Bir mühendis olarak, hangi konu olursa olsun, işe tanım koyarak ya da var olan tanımı öğrenerek, keşfederek konuya başlamayı tercih ederim.
Bugünlerde, iş dünyasında belli bir ölçeğin üzerinde yer alan kurumlar, kendi içlerinde stratejik yönetimin (strategic management) nasıl ve hangi yöntemler ile yapılacağını tartışıyor.
Bu konuda danışmanlık hizmetleri alınıyor. Gösterişli ve güzel toplantılar düzenleniyor. Powerpoint sunuları içinde vizyon ve misyon tanımları ile başlayan, SWOT analizleri, PEST ve PESTLE analizleri, Mc Kinsey 7s Framework gibi çeşitli analiz yöntemleri kullanılıyor. Çeşitli vaka analizleri düzenleniyor. Uzun çalışma ve seminer çalışmalarından sonra, çoğu sunumlar ve vaka çalışması kâğıt üzerinde kalabiliyor.
Tanık olduğum örneklerden birinde, ilgili kurumun yönetici kadrosunun ekiplere ayrılarak tam bir günü, pahalı bir otelde SWOT analizleri yaparak geçirdiklerini, ürettiklerini konsolide ederek “firma stratejisi”’ne ulaşmaya çalıştıklarını hatırlıyorum. İşin ironik tarafı ise, ortaya çıkan konsolide SWOT tablosu idi. Nedense yöneticiler, yönetim kurulu üyelerinin önünde SWOT analizinin, S (strengths) ve O (opportunities) bölümlerine çokça madde eklerken, W (weaknesses) ve T (threats) bölümlerine pek bir katkıda bulunamıyorlardı. Üretilen fikirlerin birleştiği sonuç noktası da, 2013-2023 arasında orta ölçekli bir şirketi TL bazında 5 kat büyütmek şeklinde idi. Tahmin ederseniz ki bu büyümenin nasıl gerçekleşeceğinin parametreleri ve araçları tanımlanmamıştı. Strateji toplantısından ilgili kurum için elle tutulur bir fayda üretilemediği açık olmak ile beraber, en karlı çıkanlar toplantının düzenlendiği otel ile “şablon fikirlerini” pahalı fiyata fatura eden, danışmanlık firması idi. Şark tipi “stratejik yönetimin” maliyeti de ona göre oluyordu.
Aslında bazı örneklerde bu kadar hafifçe yaklaşıldığını gözlemlediğim stratejik yönetim, insanlık tarihinin başından beri insanların, toplumların, devletlerin ve uygarlıkların kaderine etki etmiş önemli bir kavramdır. Strateji, Antik Yunan kültüründe, “strategia” kelimesi ile bir generalin ya da hükümdarın askeri yönetim sanatı olarak tanımlanmıştır.
Stratejik yönetimin iş dünyası için modern tanımı, uzun vadeli başarı için devamlı yenilenen bir düşünce sistemi geliştirmektir.
Stratejik yönetiminin doğasını anlamak için, antik çağdan bugüne kadar olan insanlık tarihinde yer almış ender rastlanan dehaların hayatlarını incelemek gerekir. Büyük İskender, Hannibal, Belisarius, Cengiz Han, Eugene von Savoy, Napoleon Bonaparte, von Moltke, von Schlieffen, Mustafa Kemal Atatürk, Winston Churchill, Basil Liddell Hart, Mikhail Tukhachevsky ve Heinz Guderian kısa listem içindedir.
1950’li yıllardan itibaren, stratejik yönetim, bir grup akademisyen tarafından insanlık tarihinin zengin modelleri arasından analiz edilerek, iş dünyasına taşındı. Bu sürece öncülük eden akademisyenlerin önde gelenleri, Peter Drucker, Kenneth Andrews (SWOT Analizi), Bruce Henderson (Growth Share Matrix)), Alfred Chandler (Strategy and Structure), Igor Ansoff (Gap Analysis), Michael Porter (Porter’s 5 Forces, Porter’s 3 Generic Strategies, Value Chain) olarak sayılabilir.
1990’lı yıllardan itibaren bu literatür daha da zenginleşti ve çeşitli alt alanlara yayıldı. Globalleşme ile beraber önemi arttı ve kurumların yönetiminin ayrılmaz bir parçası haline geldi.
Bu yazımda, 1950’lili yıllara dönerek, bu kavramın nasıl oluşturulduğunu okuyucular ile paylaşmak istiyorum. Aşağıdaki örneği çok yönden öğretici olduğu için kullandım.
