Küresel Düzenin Hikayesi, XXVI. Bölüm, Kore Savaşı ve Modern Avrupa’nın Doğumu

Burak Köylüoğlu
  1. Küresel Düzenin Hikayesi, I. Bölüm, Westfalya Düzeni (1648-1789)
  2. Küresel Düzenin Hikayesi, II. Bölüm, Fransız Devrimi’nin Öyküsü  (1789-1799)
  3. Küresel Düzeninin Hikayesi, III. Bölüm, Napolyon Savaşları (1799-1815)
  4. Küresel Düzenin Hikâyesi, IV. Bölüm: Viyana Düzeni
  5. Küresel Düzenin Hikâyesi, V. Bölüm: Tek Kutuplu Dünya ve Pax Brittanica
  6. Küresel Düzenin Hikayesi, VI. Bölüm, Genç Amerika Birleşik Devletleri’nin Yükselişi
  7. Küresel Düzenin Hikayesi, VII. Bölüm, Devrimler Çağı ve Viyana Düzeninin Sonu
  8. Küresel Düzenin Hikayesi, VIII. Bölüm, Birleşik Almanya’nın Doğumu
  9. Küresel Düzenin Hikayesi, IX. Bölüm, Çok Kutuplu Dünyanın Doğumu ve Yeni Emperyalizm Çağı (1861-1899)
  10. Küresel Düzenin Hikayesi, X. Bölüm, Büyük Savaşa Doğru (1899-1914)
  11. Küresel Düzenin Hikayesi, XI. Bölüm, Dünyayı Değiştiren Yüz Gün, I. Dünya Savaşı Başlıyor
  12. Küresel Düzenin Hikayesi, XII. Bölüm, Büyük Savaş (1914-1918)
  13. Küresel Düzenin Hikayesi, XIII. Bölüm, Son Gambit ve I. Dünya Savaşı’nın Sonu
  14. Küresel Düzenin Hikayesi, XIV. Bölüm, Versay Düzeni
  15. Küresel Düzenin Hikayesi, XV. Bölüm, Çılgın 1920’li Yıllar
  16. Küresel Düzenin Hikayesi, XVI. Bölüm, Büyük Buhran ve Hayallerin Sonu (1929-1934)
  17. Küresel Düzenin Hikayesi, XVII. Bölüm, II. Dünya Savaşı’na Doğru (1935-1939)
  18. Küresel Düzenin Hikayesi, XVIII. Bölüm, Yıldırım Savaşı (1939-1940)
  19. Küresel Düzenin Hikayesi, XIX. Bölüm, Küresel Savaşa Doğru (1940-1941)
  20. Küresel Düzenin Hikayesi, XX. Bölüm, Devlerin Savaşı
  21. Küresel Düzenin Hikayesi, XXI. Bölüm, Savaş Rüzgarları Yön Değiştiriyor
  22. Küresel Düzenin Hikayesi, XXII. Bölüm, Müttefikler Savaşı Kazanıyor (1943-1945)
  23. Küresel Düzenin Hikayesi, XXIII. Bölüm, II. Dünya Savaşı’nın Sonu ve İki Kutuplu Dünya Düzeninin Sancıları
  24. Küresel Düzenin Hikayesi, XXIV. Bölüm, Kızıl Dalga
  25. Küresel Düzenin Hikayesi, XXV. Bölüm, Soğuk Savaş Tırmanıyor!
  26. Küresel Düzenin Hikayesi, XXVI. Bölüm, Kore Savaşı ve Modern Avrupa’nın Doğumu

Dünya düzeninin ekonomik ve jeopolitik olarak nasıl oluştuğunu anlattığım yazı dizisi XXVI. Bölümü ile devam ediyor.

Berlin Ablukasından sonra artık dünyada bloklar netleşmişti. 4 Nisan 1949 tarihinde NATO kuruldu. 12 Mayıs 1949 tarihinde Berlin Ablukası sona erdi. Berlin Ablukası Sovyetler Birliği lideri Stalin açısından tam bir hezimet olmuştu. Batı Berlin’i avucuna alamadığı gibi, Batı dünyası ABD önderliğinde politik ve askeri bir blok haline dönüşmüştü.

29 Ağustos 1949 tarihinde ise Sovyetler Birliği ilk atom bombasını başarı ile denemişti.

1949 yılında nükleer silah tekeli artık kırılmıştı ki, Başkan Truman 30 Ocak 1950 tarihinde Teller-Ulam tasarımına dayalı hidrojen bombası programının başlaması talimatını verdi.

Hidrojen bombası, H-Bomb veya termonükleer silahlar, atom bombasından yüzlerce ve hatta ileride göreceğimiz üzere bazı hallerde binlerce kat yıkıcı güce sahiptir. Çokça yazılan çizilenlerin aksine insan uygarlığını sona erdirebilecek silah atom bombaları değil, termonükleer silahlardır.

