Orta Doğu’da Gazze Şeridi’nin hakimi Hamas’ın 7 Ekim 2023 tarihinde, İsrail’in sivil ve askeri hedeflerine başlattığı saldırı ve İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki sivil ve askeri hedeflere karşı misli ile büyük çaplı sivil kayıplara yol açtığı karşı taarruzu tüm finansal piyasaları sarstı.
Savaşın insani boyutu ve savunmasız sivillerin trajedisi şu an dahi tarifsiz boyutta.
Orta Doğu’daki olan bitenleri sadece 1948’den beri İsrail-Arap mücadelesi ile anlamak olanaklı değildir. Temel olan sorun insanoğlunun savaşı ve askeri araçları, günümüzün gelişmişlik düzeyinde dahi jeopolitik rekabetin değerli bir stratejik kartı olarak görmesidir.
Yinne de Orta Doğu’yu anlamak için Antik Çağ’a dönerek, MÖ 600 yılında Babil İmparatorluğu’nun Yahuda Krallığı’nı nasıl ezerek, Hz. Süleyman Tapınağı’nı yok ettiğini ve halkın bir bölümünü köle olarak Babil’e götürdüğünü, Musevilerin Babil yıkıldıktan sonra yeniden bugünkü Filistin topraklarına dönüşünü, Roma İmparatorluğu’nun MÖ 70 yıllarında bölgeye gelişini, imparatorluğun Yahudi Krallığı’nı ele geçirişini, son derece kanlı bir şekilde bastırılan üç Yahudi isyanını (MS 66-132) okumak gerekir. Öyle ki bu savaş dizisinin sonuncusu olan Bar Kokhba isyanını Roma, bizzat imparator Hadrian’ın komutasındaki sekiz Roma lejyonu ve dört Roma lejyonunun destek unsurlarından oluşan muazzam bir güç ile bastırabilmişti.
Orta Doğu’yu anlamak için Arap ve İslamiyet tarihini,bölgedeki Müslüman ve Musevi nüfusa inanılmaz kayıplar verdiren Haçlı Seferleri’ni (1095-1291), Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihini okumak gerekir.
Daha sonra ise İran’da petrolün keşfinden başlayarak, Britanya İmparatorluğu’nun tüm donanmasının yakıt tipini devrimsel bir anlayış ile kömürden petrole dönüştürme kararını, Henry Ford’un otomobil üretiminde yaptığı devrimi, bugünkü Suudi Arabistan’da petrolün keşfine kadar petrol ve enerji tarihini anlamak gerekir.
Musevilerin, Bar Kokbha İsyanı sonrasında tüm dünyaya nasıl dağıldığını, Hristiyan kültürü ve toplum yapısı ile çelişkilerini, Doğu Avrupa’da gerçekleşmiş olan pogromları ve Nazi Almanyası’nın uygulamış olduğu soykırımı okumak gerekir.
En sonunda ise I. Dünya Savaşı sonundan günümüze kadar Orta Doğu’da Arap-İsrail çatışmasını okumak ve anlamak gerekiyor. Filistinlilerin İngiliz manda döneminde (1919-1948) ve İsrail’in kuruluşundan itibaren günümüze kadar süren acılarını, özellikle 1948 İsrail-Arap Savaşı’nda İsrail’in uyguladığı baskı ile Filistinlilerin topraklarını nasıl terk ettiğini anlamak gerekiyor. Bu bölgedeki insani acıların ve paylaşım savaşının kökü o kadar eski ki, bugünkü insanlık trajedisinin nedenlerini tam anlayabilmek bu kadim tarihi okumak ve değerlendirmek ile mümkün.