Birinci Dünya Savaşında, Almanya öncülüğündeki Merkezi Devletler karşısında, Müttefik Devletler, Britanya İmparatorluğu, Fransa, Rusya İmparatorluğu bulunmaktadır. Savaşın son senesi 1918 yılına girildiği zaman stratejik durum şudur: Almanya, Doğu Cephesinde Rusya karşısında kesin bir zafer kazanmış, Rusya Ekim Devrimi ile çökmüş, yeni iktidara gelmiş olan Bolşevikler, Almanya ile bir barış anlaşması imzalamışlardır.
Savaşın kesin sonucunu belirleyecek Batı Cephesinde, ise dört yıldan beri, devam eden siper savaşı, Manş Denizinden İsviçre’ye kadar uzunlukta, Kuzey Fransa üzerinden geçen, çok detaylı ve iyi tasarlanmış statik savunma hatları yaratmış idi.
Almanya, müttefiklerin deniz ablukası ile tamamen kuşatılmış, savaşı yürütebilecek hammadde ve nüfusunu besleyecek ithalat olanaklarına sahip değildir.
Batı cephesindeki siper savaşı, savunan tarafa büyük üstünlük sağlayan bir şekilde idi. Saldıran taraf, geleneksel olarak en az 1:2 oranında bir silah ve insan gücü üstünlüğü ile taarruz etmesine rağmen, büyük kayıplar vererek sadece kilometrelerle ölçülebilen kazanımlar elde edebiliyor idi. Örneğin 1916 yılı boyunca devam etmiş olan Verdun Muharebesi insanlık tarihinin en kanlı savaşları içinde yer almasına rağmen, sadece 60 km2 de savaşılmış idi. Yaklaşık 8 ay süren bu muharebe, her iki taraftan toplam 800,000-1,000,000 kişinin ölümüne mal oldu. İngilizler 1917 sonlarında Passchendaele’de sadece 10 km. ilerleyebilmek için yaklaşık 400,000 asker kaybetmişlerdi. Bugün Kuzey Fransa’nın şirin yerleşim alanları olan , Aisne, Ypres, Artois, Champagne, Neuve Chapelle, Loos, Somme, Verdun, Cambrai gibi yerler, o dönemde milyonlarca askerin hayatını kaybettikleri bölgeler haline gelmiş idi.
Batı cephesinde stratejik olarak savunma durumunda olan Almanya’nın toplam kayıpları, Müttefiklerden daha az olmasına rağmen, Almanya artık insan gücünün sınırına dayanmış, savaş sanayiinden ve tarım üretimden, üretim faktörlerini bozabilecek ölçüde kişiyi askere almak durumunda kalmıştı.
1918 yılında Batılı Müttefiklerin, insan gücünde sayısal üstünlüğünün yanı sıra, dönemin en önemli silah yelpazesinin tamamında (top, makineli tüfek, patlayıcılar ve uçak) niteliksel ve sayısal üstünlüğü var idi. Üstelik bu fark giderek açılıyor idi.
Almanya’nın bir başka sorunu da, ekonomik sisteminde kullanılan sanayi ve yatırım mallarının artık yıpranmış olması idi. Lokomotiflerden, takım tezgâhlarına kadar kapasitelerinin sonuna kadar kullanılmasından dolayı, tüm sanayi ve ulaşım araçları verim düşüklüğü ile çalışır halde idi.
Son temel sorun ise, 1917 yılında ABD’nin müttefiklerin yanında savaşa girerek, çok sayıda deneyimsiz, ağır silahlardan yoksun ama zinde askerini Batı Cephesine sevk edebilir hale gelmesi idi. 1918 yılında ABD askerlerinin, Fransa’ya ulaşması dengeyi Almanya aleyhine daha da bozacak idi.
1918 senesine girerken, Almanya’nın stratejik anlamda savunma pozisyonu dışında, tüm faktörler aleyhinedir. Üstelik zaman da Almanya aleyhine çalışıyordu.
Savaşın kilidini çözen doktrin 1917’nin son aylarında yazıldı. İlk önce cephedeki tüm askeri birliklerin tek tek envanteri çıkartıldı. En deneyimli ve morali yüksek askerler, iyi eğitimli ve parlak subayların komutası altındaki yeni birliklerde toplandı. Vurucu gücü yüksek ve seçme nitelikte olan bu birlikler Stosstruppen (fırtına askerleri) olarak isimlendirildi. Bu birlikler cepheden çekilerek, kendilerine penetrasyon yani başarıyı büyütme üzerine özel savaş eğitimi verildi. Bu birliklerin en önemli özelliği, bağımsız karar alma yetkisine sahip olarak, tek başlarına risk alabilme ve başarıyı genişletebilecekleri bir inisiyatife sahip olmaları idi.