Bu silahlar atomların birleşme prensibine dayanır ve çoğunlukla iki safhalı bir tasarıma sahiptir. Silahın füzyon aşamasına yani hidrojen atomlarının birleşme aşamasına gelebilmesi için çok büyük bir enerji gerekir. Bu enerji de silahın ilk safhasında bir fizyon yani atomun bölünmesi süreci ile oluşturulur. Konuyu basit bir şekilde anlatmam gerekirse, ilk safha için bir atom bombası kullanılarak yoğun bir enerji sağlanır ve bu enerji ile ikinci safhada hidrojen atomları birleştirilir. İkinci safhada ortaya çıkan güç korkunç bir enerji miktarı işte insanlığı yok edebilecek termonükleer silahın çıktısıdır.

Termonükleer silahlar teorik olarak, atom bombalarının aksine birden fazla safhalı olarak tasarlanabilir. Her safha daha fazla hidrojen atomunu birleştirerek, silahın yıkıcılığını arttırabilir.

Örneğin 30 Ekim 1961 tarihinde denenecek olan Sovyetler Birliği’nin üç aşamalı “Çar Bombası” 20 ton madde ile 50-58 megaton (50000-58000 kiloton) TNT eşdeğeri bir enerji yaratmıştı ki, bu enerji 6 Ağustos 1945 tarihinde Hiroşima’ya atılan “Little Boy” 16 kiloton TNT eşdeğeri enerji gücüne sahip uranyum temelli atom bombasının tam 3500 katı enerji çıktısına sahiptir.  

İşte bugün de geçerli olan nükleer dehşet dengesinin temel unsuru olan termonükleer silahların doğumu Soğuk Savaşa dayanır. Atom bombaları II. Dünya Savaşı’nın ürünü iken, termonükleer silahlar Soğuk Savaşın ürünleridir.

Soğuk Savaşın ilk sıcak çatışması, 25 Haziran 1950 tarihinde, Sovyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti tarafından desteklenen Kuzey Kore’nin (Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti), ABD desteğindeki Güney Kore’yi (Kore Cumhuriyeti) işgale başlaması ile başladı.

Kore, 1910 ile 1945 yılları arasında Japonya’nın sömürgesi konumdaydı. II. Dünya Savaşı’nın son derece dramatik geçen son haftasında; Sovyetler Birliği’nin Japonya’ya savaş ilan etmesi ve ardından başlatmış olduğu muazzam ölçekli “Mançurya Stratejik Taarruz Operasyonu” ile Sovyetler günler içinde Kore yarımadasını ikiye bölen 38. paralele ulaşmıştı. Amerikalılar ise, Japonya’nın iki atom bombası sonrasında teslim olması ile Kore’nin güneyine asker çıkarmış ve sürat ile 38. paralele güneyden ulaşmıştı. Böylece, Kore “de facto” olarak iki bölünmüştü.

Ülke güya beş yıl boyunca Amerikan-Sovyet ortak komisyonu tarafından yönetildikten sonra, birleşerek tam bağımsız olacaktı. Taraflar genel seçimlerin nasıl yapılacağı konusunda anlaşamayınca, her iki bölgede ayrı ayrı “göstermelik seçimler” yapılarak, 1948 yılında Güney Kore (Kore Cumhuriyeti) ve Kuzey Kore (Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti) kuruldu. Kuzey Kore’nin başına Kim II Sung (bugünkü Kuzey Kore lideri Kim Jong Un’un büyükbabası) geçti ve ülke hızla Stalin ve Mao’nun prensiplerine benzer bir komünist diktatörlüğe dönüştü. Sınırın öbür yanında Güney Kore’de ise oldukça güçlü bir komünist gerilla hareketi başlamıştı. Bu gerilla hareketi zorlukla ve oldukça kanlı bir şekilde bastırılacaktı.  Amerikalılar 1948 yılında, Sovyetler ise 1949 yılında Kore’deki birliklerini geri çekti. Bu arada Sovyet atom bombası programı da başarıya ulaşmış, Berlin Ablukası başlamış ve sona ermiş, Batı ve Doğu Almanya kurulmuş, Avrupa’da Soğuk Savaşın çizgileri netleşmişti. Uzakdoğu’da ise Çin İç Savaşı’nı komünistler kazanmış ve Çin Halk Cumhuriyeti kurulmuştu.

Artık Soğuk Savaşın tanrıları satranç oyununa Kore’de devam edecekti. 

