I. Dünya Savaşının nedenleri halen bilim adamları tarafından tartışılan çok sayıda karmaşık değişkenden oluşan bir set olduğu kabul edilir. Çok uzun süren ve etkileri yıpratıcı olan 1873 Ekonomik Krizi, 19. yüzyılda tek kutuplu dünya düzeninden çok kutuplu Dünya düzenine geçiş sancıları, sanayi devriminin safhalarının kapitalist dünyada yarattığı arz ve talep dengesizliği ve aniden ortaya çıkan “Almanya Sorunu” savaşın temel nedenleri olarak değerlendirilir. Dikkat edilirse bu sorunların temel olanlarını, yaklaşık yüz yıl sonra günümüzün politik ve ekonomik ortamında da gözlemliyoruz.
Eğer günümüzün dünyasında, konvansiyonel savaş yürütmenin maliyetinin son yüz yılda çok yükselmiş olması, nükleer dehşet dengesinin varlığı ve demokrasilerin kurumsal anlamda gelişmiş olması gibi karşı dengeyi sağlayan temel faktörler olmasa idi, “Yeni bir dünya savaşı yaşanabilir miydi?” sorusu, üzerinde tartışmaya değer bir konudur.
Almanya, 1871’de birliğini Fransa Prusya Savaşı sonrasında kurduktan sonra, hızla sanayi tabanını geliştirerek, kısa sürede dünyanın 3. büyük ekonomisi haline gelir. Alman Sanayisi, 1850-1918 arasında boya, demir çelik, kimya, makine ve yatırım malları, motor, ilaç, elektrikli aletler sektörlerinde lider ya da ikinci sıraya ulaşır. gelir. Almanya’nın Ruhr Bölgesi ve Silezya Eyaleti, dünyanın en önemli sanayi bölgeleri içinde yer alır.
Sanayi Devrimi her ne kadar İngitere’de başlamış olsa da, Sanayi Devriminin buluş ve teknikleri 19. yüzyılın ikinci yarısında İngiliz Ekonomisine sağladığı toplam faydanın daha fazlasını ABD ve Almanya’ya sağlamıştır. 1800’lü yılların tek süper gücü olan İngiltere, ekonomik anlamda ilk önce ABD’ye geçilmiş, daha sonra Almanya İngiltere’yi yakalayarak geçmiştir.
Askeri anlamda ise, Fransa Napolyon Savaşları sonrasında (1815) liderliğini yitirmiş, Avrupa’da kara kuvvetleri anlamında bir denge oluşmuş idi. Prusya’nın bu tarihten sonra Alman Konfederasyonunu oluşturan devletler üzerindeki etkisinin artması ile beraber Birleşik Almanya’nın oluşumu başlar.
Prusya, Birleşik Almanya’nın oluşumu için diğer bir Alman Devleti olan Avusturya İmparatorluğu ile çetin bir yarışa girişir. Amaç tarih boyunca çeşitli düklük ve prenslikten evrilen küçük Alman Devletlerinin oluşturduğu kümeyi birleşik bir Almanya haline getirmektir.
Bu liderlik yarışı en sonunda Prusya-Avusturya Savaşına (1866) neden olur. Königgratz’da kesin şekilde yenilen Avusturya, küçük Alman Devletleri üzerindeki tüm etkisini, Prusya’ya terk eder. Prusya’nın bu kesin zaferine karşın, Prusya Şansölyesi Otto von Bismarck, İmparator ve orduyu, Viyana üzerine yürünmemesi konusunda ikna eder. Nitekim yenilen ama şerefini kaybetmeyen Avusturya, sonraki yıllarda Almanya’nın Avrupa’daki tek müttefiki olacaktır.
Prusya önünde, Birleşik Almanya için önünde tek engel kalır: Fransa. Alman Devletleri üzerindeki etki ve kontrolü artan Prusya, akıllıca bir politik manevra ile Fransa’yı kendisine savaş ilan etmeye tahrik eder. (Konu İspanya tahtına kimin oturacağı meselesidir.). Küçük Alman Devletleri de Prusya yanında yer alır.
Fransız Orduları, Prusya ve Alman Devletlerinden oluşan ordular karşısında sayıca az olduğu gibi, Almanya’nın askeri liderleri dönemin en parlak askerleridir. Sedan’da (1870) kazanılan zafer ile Fransız Orduları imha edilir ve Paris kuşatılır. Fransa barış istemek zorunda kalır. Frankfurt Anlaşması (1871) ile Alsace Lorraine bölgesini kaybeder, çok ağır bir savaş tazminatı ödemeye mecbur olur ve yeni oluşan Birleşik Almanyayı oluşturan Alman İmparatorluğunu tanımak zorunda kalır.