Günümüze, dünya ekonomisine ve finansal piyasalara dönersek; henüz bu çatışmanın ortaya çıkarabileceği tüm risklerin henüz fiyatlanmadığını görüyorum. Ancak savaşın piyasalarda yarattığı anormaliyi özetleyen en güzel gösterge altın (USD/ons) fiyatları ile ABD 10 yıllık tahvil getirilerinin bir arada yükselmesi oldu. Brent petrol ve WTI (West Texas Intermediate) fiyatlarındaki yükselişin bir bölümü spekülatif olsa da spot ve vadeli piyasalardaki yükselişin ana nedeni savaşın, karmaşık bir denkleme ek riskler getirmesidir. Bu yazıyı okuyan, özellikle opsiyon fiyatlamalarına hakim profesyoneller bu ifadenin ne anlama geldiğini kolayca anlayabilir. Küresel anlamda hisse senedi/sermaye piyasalarındaki düşüş ise derinleşti. Zaten özellikle S&P500, Dow Jones ve özellikle Nasdaq’da bir düzletme bekleniyordu. Düzeltme Ağustos ayında başlamıştı ki, savaş nedeni ile bu hareket daha da sertleşti ve bu eğilim tüm önemli hisse senedi piyasalarına yayıldı. Zaten tüm dünyada enflasyon ve faizler yukarıya giderken, borsaların soluksuz ralli yapması olağan değildi. Genelde sermaye piyasaları önündeki 6-12 aylık dönemlerin risk ve fırsatlarını satın alır. Faizlerin yükselişi şirket değerlerine olumsuz etki yapması beklenirken özellikle ABD’de kuvvetli ekonomik büyüme daha ağırlıklı olarak fiyatlandı. Ne zaman ki FED yüksek faiz ortamının bir süre daha devam edeceğini mesajını ısrar işle veriyor olması, Amerikan borç tavanı krizinin aslında sona ermediği, sadece ertelendiği gerçeği ile birleşince hisse senedi piyasaları düzeltme eğilimine girmişti.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen bölgede savaşın yayılma olasılığı ana senaryom değil.
Amerikan diplomatik girişimlerinin derhal başlaması; Amerikalıların ve Batı Avrupa’nın İsrail’e vermiş olduğu koşulsuz desteği gösterdiği gibi, savaşın yayılması konusundaki derin endişelerini de ortaya koyuyor.
Hali hazırda Ukrayna Savaşı ve çok öncesinde başlamış olan Çin-ABD rekabeti zaten dünya ekonomisinde önemli bir değişiklik yaratmıştı: Artan hammadde ve enerji maliyetleri, küreselleşmedeki geri dönüşün (deglobalization) lojistik ve üretim maliyetlerini yukarıya itmesi, çatışmaların eklediği risk unsurları nedeni ile sigorta ve finansal giderlerdeki artış, ve tüm bu unsurların; inanılmaz ölçüdeki gevşek para politikaları ile birleşerek küresel enflasyonu yükseltmesi, enflasyona karşı çekilen neo-klasik ekonomi akımının faiz ve parasal sıkılaşma silahları, artan faiz oranların ve daralan likiditenin özellikle küçük ve orta ölçekli Amerikan bankalarını etkilemesi, yüksek borçlu ülkelerin sorunlarının büyümesi, vs.
Hali hazırda ABD ve AB’nin en son tercih edebileceği gelişme, savaşın Orta Doğu’da bir enerji arz sorununa yol açması veya böyle olmasa dahi bu enerji sorunu riskinin fiyatlanmasıdır.
Böyle bir gelişme, dünya borsalarında hisse senetlerindeki gerilemeyi hızlandırır, ABD tahvilleri daha çok değer kaybeder, piyasalarda paranın ima edilen maliyeti (implied cost of money/capital) artar.
Yukarıdaki finansal etkilerin ekonomilere olan etkileri ise; büyümenin düşmesi, artan enflasyon ve daha da artacak faizler ve daha da artacak olan “cost of capital” değişkenidir. Böyle bir ortamda toplumlarda huzursuzluk artar. Çünkü 1990’lı yıllardan sonraki modern ekonomik işleyiş (ya da biraz daha Marksist bir tanım ile modern kapitalizm) güçlü mal ve hizmet talep büyümesi, makul bir enflasyon oranı, yükselen hisse senedi piyasalarının getirdiği refah etkisi (bu konuda ayrı bir yazı kaleme alacağım), enflasyon yaratmayacak (ücretleri dizginleyecek) kabul edilebilir bir işsizlik oranı gibi karmaşık bir ekonomik sete dayalı.