Sovyet lideri Stalin, Soğuk Savaşın yeni sıklet noktasını Kore olarak belirlemişti. Sovyet istihbaratı Amerikalıların, Batı Almanya’nın işgal edilmesi senaryosunun aksine Güney Kore’nin işgal edilmesi halinde nükleer silahlarını ve stratejik hava kuvvetlerini kullanmayacağını son derece doğru bir şekilde tespit etmişti. Kim II Sung, Sovyet ve Çin askeri yardımları ile dişine kadar silahlanmış ve Moskova’dan Güney Kore’yi işgale başlamak için yeşil ışık bekliyordu. Sovyet genelkurmayı da işgalin stratejik planlamasını Çin’e ya da Kuzey Kore’ye bırakmamış, bizzat kendi tasarlamıştı.

Stalin, koşullu bir şekilde işgale onay verdi: Sovyet muharip güçleri savaşa girmeyecek, Kuzey Kore’ye takviyeler gerektiği takdirde Çin Halk Cumhuriyeti tarafından sağlanacaktı. Stalin; savaşa muharip Sovyet birliklerini dahil ederek, Amerikalıları Kore yarımadasına müdahale edecek bir gerekçe vermek istemiyordu.

Çin lideri Mao, Kim II Sung’u uyararak Amerikalılar işe bulaşmadan savaşı hızlı bir şekilde bitirmesini telkin etti. Artık Kuzey Kore’nin taarruz için eli serbestti, silahlı güçleri sayıca, nitelik ve donanım olarak üstün konumdaydı. Savaş her zamanki gibi sahte bir çatışma yaratılarak (false flag) 25 Haziran 1950 tarihinde başlatıldı.

Kuzey Kore orduları savaşın ilk üç gününde savaşı neredeyse kazanmıştı. Güney Kore güçlerinin %75’i imha edildiği gibi, başkent Seul düşmüştü. Üstelik Güney Kore’deki hatırı sayılır komünist varlığı yeniden gerilla savaşına girişmişti.

Amerikalılar tam anlamı ile gelişmelere hazırlıksız yakalanmıştı. Başkan Truman ve Pentagon, ilk başta Kore Savaşı’nın bir yanıltmaca olduğuna inanmıştı. Esas Sovyet taarruzunun Avrupa’da başlayacağına ve hedefin Stalin’e karşı bayrak açmış olan eski Kominform üyesi Yugoslavya’ya karşı yapılacağına inanıyordu. Daha sonra Yugoslavya düştükten sonra, Sovyetler’in  stratejik hedeflerinin İtalya ve Yunanistan olduğu varsayılmıştı.

Bu tezin hatalı olduğu aylar sonra ortaya çıkacaktı. Almanların II. Dünya Savaşı’nda işgal etmelerine rağmen, dört yıl boyunca tam kontrol edememiş olduğu Yugoslavya’ya, Stalin’in Sovyet ordularını sokmaya niyeti yoktu.

Ancak daha büyük bir hatayı Sovyetler yapacaktı.

Çin’in eski yönetimi, Çan Kay-Şek hükümet,  Çin İç Savaşı’nı kaybettikten sonra Tayvan’a çekilmişti.

Birleşmiş Milletler, Çin’i hukuken temsil eden organın Çan Kay-Şek hükümeti olduğunu açıklamıştı. Bu küçük ada devleti Çin’in Güvenlik Konseyi’ndeki beş büyük güce tanınmış veto hakkını kullanıyordu. Sovyetler ise, Ocak 1950 tarihinden beri, bu durumu protesto etmek için Birleşmiş Milletler oturumlarını boykot ediyordu. Sovyetler’in amacı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni işlemez hale getirmekti.  

Sovyet temsilcisi; Güney Kore’nin işgal edilmesi gündemli olarak, ABD tarafından toplanma çağrısı yapılan BM Güvenlik Konseyi toplantısına girmeyince olanlar oldu.

Amerikalılar BM Güvenlik Konseyi toplantısından BM’nin Kore Savaşı’na askeri müdahale etmesi yönünde 83 Sayılı Kararı çıkartarak, savaşa müdahale etmek için hukuki bir temel oluşturdu. Sovyetler Birliği kararı veto edememişti.

ABD bu sayede BM şemsiyesini kullanarak, hukuken savaşın bir tarafı olmaktan kaçınmıştı. Ancak savaşı fiilen ve büyük ölçüde ABD orduları icra edecekti.

Aynı yöntemin Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i 1990 yılında işgal etmesi sonucu, BM Güvenlik Konseyi’nden çıkarılan 661 Sayılı Karar ile kullanıldığını, bu sırada Sovyetler Birliği’nin dağılma aşamasında olduğunu ve bu karar tasarısını veto etmediğini not düşelim. Bu yöntem savaşa karşı olan Fransa ve Rusya Federasyonu’nun veto etme olasılığı nedeni ile 2003 II. Körfez Savaşı’nda kullanılamamıştır.