Ancak Fransızları daha da küçük düşüren bir vaka ise Prusya Kralının, Paris’i kuşatan Prusya Birliklerinin gözetiminde Versailles Sarayı Aynalı Salonunda (ki Fransız kral ve imparatorlarının taç giydiği salondur.) Almanya İmparatorluk tacını giymesidir.
Prusya Şansölyesi, (daha sonra Almanya’nın Şansölyesi) olan Bismarck Frankfurt Anlaşmasının ağır şartlarını ve taç giyme merasiminin şekline engel olamamıştır.
Uzun sürecek ve kanlı sonuçları olacak Fransız-Alman düşmanlığı artık başlamıştır.
Nitekim Müttefikler I. Dünya Savaşı’nı kazandıktan 9 ay sonra 1919 yılında Almanya’ya dikte ettirilen Versailles Barış Anlaşması da aynı salonda imzalanmış, Alsace-Lorraine Fransa’ya geri iade edilmiş, Almanya’ya yüklenen savaş tazminatı ise 1871 Frankfurt Anlaşmasındaki matematiksel yaklaşım ile hesaplanmıştır. Üstüne üstlük de anlaşmayı imza etmek için gelen Alman delegasyonu özellikle savaşta tahrip olmuş olan Kuzey Fransa’da ağır ağır dolaştırılan, özelikle seçilmiş rahatsız bir trende seyahat etmeye mecbur bırakılmış, Versailles Sarayına geldikleri zaman, hizmetçilerin girdiği kapıdan içeri alınmıştır.
Bismarck döneminde Almanya, tüm devlet düzenini oluşturmuş, bu devlet düzeni Almanya’nın ekonomik ve siyasi başarıları için bir temel olmuştur. Bismarck’ın kurmuş olduğu yapı o kadar başarılıdır ki, Almanya iki Dünya Savaşı kaybedip, muazzam sayıda insan ve Prusya, Pomerenya ve Silezya’yı kaybetmesine rağmen, 45 yıl bölünmüş olarak kaldıktan sonra dahi, Bismarck’ın kurmuş olduğu yapı bugünün Almanya’sının temelidir.
Bismarck ve Almanya’nın en önemli şansızlığı, Almanya’yı maceraya atılmaya gerek duymayacak kadar olgunlaştıracak bir süre için iktidarda kalamamasıdır.
Genç, sabırsız ve duygusal olarak dengesiz bir kişiliğe sahip olan İmparator II. Wilhelm, Bismarck’ın ünü ve etkinliğine tolere edemeyerek, tahta çıkışından 2 yıl sonra Bismarck’ı istifaya zorlar.
Genç Alman İmparatoru daha sonra giderek zorlaşan dünya koşullarında, aldığı kararlar ve yaptığı diplomatik gaflar ile büyük savaşa giden yolda, kıyamet makinasının bir parçası olacaktır.
II.Wilhelm’in dengesiz kişiliği, doğumunda doktorun forseps ile sol kolunu çekmesi sonucu, kısa ve sakat kalması sonucu oluşmuştur. Nitekim imparator fotoğraflarında sol kolunun kısalığını örtmek için, sol elinde ya bir çift eldiven tutmakta ya da sol eli ile kılıcının kabzasını kavramaktadır. Asker bir ulus olan Prusya’nın Kralı ve Alman İmparatoru fiziki sorununu hayatı boyunca ruh dünyasından ayıramayacaktı.
II. Wilhem’in tehditkar yönetimi ile kendilerini Almanya karşısında güvensiz hisseden Fransa ve Rusya 1894’de bir savunma paktı oluşturur. Daha sonra Almanya’nın donanmasını İngiltere’yi tehdit edecek kadar büyütmesi, İngiltere’yi ilk önce Fransa ile (1904), daha sonra Rusya ile (1907) ittifaka iter.
Almanya’nın 1890 yılında başlattığı donanma programı, İngiltere için önemli sorun idi. İngiltere az sayıda kara kuvvetine sahip olmasına rağmen, güçlü donanması ile ülkesini ve imparatorluğuna ait ticaret yollarını korumakta idi.
O günlerde donanmanın gücünün ülkeler için anlamı, bugün için nükleer silahlara sahip olmanın prestijine denk idi.
Almanya’nın İngiltere ile başlattığı donanma yarışı, ABD ve SSCB’nin 1950-1980 arasında nükleer silah yarışından çok daha yüksek oranda kaynak ayrılmasına sebep olur.
