmuş, tam 5000 mağarayı güçlendirilmiş atış noktasına çevirmişti. Adadaki Suribachi Dağı’nın içi adeta köstebek gibi oyulmuş, koca dağ dev bir korugana çevrilmişti. 

Kuribayashi, İwo Jima’nın Amerikan bombardıman uçaklarının acil iniş yapabilmesi ve Japonlar için gelen Amerikan uçaklarının erken tespit edilmesi için önemli bir nokta olduğunu iyi biliyordu. Bu görev; kendisi ve 21,000 askeri için tam bir intihar görevi idi. Ama kazanacağı her günün Japonya’daki masum insanların hayatta kalması için önemli olduğunu da biliyordu. Ve 19 Şubat 1945 tarihinde tam 500 savaş gemisinden oluşan muazzam bir donanma İwo Jima açıklarına ulaşmıştı. İwo Jima tam 5 hafta dayanacak ve Amerikalılar korkunç kayıplar verecekti.  

İwo Jima savaşının son günlerinde, Japonya’da cehennemin kapıları açılmıştı. 9-10 Mart 1945 gecesinde 279 B-29 Tokyo’ya saldırdı. Öncü B-29’lar bombaları ile şehrin sınırlarını bombalayarak, arkadan gelen ana dalga için uçaklar için görsel bir hedef oluşturmuştu. Şehir napalm bombaları ile tam anlamı ile yakılacaktı. Bu hava saldırısında yaklaşık 100,000 insanın öldüğü, bir milyon insanın ise evsiz kaldığı biliniyor. Şehirdeki sıcaklık çelik köprüleri ve demiryolu raylarını bükecek kadar seviyeye ulaşmıştı. Tokyo’nun bombalanması ile başlayarak tam dört ay boyunca B-29’lar tam 27,261 sorti yaparak, Japon şehirlerini tam anlamı ile imha edeceklerdi. Amerikan hava generali Curtis LeMay, B-29’lara karşı Japon avcı uçaklarının etkisiz olduğunu tespit ettiği için B-29’ların hava savunma silahlarını dahi söktürerek ilave bomba taşıma kapasitesi yaratmıştı. Haziran 1945’e kadar büyük Japon şehirlerinin önemli bir bölümü tamamen imha olmuştu. LeMay’in elindeki napalm de bitmişti, artık daha yüksek ısı üreten magnezyum bombaları kullanıyordu. Tokyo öyle bir harap olmuştu ki, artık hedef listesinden çıkarılmıştı. Amerikalılar artık nüfusu 60,000-320,000 kişi arasındaki şehirleri hedef listesine almıştı.

Aşağıda 10 Mart 1945 tarihinde Tokyo’nun nasıl tahrip edildiğini görüyorsunuz.

Bu arada tarihin gelmiş geçmiş en büyük donanması bu kez Okinawa önünde idi ve İngiliz donanması da işgale iştirak ediyordu. Amerikan-İngiliz gücü bugünün ölçülerinde dahi muazzamdı: Tam 12 filo tipi uçak gemisi, 6 hafif uçak gemisi, 24 eskort tipi uçak gemisi, 20 ana muharebe gemisi, 35 kruvazör ve çok çeşitli savaş gemileri. Japonya’nın gururu dünyanın en büyük savaş gemisi Yamato Japon anakarasından açılacaktı. Görevi esasen intihar görevi idi. Okinawa’da sığlıklara oturtularak, dev topları ile çıkartma gücüne ateş açması planlanıyordu. Bu büyük savaş gemisini koruyabilecek bir hava gücü yoktu.

Devasa gemi limandan çıkar çıkmaz, tam 280 savaş uçağının taarruzuna uğrayarak, batırılacaktı. Okinawa Savaşı tam üç ay sürecek ve tam 95,000 Japon askeri hayatını kaybedecekti. Japonlar Okinawa’da tam 1050 kamikaze intihar uçağı kullanmıştı.