Batı Bloku (ABD, AB, Japonya, Kanada, G. Kore, Avusturalya, Y. Zellanda) bu yerleşik düzendeki güçlerini, ekonomik paylarını ve rekabetçiliklerini korumayı hedeflerken; Çin başta olma üzere BRICS ve Şangay İşbirliği Örgütü ülkeleri de küresel sistemden çok daha fazla pay almayı hedeflemekte. Bu çekişme aslında günümüzün yeni soğuk savaşını tanımlıyor. Üstelik bu rekabet sıfır kazançlı bir oyun yani oyuncuların nispi ekonomik, askeri ve politik güçleri artar ve azalırken bu büyük oyunun kazanan ve kaybedenleri belirlenmiş olacak.
Amerikan başkanlık ve Kongre seçimlerine yaklaşık bir yıl kaldı. Demokratlar veya Cumhuriyetçiler, bu kritik süreçte İsrail’e kuvvetli bir destek verecektir. Ancak unutmamak gerekir ki süreç Batı Bloku ile İsrail’in çıkarlarının da ayrıştığı bir noktaya gelebilir.
Avrupa Birliği ekonomisi stagflasyonun eşiğinde, AB’nin güney kanadı özellikle İtalya sürdürülemez bir borç sorunu içinde.
Ukrayna Savaşı’nda Rusya mayıs ayından beri devam eden Ukrayna karşı taarruzunu sonuçsuz bırakmış durumda. Savaşın nasıl ve ne zaman biteceği belli değil. Savaş modern bir I. Dünya Savaşı temposu ve doktrininde yürüyor.
Diğer yandan Çin-Rusya iş birliği gelişirken, BRICS ülkeleri Amerikan tahvillerini yavaş yavaş satarken, Çin meşhur trilyon dolarlık “Belt & Road Initiative” projesini hızlandırmaya kararlı iken, Orta Doğu’da savaşın genişlemesini Batı Bloku her koşulda engellemeye çalışacaktır.
Amerikalılar savaşı mümkünse Gazze Şeridi içinde sınırlı tutarak, İsrail’i sadece Hamas ile mümkün olan en düşük sivil kayıplara yol açacak şekilde savaşmasını sağlamayı hedeflerken, aynı zamanda bölgeyi ateşe verebilecek kadar fütursuz olan İsrail siyasetinin aşırılarını dizginlemeyi hedefliyor.
Aslında Amerika Birleşik Devletleri, Doğu Akdeniz’e iki uçak gemisi görev gücü göndermesinin altında İsrail’i özellikle bir balistik bir füze saldırısından korumak ve ayrıca İsrail’in savaşı yayma ve derinleşmesini engelleme düşüncesi yatıyor.
Amerikan savaş gemilerinin son derece gelişmiş elektronik istihbarat yetenekleri olduğunu ve bu yeteneklerin savaşın genişlemesi riskini arttıracak gelişmeleri anında ABD yönetimine ileteceğini unutmamak gerekir.
Savaşın en karlı çıkan ülkesi kuşkusuz Rusya Federasyonu.
Ukrayna Savaşı gündemde gerilediği gibi, Ukrayna’ya gönderilen akıllı ve nokta atış yeteneğine sahip mühimmat stokları zaten alarm verici bir düzeye düşmüşken, bu akış kuşkusuz daha da azalacaktır. Batı Bloku artık Ukrayna Savaşı’nı temel risk unsuru olarak görmüyor, savaş onlar için Ukraynalı sivil ve askerler ile Rus askerlerinin öldüğü kontrollü bir çatışma halini aldı. Rusya aynı zamanda artan enerji fiyatlarından da şu an faydalanır bir halde.