Amerikan kuvvetleri sürat ile savaşa müdahale etti. Askeri işgal altındaki Japonya’dan uçurulan 24. Piyade Tümeni Kuzey Kore güçlerine karşı savaşa girse de, bunların ellerinde Kuzey Kore’nin kullandığı Sovyet tanklarına karşı etkili tanksavar silahları yoktu. Kuzey Koreliler bu Amerikan birliğini tamamen ezerek güneye doğru ilerleyişini sürdürdü. Eylül 1950 tarihinde Amerikan 8. Ordusu ve Güney Kore orduları, Kore yarımadasının en güneyinde Pusan’da küçük bir cepte sıkışmıştı.

Ancak bu cep Amerikan hava gücü ve deniz gücü tarafından mükemmel bir şekilde savunulacaktı. Kore Savaşı’nın komutanı (evvelden Pasifik Savaşı’nın kara komutanı ve Japonya Askeri İşgal Yönetimi’nin başı) General MacArthur, bu aşamada savaşı nasıl döndüreceğini iyi hesaplamıştı.

Kuzey Kore birlikleri Pusan cebini kıracak güçten uzaktı. Aynı zamanda lojistik olarak ana merkezlerinden uzakta savaşıyorlardı. Üstelik Pusan cebi, San Francisco ve San Diego limanlarından gelen konvoylar ile devamlı desteklenirken, Amerikan donanması ve hava gücü Kuzey Korelilere gün ışığında aman vermiyordu.

MacArthur, Kuzey Kore hatlarının gerisine İncheon’a çıkartma yaparak (Pentagon bu plana kuvvetle itiraz etmesine rağmen) bir anda Pusan çevresindeki Kuzey Kore birliklerinin ikmalini kesti. İncheon başkent Seul’e de oldukça yakın bir noktaydı. Bu sayede hem Seul’ü hem Pusan’ı kuşatmış Kuzey Kore ordularını tehdit eder duruma geldi.

Ardından Pusan’da yer alan mükemmel bir şekilde donatılmış Güney Kore ve Amerikan orduları yıldırım gibi ileriye atıldı. Kuzey Kore orduları örs ve çekiç arasında sıkışmıştı.

Seul Amerikan ve Güney Kore birliklerinin eline geçti. Savaşın bu aşamasında Kuzey Kore orduları tamamen dağılmış, ağır silahları özellikle Amerikan hava kuvvetleri tarafından imha edilmişti. Bu kez Kuzey Kore toprakları taarruza açık hale gelmişti.

Amerikan yönetimi MacArthur’a Kuzey Kore’nin işgali için şartlı yeşil ışık yakmış olsa da, MacArthur 1 Ekim’de tam gaz 38. paraleli geçecek, 16 Ekim’de ise Kuzey Kore başkenti Pyongyang düşecekti.

MacArthur hızla Kuzey Kore-Çin sınırına doğru yaklaşırken, Washington’dan Çin’deki Kuzey Kore’ye ikmal sağlayan üsleri de vurmak için izin isteyecekti. Bu istek reddedildi. Amerikan yönetimi sınırlı bir savaş yürütmeyi arzularken, zaten Kuzey Kore ordularının çökmüş olduğunu gözlemliyordu.

Moskova’da ise Stalin küplere binmişti. Kuzey Kore’deki Sovyet danışmanları, Çin lideri Mao ve Kuzey Kore lideri Kim, Sovyet diktatörünün öfkesinden ve ağır sözlerinden nasibini almıştı. Moskova, Pekin’e Kore Savaşı’na derhal müdahale etmesi için hazırlıklara başlama talimatını verdi.  Ancak savaşa müdahale edecek “gönüllü” Çin ordularına “şimdilik” Sovyet resmen hava desteği sağlanmayacak, sadece gönüllü pilotlar savaşa dahil olacaktı.  

Başkan Truman, Pentagon, General MacArthur bu aşamada Çin müdahalesini beklemiyordu. Savaş başarıyla devam ederken ABD Başkanı ile MacArthur’un arası epeyce açılmıştı. General MacArthur ününün doruğunda iken, Başkan Truman kamuoyunda Başkan Roosevelt’in zamanında seçmiş olduğu silik bir başkan yardımcısı kimliği görüntüsünü halen atamamış, zorlukla kazanmış olduğu 1948 seçimleri de bu izlenimi ortadan kaldırmamıştı.   

General MacArthur savaşın bu en kritik anında Roosevelt’in yüz yüze görüşme talebine dahi şartlı bir karşılık vermiş, ABD ana karasına uçarak ABD Başkanı Truman ile görüşmek yerine, görüşme yerini Kore ile ABD anakarasının orta noktası olan Wake Island olarak belirlemişti. 15 Ekim 1950 tarihinde gerçekleşen bu toplantıda ne konuşulduğunu halen bilmiyoruz, MacArthur ve Truman’ın özel görüşmesi kayda alınmamıştı. Ancak ikilinin son derece gergin olduğu fotoğraflara yansımıştı.