Derken Amerikalılar, Japonya meselesinin çözümüne yaklaştılar. 16 Temmuz 1945 tarihinde, New Mexico’da yapılan ilk atom bombası denemesi tam bir başarı idi. Bu haber ertesi gün başlayacak Potsdam Konferansına yetiştirilecekti.

Potsdam Konferansı, Sovyetler Birliği, Britanya İmparatorluğu ve ABD arasında yapılan, savaşın galiplerinin en üst düzeyde bir araya geldiği son toplantıdır. Toplantı dünyayı 3 büyük güç arasında nüfus bölgelerine bölmek ve yeni bir dünya savaşının tekrarını engellemek için yapılmıştı. Toplantıda ABD’yi Başkan Truman, İngiltere’yi Başbakan Clement Attlee ve Sovyetler Birliği’ni Komünist Parti Genel Sekreteri Stalin temsil ediyordu. ABD’yi savaşta zafere götüren Başkan Roosevelt 3 ay önce ölmüş, konferans başladığı tarihte İngiltere Başbakanı olan Churchill iki ay önceki genel seçimlerde çoğunluğu kaybettiği açıklandığı zaman, İngiltere’ye geri dönmüş, yerini eski muhalefet liderine ve yeni başbakana bırakmıştı.

Avrupa’da savaş 9 hafta önce bitmişti. Almanya işgal bölgelerine ayrılmıştı. Japonya ise savaşa umutsuzlukla ve inat ile devam ediyordu.  

Potsdam Konferansı bugünün dünyasını biçimlendiren en önemli dönüm noktalarından biridir:

  • Almanya ve Avusturya dört işgal bölgesine bölünecek olup, ayrıca bu ülkelerin başkentleri olan Berlin ve Viyana da ayrıca dört işgal bölgesine bölünecekti.
  • Almanya ve Avusturya, Nazizm ve Faşizmden arındırılacak, savaş suçları ve insanlığa karşı suç işleyenler yargılanacaktı.
  •  Almanya’nın savaş öncesi ve sırasında hukuken ilhak ettiği tüm bölgeler ( Alsace Lorraine, Batı Polonya, Sudetenland, Memel, vs. ) eski sahibi olan ülkelere iade olacaktı.
  • Almanya; Oder-Neisse doğusundaki tüm topraklarını (Batı Prusya, Silezya, Doğu Prusya, Pomeranya’nın önemli bir bölümü) Polonya ve Sovyetler Birliği’ne bırakıyordu.
  • Sovyetler Birliği’ne ise Doğu Polonya’nın önemli bir bölümü ve Doğu Prusya’nın önemli bir kısmı, Königsberg dahil, veriliyordu.
  • Sovyetler, Doğu Almanya’daki işgal bölgelerinden sanayi envanteri ve makine ve teçhizatı savaş tazminatı olarak alma hakkına ve Batılı Müttefiklerin işgal bölgelerindeki teçhizatın da ayrıca %15’ini savaş tazminatı olarak alma hakkına kavuştu.
  • Batılı Müttefikler kendi işgal sahalarından savaş tazminatı olarak sanayi teçhizatını alma hakkına sahip olurken, Sovyet işgal sahası içindeki haklarından feragat etmiş oldular.
  • Sovyetler Birliği, Çekoslovakya, Polonya, Macaristan sınırları içindeki tüm etnik Alman nüfus gerektiğinde zorla yeni Almanya sınırlarına göç ettirilecekti. 1944-1950 arasında yaklaşık 12-14.5 milyon Alman zorla göç ettirilecek ve bu göç sırasında yüzbinlerce Alman hayatını kaybedecekti. Sayılar halen oldukça tartışmalı da olsa bu zorunlu göçün sebep olduğu ölümlerin sayısının 750,000-2,000,000 kişi olduğu düşünülüyor.     
  • Almanya’nın tüm savaşa yönelik sanayi kapasitesi ya sökülerek savaş tazminatı haline getirilecek veya yerinde imha edilecekti.
  • Alman halkının yaşam standardının, ortalama Avrupa standardını aşmaması sağlanacaktı.
  • Almanya üzerindeki hükümdarlık hakkı, tamamen dört işgal bölgesinin askeri yöneticilerine devir oluyordu.