Müttefiklere göre yetersiz sayıda ve kalibrede olan, savaşın en önemli silahı olan topçu silahları tek tek yeniden sınıflandırıldı, top atışlarının sapması ve ateş hızları (o günler için mükemmel bir matematiksel modelleme idi.) yeniden hesaplandı. Bu dönemde Alman topları, Müttefiklerin silahlarına göre çok daha yıpranmış ve daha çok sapma ile ateş eder durumda idi. Ancak ortaya çıkan modeli kullanarak, sayıca az ve niteliksel olan düşük silah envanteri ile beraber Almanlar, Müttefiklere göre çok daha az sapma ile daha çok ateş gücü üretir hale geldiler. Nitekim Almanların büyük taarruzunun başladığı ilk 5 saati içinde 3,500,000 adet mermi 400 km2 alandaki hedefleri başarı ile vurdu.
Tarım üretiminin bozulacağı da hesaplanarak, büyük miktarda patlayıcı ve mermi stoku hazırlandı. Ancak tarım üretimi için kritik olan suni gübre yapımı için kullanılacak hammaddenin patlayıcı ve cephane üretimi için kullanılması, ileride Almanya’da kişi başı alınan kalori miktarını günlük 1,500 kalorinin altına itecekti.
Stratejik plan şu idi: Cephede sürpriz bir şekilde düşmanının hazırlanmasına fırsat vermeden, yarma noktasında çok yüksek bir ateş gücü yoğunlaştırılacak, bu nokta cepheden izole edilecek ve darbe olanca şiddeti ile vurularak, elit birlikler ile yarılan cephe genişletilecekti.
1918 İlkbaharında, Almanya büyük taarruz için hazır konumda idi. Ve zarlar atıldı. Bu doktrin ile beraber, Batı Cephesinde 1914 yılından itibaren oluşan statik durum kırıldı. Art arda yapılan dört ayrı taarruz ile Alman Orduları Batı Cephesini yardı ve 1918 yaz aylarında Paris’e 70 km.’ye kadar yaklaştı. Bu başarı, önceki dört yıldaki savaşta başarıların kilometrelerle ölçüldüğü bir döneme göre bir mucize idi.
Ancak sorun şu idi, Almanya bu taarruz zinciri ile büyük bir taktik başarı elde etmesine rağmen, düşmanını kesin bir şekilde yenebileceği hiçbir stratejik başarı elde edememiş, müttefiklere göre daha az kayıp vermesine rağmen, hiçbir zaman yerine koyamayacağı önemli sayıda ve nitelikte adam kaybetmişti. Almanya, harita üzerinde savaşı kazanmak üzere gibi gözükse de son kozunu oynamış ve tüketmiş idi.
Bu noktadan sonra, deneyimsiz ama zinde Amerikan birlikleri ile beraber, Müttefikler 1918 yazından başlayarak 100 gün boyunca devam eden karşı taarruzlar ile savaşı kesin olarak kazandılar.
Batı cephesinde yaklaşık 11 Milyon askerin içinde olduğu ve 8 ay boyunca dünyayı sallayan bu olağanüstü dönemden çıkartılacak notlar şu idi. Az sayıdaki nitelikli insan kaynağı ve eldeki tüm kaynakların yeniden değerlendirilerek harmanlanması sonucunda oyunun kuralları tamamen yeniden yazılabilmiş idi. Almanya az sayıdaki nitelikli insan kaynağını, sonuç alabileceği, iyi modellenmiş donanım ve kaynak ile donatarak savaşın kurallarını değiştirebildi.
Öyle ki Müttefikler, Almanya’nın Bahar Taarruzunda aldığı sonuçlar ile Paris’in düşebileceğini dahi hesapladılar.
Başka bir sonuç ise, stratejik hedeflere ulaşmak için kullanılan taktik araçlar ve hedefler, stratejik hedeflerin önüne geçirildiği zaman, sonucun felaket olması idi. Almanya, muazzam bir alanı, nispeten az kayıp vererek ele geçirmesine rağmen (taktik başarı), düşmanının savaşma kapasitesine zarar veremeden kendi kaynaklarını tükettiği için (stratejik başarısızlık) savaşı 1918 Kasım ayında kesin olarak kaybetmiştir.
Taktik hedefler, stratejik hedeflerin başarılabilmesi için oluşturulan araçlardır. Çoğu zaman bu kavramlar birbirine karıştırılır. Tersi de ayrı bir başarısızlık faktörüdür. Stratejik hedeflere ulaşım, doğru tanımlanmış taktik hedeflere ulaşım ile mümkün olabilir. Stratejik hedeflerin, alt hedefler ile altının doldurulamaması, stratejik yönetimi kâğıt üzerinde bırakır.
Her şey tanım ile başlar, araçlar ile yola devam eder.
Sonraki yazılarımda, stratejik yönetim modellerini ve iş dünyasındaki uygulamaları açarak devam edeceğim.
Burak Köylüoğlu
Yeni yazılardan haberdar olun.