Bu toplantıdan sadece dört gün sonra yüzbinlerce Çin askeri gizlice Çin-Kuzey Kore sınırını teşkil eden Yalu Nehri’ni geçti. Çin “gönüllü” birlikleri ki bunlar tam teşekküllü orduları oluşturuyordu, artık taarruz pozisyonu almıştı.

25 Ekim 1950 tarihinde Çin orduları dağlar ve derin vadilerin oluşturduğu karmaşık cephe hattına doğru büyük bir taarruza başladı.  Stalin de,  Çin ordularının taarruzlarını yaklaşık iki hafta boyunca dikkatle izledikten sonra, Çin ordularına hava desteği verilmesini emretti. Sovyet Mig-15 jet avcı uçakları Çin’deki üstlerinden kalkarak Kuzey Kore hava sahası üzerinde hakimiyet kurmaya başladı. Amerikalıların piston motorlu II. Dünya Savaşı dönemine ait başarılı tasarımlı avcı uçakları, Mig-15’ler karşısında başta müthiş kayıplar verdi. Unsan’da tuzağa düşen Güney Kore ve Birleşmiş Milletler orduları düzensiz bir şekilde çekilirken, Stalin Mao’ya savaşa daha fazla kuvvet bağlaması talimatını verdi.

MacArthur halen savaşın boyutunu tam kavrayamamıştı. “Home by Christmas” adını verdiği karşı taarruzu başarılı olmadığı gibi Birleşmiş Milletler orduları sayıca üstün olan Çin ve Kuzey Kore ordularına karşı birkaç hafta öncesine göre daha uzun bir cephe hattı tutar hale gelmişti.

MacArthur gibi çok deneyimli bir komutanın bu hatayı yapma sebebi belli idi: Kibir ve hayalindeki zaferi çabucak kazanma hırsı.

Çin ve Kuzey Kore orduları rakiplerinin zaafını mükemmel bir şekilde değerlendirecekti. Savaş sahası Çin’in lojistik üslerine çok yakındı. Rakiplerinin hava üstünlüğü, Mig-15’ler sayesinde kalmamıştı. Amerikalıların ikmal hatları iyice uzamış ve komünist gerillalar bu hatları vurur halde idi. Hava sıcaklığı -30 derece düzeyinde ve ortam oldukça sisli idi. Komünistler Kuzey Kore’nin bu bölgesindeki derin vadileri ve dağ yollarını çok iyi tanıyordu. Klasik bir cephe hattı diye bir şey kalmamıştı: Taraflar dağların ve vadilerin üzerinde konuşlu idi.   Çin birlikleri yoğun sis içinde vadileri, nehir yataklarını ve tünelleri kullanarak Birleşmiş Milletler ordularının arkalarına kadar sızmaya hazır durumda idi.

Çin taarruzu beklenmedik bir şekilde Birleşmiş Milletler ordularını vuracaktı. Ch’ongch’on Nehri ve Chosin Havzası eksenleri üzerinden yapılan taarruzlar BM ordularını bozdu.

Özellikle Ch’ongch’on Nehri vadisi üzerinden yapılan taarruzda Amerikan 8. Ordusu kuşatılacak duruma geldi. Çin’in taarruz gücü neredeyse Birleşmiş Milletler gücüne yakındı ama Çinliler sis ve kar içindeki dağ yollarını kullanarak rakiplerini çevrelemeyi başarmıştı. Amerikan 8. Ordusu tam bir bozguna uğramış ve geri çekilmeye başlamıştı. Ancak Çin birlikleri Wavon bölgesinde kuzeyden güneye doğru çekilmeye çalışan Amerikalıların geri çekilme hattını kesmek üzere hamle yaptı. Amerikan 8. Ordusu’nun durumu çok kritikti. Kuzeyden aralıksız taarruz eden Çin birliklerine karşı savunma hattı tutmak mümkün olmadığı gibi, doğudan güney batıya taarruz eden Çin birlikleri Amerikalıların arkasına sarkmak üzere idi. Amerikalılar eğer kuşatılır ise, bu birliklerin bu coğrafyada ikmal edilmesi mümkün olamayacağından dolayı, Amerikan birliklerinin imha olması kaçınılmaz olacaktı.    

İşte bu noktada Korgeneral John B. Coulter kritik bir karar verdi. Emrinde yer alan rezerv durumunda tutulan Türk Tugayı’na;  Wavon’a doğudan batıya doğru manevra yaparak sızan Çin birliklerine karşı, tıkama görevini icra etme emri verdi. Türk Tugayı, Kunu-ri köyü civarında pozisyon alarak Kaechon Nehri’nin kuzeyindeki bu çok kritik köprübaşının tutulmasında hayati bir rol aldı. Türk Tugayı büyük kayıplar vermesi pahasına, tıkama ve düşman harekâtını geciktirme görevini gerçekleştirmeseydi, Çin birlikleri batıya doğru harekâtlarını başarı ile sürdürecek, Amerikan 8. Ordusu Kaechon Nehri’nin güneyine çekilmeden kuşatılacaktı.