Potsdam’da aslında Almanya sınırına kadar Doğu Avrupa’nın Sovyet etki bölgesinde olması da açıkça değil, fiilen kabul edilmişti. Ancak Amerikalılar ve İngilizler, bu bölgede demokratik seçimler ile iktidara gelecek hükümetlerin varlığında da ısrarcı olmuşlardı. Ancak Sovyet lideri Stalin’in planları epey farklıydı.

Konferansta İngiltere ve ABD tarafından imza edilen sert bir ültimatom da duyuruldu. Japonya’nın derhal kayıtsız şartsız teslim olması, yoksa topyekûn bir tahribat ile karşı karşıya kalacağı açıkça ifade ediliyordu. Burada ismi geçmeden ifade edilen topyekûn tahribatı yapacak silahlar atom bombaları idi. Sovyetler Birliği henüz Japonya ile savaş halinde değildi. Bu neden ile bu bildiriye imza koymamıştı. Ama Sovyetler Almanların belini kıran zırhlı ve motorize tümenleri Avrupa’dan çekmeye başlamış ve Çin ve Moğolistan sınırına konumlandırmaya başlamıştı. Daha atom bombası meselesi kesin değilken önceki ABD Başkan Roosevelt, Stalin’e Japonlara karşı savaşa girmesi konusunda ısrarcı olmuş, Stalin de sanki bir ödün veriyormuş gibi bunu kabul etmişti. Stalin’in savaş sonrası projeksiyonu Amerikalılar ve İngilizlere göre epey farklı idi. Sovyetler, sadece Uzakdoğu’da kendi paylarını almakla yetinmeyecek, Japonya’da ayrı bir işgal bölgesi talep dahi edeceklerdi. Sovyetlerin bir başka ilgi alanı da teslim olacak Japonlardan savaş gemisi teknolojilerini sağlamak idi. Ama esas ilgi alanları da Japonların Çin’de acımasızca kullandıkları kimyasal ve biyolojik silahlardı. Bunların Mançurya ve Kore’de üretildiklerini biliyorlardı.

Başkan Truman, Sovyet liderine elindeki atom bombası kartını da konferansta gösterecekti. İsim vermeden yeni ve muazzam bir silaha sahip olduklarını ifade edince, Sovyet lideri sadece omuz silkecek ve Japonlara karşı bu silahı başarı ile kullanmasını temenni edecekti.

Stalin; Los Alamos’ta yürüyen Amerikan atom bombası programının sırlarına önemli ölçüde sahipti. Projenin kilit adamlarından Dr. Klaus Fuchs programın tüm ayrıntılarını Moskova’ya iletmişti. Stalin; Sovyetlerin elindeki teknik sırları, uygun hammadde ile birleştirmenin peşindeydi. Sovyetler Doğu Almanya’da ele geçirdikleri uranyum stoklarını süratle Sovyetler Birliği’ne götürecekti.

Savaşın son perdesi çok dramatik olacaktı.

6 Ağustos 1945 tarihinde bir B-29, uranyum temelli atom bombasını Hiroşima’ya bıraktı. 9 Ağustos 1945 günü Sovyetler tam 1.6 milyon asker, 27000 topçu silahı, 5600 tank ve hücum topu, 3700 savaş uçağı ile muazzam bir taarruza başladı. Almanların aksine Japonların ne doğru düzgün bir tankı veya tanksavar silahı vardı. Sovyetler iki hafta içinde tüm Mançurya’yı ele geçirdikleri gibi, Japonya’nın sömürgesi olan Kore’ye girerek, bugünkü Kuzey Kore ve Güney Kore sınırını belirleyen 38. paralelde aniden durdular. Kore’nin güneyi Amerikalılara bırakılmıştı.