Bu işin ironisi ise, bu kadar kaynak ayrılmış olan bu iki muazzam donanmanın sadece Jutland Savaşında (1916) çarpışmış olmasıdır.
Alman dış politikasının beceriksizliği, İngiltere gibi büyük bir gücü, karşılıklı derin sorunları olan iki devlet ile (Fransa ve Rusya) sorunlarını çözmesine ve ittifak kurmasına sebep olacak kadar büyüktür.
Bismarck görevden ayrılışı sırasında (1890), “İşler böyle gider ise, görevden ayrılmamdan 20 yıl sonra büyük bir savaş başlayacak” kehanetinde bulunur. Son önemli sözünü ise ölümünden bir yıl önce (1896), “Balkanlar’da olacak aptalca bir olaydan, büyük bir Avrupa Savaşı çıkacak.” şeklinde ifade eder.
I.Dünya Savaşı ilk kehanetten tam 24 yıl sonra, Avusturya Macaristan veliahdının suikaste uğraması sonucunda ortaya çıkar.
20. yüzyılın başında yeni Dünya düzeninin stratejik görünümü ortaya çıkmıştır. Nerdeyse İngiltere hariç, Kıta Avrupası’nın geri kalanından daha güçlü bir Almanya karşısında, Fransa, İngiltere ve Rusya karşısında Almanya ve artık hasta bir adam haline gelmiş Avusturya ve Macaristan İmparatorluğu saflarını oluşturmuştur.
Almanya’nın temel sorunu, karşısındaki blokun herhangi iki ülkesinden daha güçlü bir askeri güce ulaşmış olmasına rağmen, askeri anlamda iki cepheli uzun sürebilecek bir savaşı kaybedebilecek olmasıdır.
Bir diğer konu ise, 1900’lü yılların başı itibari endüstri devriminin geldiği nokta ile savaşacak tarafların tarım ve sanayiden, çok sayıda çalışan nüfusu silah altına alma meselesidir. Bu dönemde üretim faktörleri içinde iş gücünün oranı yüksek oranda yer almaktadır. Tarımda çalışan iş gücü ile beraber toplam istihdam edilen kişi sayısı önemli sayıdadır. Kadın nüfusun işgücü katılımına oranı çok düşüktür.
Diğer yandan demiryollarının da gelişimi ile lojistiğin yarattığı olanaklar artmış, eskiden yaya olarak hareket ederek bulunduğu bölgelerdeki yiyecek ve barınma olanaklarını değerlendiren ordular, artık daha hızlı hareket ettirilen ve gereksinimleri demiryolları ile karşılanan bir yapıya dönüşmüştür. Bu faktörler ile beraber ateş gücünün artması birleşince önceden yüzbinler ile ifade edilen sürülen orduların büyüklüğü milyonları bulmuştur. Örneğin Fransız Ordusu 1913 yılında, 1870-1871 savaşına göre tam 6 misli daha kalabalıktır.
Milyonlarca kişiden oluşan bir orduyu hazırlamak ancak karmaşık seferberlik planı ile mümkündür. Seferberlik planını hızlı işleten, ordularını cephe hattına hızla ulaştıran blok, savaşı kazanmak için önemli bir avantaj elde edecektir.
Almanya’nın lideri olduğu Merkezi Devletler Blokunun karşısındaki Fransa, Rusya ve İngiltere Blokunun gerek toplam sanayi gücü gerekse asker olarak sürebileceği nüfus bileşeni olarak ezici bir üstünlüktedir.
Daha da kötüsü, Fransız Bankalarının fonlaması ile Rusya, ülkenin batı kesiminde devasa bir demiryolu şebekesi kurmaya başlamış ve ayrıca görece diğer güçlere göre geride kalmış Rus Ordusunu modernize edecek önemli bir programa başlamıştır.
Rusya’nın daha hızlı seferberlik yapabilecek, daha modern bir ordu sahibi olması Almanya için iki cepheli bir savaşta kesin yenilgi anlamına gelmektedir.
1905’den sonra tüm taraflar kaçınılmaz bir şekilde savaşa gittiklerinin farkındadır. Kıyamet makinesi geri dönülmez bir şekilde işlemektedir. Avrupa’daki kamuoyu da giderek artan ölçüsünde savaş taraftarı haline gelmiş idi. Nitekim I. Dünya Savaşı başladığında meydanlar heyecanlı insanlar ile dolacak idi.
Zaman ise Almanya aleyhine işliyor idi.
Almanya bu açmazı ortadan kaldırmak için, sihirli anahtarı çok detaylı bir stratejik plan yaratmakta bulur: Schlieffen Planı
Burak Köylüoğlu
Yeni yazılardan haberdar olun.