Aşağıdaki haritada kırmızı renkteki PLA (Çin Halk Cumhuriyeti birliklerinin) kuzeyden güneye ve doğudan batıya BM birliklerini (mavi birlikleri) nasıl sarmaya çalıştığını görebilirsiniz. Haritanın sağ kısmında TURK olarak belirtilen Türk Tugayı’nın umutsuz bir pozisyonda Kaech’on’da nasıl direndiğini, haritanın alt kısmında ise Çin birliklerinin tüm BM ordularını nasıl tuzağa düşürmek üzere olduğunu görebilirsiniz.

Ancak Türk Tugayı, Çin selini tıkamak için adeta feda edilmiş, kuşatılarak çok ağır kayıplar vermişti. Türk Tugayı, Amerikan tümenleri geri çekilene kadar adeta kendini Kunu-ri’ye demirlemiş, tugay tamamen üstün Çin birlikleri tarafından kuşatılmıştı.  

Tugayın tamamen imha olmamış olması başka bir mucizedir. Türk Tugayı’nın savaşabilir unsurları, şanlı atalarının 1601 yılında Kanije Kalesi’ni (Grosskirchen, bugünkü Macaristan) kuşatan Avusturyalılara karşı yaptığı gibi muazzam bir huruç harekâtına benzer bir şekilde düşman kuşatmasını yarmış, Amerikan artçı birlikleri ile birleşmişti. Bu huruç harekâtı modern bir savaşı değil, daha çok I. Dünya Savaşı’ndaki süngü hücumlarına benziyordu. Yabancı gözlemciler ve gazeteciler, Türk askerlerinin kuşatmayı yararken göz gözü görmeyen hava şartlarında nasıl süngü kullandıklarını, üstlerinin düşman kanı ile nasıl kaplandığını detaylı bir şekilde belgelemişlerdi.    

Türk Tugayı’nın Kore Savaşı’na gönderilmesi Adnan Menderes Hükümeti ile TBMM’de çoğunluğu tutan Demokrat Parti’nin kararıdır. Çok bilinen aksine, Türk Tugayı Güney Kore’yi savunmak için gönderilmemişti. Türk Tugayı, Kuzey Kore’yi neredeyse tamamen ele geçirmiş Birleşmiş Milletler ordularının içinde yer almıştı. Wavon ve Kunu-ri’deki muazzam savunma Kuzey Kore başkentinin yaklaşık 80 km. kuzeyinde yer almıştır. Bu bölge Çin sınırına 135 km. uzaklıktadır. Türk Tugayı Amerikan 25. Piyade Tümenine bağlanmıştı, Kore Savaşı’nda tugay büyüklüğünde olup da bir başka ülkenin daha büyük bir birliğine bağlı kılınan tek birlikti.  

General MacArthur Türk Tugayı’nın sergilediği başarıyı şu şekilde değerlendirmişti:

“The American public fully appreciates the value of the services rendered by the Turkish Brigade and knows that because of them the Eighth American Army could withdraw without disarray. The American public understands that the United Nations Forces in Korea were saved from encirclement and from falling into the hands of the communists by the heroism shown by the Turks.”

Bu ifade açıkça Kore’deki Birleşmiş Milletler güçlerinin imha edilmesini engelleyen faktörün Türk Tugayı’nın kahramanca savunması olduğunu ortaya koyuyor.

Çin taarruzları bu noktadan sonra daha da momentum kazanacak, Birleşmiş Milletler ordularının geri çekilişi bir bozguna dönüşecekti. Aralık 1950’de Kuzey Kore başkenti Pyongyang Çin orduları tarafından geri alınacaktı. Ancak Çin taarruzu burada da durmayacaktı. Çinliler 1951 başında 38. paraleli geçecek ve Güney Kore başkenti Seul tekrar düşecekti. Ancak Çin ve Kuzey Kore orduları artık tükenmişti. General MacArthur bu safhada Washington’a baskı yapmaya başlamış ve Çin sınırları içindeki toplanma merkezlerine ve lojistik üslerine karşı nükleer silah kullanılmasını talep etmişti. MacArthur, Başkan Truman’ı bypass ederek Demokrat ve Cumhuriyetçi Parti içindeki senatörlerle de görüşmeye başlayınca, Başkan Truman’ın sabrı taştı. MacArthur görevden alındı. MacArthur görevden alınmadan evvel Seul geri alınabilmişti. Başkent Seul 4. defa el değiştirmiş ve tam bir harabeye dönmüştü. Her el değişiminde ise şehri ele geçiren taraf karşıt düşüncedeki sivilleri topluca infaz etmişti.