Aynı gün başka bir B-29 bu kez bir plütonyum temelli atom bombası ile Kokura semalarında idi. Ancak Kokura’nın üstü çok bulutluydu ve pilotlara kesinlikle hedefi görerek bombayı bırakma emri verilmişti. Uçak ikincil hedef olan Nagazaki’ye yöneldi ve bombayı bıraktı.

Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombaları ile Sovyet taarruzu, Japonya’da hüküm süren askeri cuntayı en sonunda teslim olmaya ikna etmişti. Japon İmparatoru, 14 Ağustos 1945 tarihinde Potsdam ültimatomunu kabul ettiğini açıklayacaktı.

Savaş bitmişti ama mücadele bitmemişti.

Amerikalılar Sovyetleri, Uzakdoğu’ya sokmakla çok büyük hata yaptıklarının farkında değildi. Sovyetler; işgal ettikleri Mançurya’da teslim aldıkları Japon askerlerinin silahlarını Mao Zeadong’un komünist gerillalarına dağıtmaya başlamıştı.

Daha Avrupa’da savaş bitmeden 6 Mart 1945’te Romanya’ya Sovyet yanlısı bir hükümet atanmıştı. Ertesi gün, sosyalist kökenli Joseph Tito Yugoslavya’nın başına geçmiş idi. Haziran 1945’te Polonya’da komünistlerin ağırlıkta olduğu bir koalisyon hükümeti kuruldu. Ancak bu şaşırtmaca idi. Polonya’da tam kontrol Sovyetlerin elinde idi. Sovyetler, 1939 Alman-Sovyet anlaşmasındaki Doğu Polonya’ya ait toprakları 1945 sonrasında ellerinde tutarken, Polonya’nın yeni sınırları yeni ele geçirdikleri Alman toprakları ile batıya kaymış oldu.

Bu arada Japon işgalindeki Endonezya, Japonya’nın teslim olması ile Hollanda’dan bağımsızlığını ilan etti. Ortada garip bir durum oluşmuştu.  Japonya teslim olmuştu ama Burma’dan Vietnam’a, Endonezya’dan Malezya ve Çin’e kadar büyük coğrafyada halen Japon askerleri vardı. Müttefikler teslim aldıkları Japon askerlerini bir süre polis gibi kullanacaklardı.     

Japonya teslim olalı daha beş gün olmuşken, Vietnam’da komünist gerillalar Hanoi’yi ele geçirerek, Kuzey Vietnam’da sosyalist bir cumhuriyet kurduklarını açıkladı.

Bu arada geçici olarak Sovyetler ve İngilizler tarafından işgal edilmiş olan İran’da başka bir kriz doğdu. Sovyetler çekilmeyi kabul etmedikleri gibi İran içinde iki küçük devletçik de kurmuşlardı.

Ocak 1946’da Çin’in resmi ve Amerikan yanlısı hükümeti ile komünistler arasında iç savaş başladı. Mart 1946’da ise Yunanistan’da krallık hükümeti (Amerikan ve İngiliz yandaşı) ile komünistler kanlı bir iç savaşa tutuştular. Komünistlere sosyalist Yugoslavya ve Arnavutluk büyük miktarda askeri yardım yaparken, İngilizler zaten iflas bayrağını çekmişlerdi.

Bu arada Sovyetler Birliği Türkiye ile olan saldırmazlık paktını yenilememişti. Sovyetler, Türkiye’nin savaş sırasında Alman yanlısı davrandığı, Montrö Anlaşması’nı Almanlar lehine delerek Alman savaş gemilerinin Karadeniz’e girmesine izin verdiğini ve savaş sırasında Alman silah sanayisine kritik hammaddeler sağladığını ifade ediyordu. Sovyetler Boğazlar’da üs ve Doğu Anadolu’da Kars ve Ardahan’ı talep ediyordu. Bu arada İngilizler İran’dan çekilmelerine rağmen, Sovyetler kendi işgal bölgelerini terk etmemişti.