Çin Batı Bloku’nun Ukrayna’dan sonra Filistin’de yeni bir derde başını sokmasından memnun görünüyor. Çin en büyük hedefi bu çatışmaların AB ve ABD ekonomilerindeki ayrışmayı hızlandırarak, AB ve ABD arasında jeopolitik hedeflerini ve politikalarını ayrıştırmak. Ancak Çin’in henüz bir süper güç yeteneklerine sahip olmadığını, bir ekonomik süper güç olma vasıflarından biri olan güçlü bir iç pazara da sahip olmaktan uzak olduğunu unutmamak gerekir. Çin’de genç işsizliğin arttığını, taşınmaz sektöründeki “1990-1991 Japonya tipi” bir krizin olduğunu, “deglobalization” akımının getirdiği sorunların Çin’i nasıl derinden etkilediğini şu yazımda (https://www.stratejivefinans.com/cin-ekonomik-mucizesinin-son-perdesi-mi/) anlatmıştım. Bu nedenle Çin Orta Doğu’da bir çatışmanın büyümesini istemeyecektir. Ancak bu çatışma Çin için Arap Dünyası ile ve hatta Türkiye ile politik ve ekonomik bağlarını güçlendirecek bir fırsattır. Aynı zamanda Çin’in Güney Çin Denizi ve Tayvan bölgelerindeki stratejik konumu, Batı Bloku’nun Orta Doğu ile meşgul olmasından dolayı kuvvetlenmiştir.
Özetle bu savaş, Ukrayna Savaşı gibi sınırlı bir savaşa dönüşecek, olan yine bölgede yaşayan masum insanlara olacaktır. ABD, İngiltere ve AB’nin ilk amacı bu çatışmanın finansal piyasalarda bir sorun yaratarak, ortaya çıkabilecek bir finansal krizin genel bir ekonomik krize dönüşmemesidir. Yoksa bölgedeki sivillerin yaşadığı II. Dünya Savaşı niteliğindeki trajedi, savaşın yaygınlaşmasını tetiklemediği ve Avrupa’ya yeni bir göç dalgası yaratmadığı ölçüde, Batı Bloku’nun öncelikleri içinde değil.
Özet ile Orta Doğu’daki savaş; uzun dönemdir stres artışı olan bir fay hattının yarattığı bir deprem ile oluştu. Bu çatışmanın genişlemesi ve derinleşmesi bir sürpriz olur ama insani açıdan bir an önce savaşın bir ateşkes ile durdurulması en öncelikli konu. Ancak bu konuda maalesef çok ümitli değilim. Bu fay hattının kalıcı olarak tamiri ancak Filistin’de 1967 öncesi statükoya dönmek ve iki devlet çözümünü (İsrail ve bağımsız bir Filistin Devleti) hayata geçirmek ile başarılabilir ki, bu iyice olanaksız durumda.
Ukrayna Savaşı, Orta Doğu’daki savaş, Güney Çin Denizi ve Tayvan bölgelerindeki çekişme derken tansiyonun bu kadar farklı fay hatlarında beraber yükselmesi giderek 1899-1914 ve 1931-1939 dönemlerini hatırlatır hale geldi. Üstelik dünya ekonomik olarak bu kadar hasta iken. İnsanoğlu Mars’a insanlı uçuş planlar, yapay zeka temelli bir teknoloji devriminin eşiğinde iken, bölgede kalıcı ve adil bir barışı sağlamakta yetersiz kalıyor. Belki de uygarlık teknolojik olarak insana özgü düşünme ve muhakeme yeteneklerini bile aşabilir durumda iken, Orta Doğu ve Ukrayna’daki savaşlar, basit, kalıcı ve adil bir barış anlaşması kurabilme yeteneğini kaybettiğini gösteriyor.
Burak Köylüoğlu
22 Ekim 2023
Yeni yazılardan haberdar olun.