Savaş 1951 Haziranına kadar 38. Paralel çevresinde büyük taarruzlar ve karşı taarruzlar ile sürdü. Savaş 1951 Haziran-Temmuz 1953 dönemi arasında tam bir çıkmaza ve sonuçsuzluğa sürüklendi. Bunun nedeni çok basitti: Savaş kendi teknolojisini ve tekniklerini yaratmıştı. Kore Savaşı, başladığında kullanılan silahlar, tanklar, uçaklar ağırlıklı olarak II. Dünya Savaşı teknolojisine dayanıyordu. Savaş ilerledikçe savaş uçakları jet uçaklarına, ağır tanklar ana muharebe tanklarına evirildi. Taraflar statükoyu bozmak için o kadar büyük kaynaklar ayırdı ki, bu gelişme bile cephede büyük bir kazanımı sağlamak için gereken kaynakları arttırdı. Kore savaşının başı hafif sıklet boks müsabakası gibi çok akıcı ve değişkendi. Daha sonra iş bir ağır sıklet müsabakasına dönecekti.

Bu paradigmanın aynısını I. Dünya Savaşı’nda ve bugün Ukrayna Savaşı’nda görüyoruz. 

Savaştan sonra tüm Kore tam bir harabeye dönmüştü. Bu öyle bir yıkımdı ki, Kore’deki tahribatın ölçüsü neredeyse II. Dünya Savaşı sonundaki Almanya ve Japonya’daki yıkıma yakın idi. Güney Kore böyle bir yıkımdan Güney Kore 40 yıl içinde Kore mucizesini yaratacaktı. Bu hikayeyi okumak isterseniz, şu iki bölümlük yazı dizime göz atabilirsiniz.

https://www.stratejivefinans.com/turkiye-ve-guney-korenin-ekonomik-cizgilerinin-hikayesi-i-bolum/

Savaşı bitiren faktör, askeri değil siyasi idi. 6 Mart 1953 tarihinde Moskova’dan flaş bir haber geldi.

Sovyet lideri “Çelik Adam” Joseph Stalin hayata veda etmişti. Sovyet lideri ardıl bırakmamıştı. Stalin; belki de 20. yüzyıla en derin damgayı vuran siyasetçidir.

Stalin’in ölümü en çok Sovyet tepe yönetimini memnun etmişti. Çünkü Stalin ile yakın çalışmak her zaman ölümcül bir risk idi.  Sovyetler Birliği Kruşçev, Beria ve Malenkov’un liderliğinde kollektif yönetim ile yönetilir hale geldi. Bu yeni yapı sürat ile Kore Savaşı’nın bitişi için Amerikalılar ile müzakere edilmesini sağlayacaktı. 27 Temmuz 1953’te ateşkes antlaşması imzalandı ve savaş fiilen sona erdi. Ancak Kuzey Kore ile Güney Kore arasında bugüne kadar bir barış antlaşması imza edilmedi. Teknik olarak iki ülke arasında savaş hali halen mevcuttur. Kim II Sung hayatı boyunca Güney Kore’yi bir daha işgal etme hayali kurdu. 1975 yılında Güney Vietnam başkenti Saygon düştüğü zaman soluğu Pekin’de alacak ve Mao’ya yeni bir işgal girişimi için destekte bulunması için ısrarcı olacaktı. Mao’nun bu ziyarette Kim’e ağır sözler söylediği rivayet edilir.

Kore Savaşı sürerken Batı Avrupa, Amerikan Marshall yardımları ile epey toparlandı. 1948 yılında başlayan Marshall programı ile tam dört yıl boyunca 2024 yılı Amerikan doları eşdeğeri olarak 21 ülkeye tam 174 mio USD değerinde yardım yapıldı. Batı Avrupa için bu tarihte bu kapsamdaki yardım programı oldukça önemli idi. 1948-1952 arasında endüstriyel üretim %35 arttı, tarım çıktısı 1939 öncesini yakaladı. Batı Avrupa 1970’lere kadar düzenli, düşük enflasyonlu, yüksek büyüme oranları yakaladı. Marshall Planı aynı zamanda, Batı Avrupa’da kuvvetli bir yeri olan komünist ve sosyalist akımlarının da önünü aldı. Özellikle Fransa ve İtalya’daki sosyalist unsurlar güç kaybedecekti. Batı Avrupa’nın yeniden ayağa kalkması, Batı Avrupa ülkeleri arasındaki iç ticareti geliştirdi. Bu da ülkeler arasında II. Dünya Savaşı’nın yarattığı düşmanlığı azalttı.

Marshall Planı, NATO’nun kuruluşunu da kolaylaştırdı. Batı Almanya; diğer Batı Avrupa ülkeleri tarafından yeniden “Avrupa” kulübünün bir parçası olarak benimsenmiş oldu. 1950’li yıllardan itibaren Bretton Woods Sistemi ABD liderliğinde tasarlandığı gibi işler duruma geldi. Marshall Planı sona erdiğinde, IMF ve Dünya Bankası Batı Dünyası’nın ekonomik sisteminin çok daha önemli parçaları haline geldi.