Bu arada Amerika Birleşik Devletleri’nde çok garip olaylar oluyordu. Modern dünyanın ekonomik sisteminin kurulduğu Bretton Woods Konferansı daha savaş devam ederken 1 Temmuz-22 Temmuz 1944 döneminde yapılmıştı. Konferansa 44 ülke katılmasına rağmen, modern dünya ekonomik düzeni, konferansın iki kuvvetli ismi Amerikan Hazine Bakan Yardımcısı Harry Dexter White ile meşhur İngiliz ekonomist John Maynard Keynes fikirleri temelinde oluşmuştu. Bretton Woods sistemi ağırlıklı olarak Amerikan tezleri ile oluşmuş, Keynes’in dünya ortak para birimi (Bancor) ve uluslararası ticaret örgütü kurulması önerileri Amerikalılar tarafından reddedilmişti. Kısaca Harry Dexter White’ın ortaya koyduğu tezler, Bretton Woods’un %80’ni oluşturmuştu. IMF ve Dünya Bankası, Bretton Woods’un iki temel kurumu olarak doğmuştu.

Aşağıda modern dünya ekonomisinin temelini atan ikiliyi, solda ABD Hazine Bakan Yardımcısı Harry Dexter White ile; sağda meşhur ekonomist, spekülatör, yatırımcı Lord John Maynard Keynes yer alıyor.

Harry Dexter White; IMF’in ilk başkanı olmuştu. IMF’in ilk başkanı ve Bretton Woods’un babası, 1946 başında FBI tarafından soruşturulmaya başlanacaktı. FBI Başkanı ısrarla Harry Dexter White’ın Sovyet casusu olduğunu iddia ediyordu. Hatta FBI Başkanı Hoover Başkan Truman’a hitaben özel bir mektup kaleme alacaktı. Ne yazık ki bu işin sonu iyi bitmeyecekti.

Bu arada Hazine Bakanı Henry Morgenthau tarafında da garip şeyler oluyordu. Morgenthau’nun ismini taşıyan, savaşın son aylarında basına sızdırılan bir plan, Almanya’nın savaş sonrası, tüm sanayi tesislerinin imha edilip, bir tarım ülkesi haline getirilmesini öngörüyordu. Bu basına planın sızması ile Alman askerlerinin direnişi inanılmaz ölçüde artmıştı. Morgenthau Planı uygulanmış olsaydı, ekonomik varlığı ortadan kalkacak milyonlarca Almanın yokluk içinde ölümüne neden olacaktı. Dönemin İngiliz Başbakanı Churchill basından planı öğrendikten sonra, planının uygulanmaması için Başkan Roosevelt’e baskı yapmıştı.

Savaştan sonra Mongenthau, bu meşum planın kendisi ile ilgili olmadığını, planı yaratanın yardımcısı Harry Dexter White olduğunu ima edecekti.

Gerçekten de Washington ve dünyada garip şeyler olmaya başlamıştı. İşler 1946 yılından itibaren hızla karışacak ve Soğuk Savaş başlayacaktı. 

5 Mart 1946 tarihinde eski İngiliz Başbakanı Winston Churchill, şu meşhur açıklamasını yapacaktı:” Baltık’taki Stettin’den, Adriyatik’teki Trieste’ye kadar Avrupa boyunca  bir Demirperde inmiştir.”

Burak Köylüoğlu

Related posts

Küresel Düzenin Hikayesi, XXII. Bölüm, Müttefikler Savaşı Kazanıyor (1943-1945)

Küresel Düzenin Hikayesi, XXI. Bölüm, Savaş Rüzgarları Yön Değiştiriyor

Küresel Düzenin Hikayesi, XX. Bölüm, Devlerin Savaşı