Esasen en önemli gelişme 25 Mart 1951 tarihinde Avrupa Kömür ve Çelik Birliği’nin kurulmasını sağlayan, Paris Antlaşması’nın imza edilmesidir. Batı Avrupa’nın çelik ve kömür sanayileri, ki o dönemin önemli ağır endüstri koludur, tek bir pazar altında işlemesini sağlamıştır. Belçika, Hollanda, Lüksemburg, İtalya, Fransa ve Batı Almanya’nın oluşturduğu bu yapı ileride Avrupa Ekonomik Topluluğu’na, daha sonra Avrupa Birliği’ne dönüşecekti. Bu yapının önemli özelliği defa dünyada gerçek bir devletler üstü (supranational) bir gövdenin kurulması idi. Daha o tarihte kurulan dört ana organ çok daha sonra evrimleşerek bugünkü Avrupa Komisyonu, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği Bakanlar Konseyi ve Avrupa Adalet Divanı gibi ana organlara dönüşecekti.  

Bu müthiş gelişmenin önünü açan Fransız Dışişleri Bakanı Jean-Baptiste Nicholas Robert Schuman’dır. Fransız bakan o dönemde Fransa’da çok etkin olan aşırı milliyetçilere ve komünistlere rağmen bu birliğin kuruluşunda çok önemli bir isim olmuştu. Masanın öbür tarafında ise  Batı Almanya Şansölyesi Konrad Adenauer, ki Almanya’nın Otto von Bismarck’tan son en büyük siyasetçisidir, birliğin kuruluşundaki en önemli isimdi. Ama bu büyük projenin ana fikri çok daha önce, bu birliğin üyesi olmayan İngiltere’nin unutulmaz Başbakanı Winston Churchill’e aitti. Churchill’in “United States of Europe” kavramı Avrupa Birliği’nin ana fikri olacaktı.            

Stalin’in ölümünden sonra hiç beklenmeyen bir olay gözlerin yeniden Berlin’e dönmesini sağlayacaktı. 16-17 Haziran 1953 tarihinde Doğu Berlin’de inşaat işçileri ayaklandı. Ayaklanma tüm Doğu Almanya’ya yayılacaktı. İşçiler, Sovyet tipi sosyalizmin esasen kölelik olduğunu kavramıştı.

Sosyalizm bir işçi cenneti vaat ederken, devletin koyduğu çalışma kotalarının ve oluşturduğu fiyat mekanizmalarının, çalışanları modern bir köle haline getirdiği ortaya çıkmıştı. Bu sistemde tüm fiyatları ve ücretleri devlet belirliyordu. Bir işçi günlük çalışma kotasını doldurabildiği zaman devlet tarafından belirlenmiş ücretini alarak, devlet tarafından belirlenmiş fiyatlar ile ihtiyaçlarını alabiliyordu. Bu da adı konulmamış bir kölelik sistemi idi: İnsan hayatının tamamen devlet tekelinin emrinde kullanılarak, sermayenin devlette toplandığı ütopik bir sistem…

Doğu Almanya’daki ayaklanma Sovyet tankları tarafından kısa sürede kanlı bir şekilde bastırıldı. Yıkılmaz gibi görünen Demirperde daha ilk yıllarında sallanmaya başlamıştı. Yeni Sovyet liderleri mesele Sovyet uydularının yörüngeden çıkması olduğunda pek de Stalin’den farklı değildi. 

Kore Savaşı devam ederken çok önemli bir gelişme daha oldu. 8 Eylül 1951’de Japonya’ya tekrar egemenliğini veren San Francisco Antlaşması imza edildi. Bu antlaşma Sovyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti tarafından tanınmayacaktı. Bugün halen devam eden Tayvan sorunu, Japon Denizi’nde yer alan adacıklar ve kıta sahanlığı sorunu, Güney Çin Denizi’ndeki kıta sahanlığı ve adacıklar sorunu bu antlaşmanın boşlukta bıraktığı konulardır. Aynı zamanda bugün Rusya Federasyonu ile Japonya arasında çözülememiş olan Kuril Adaları meselesi de bırakılan başka bir boşluğa dayanır. San Francisco Antlaşması’nın etkilerini günümüz dünyasının en kritik jeopolitik fay hatlarının oluşmasında görüyoruz.

Stalin’in ölümü ile dünyada yeni bir dönem  başlıyordu…

Burak Köylüoğlu

Mail listesine katılın

Yeni yazılardan haberdar olun.

Teşekkürler! Kayıt oldunuz.

Üzgünüz. Kayıt olamadınız.

İLGİLİ Yazılar

You cannot copy content of this page