Tarih Yeniden Kırılacak mı? Geleceğe ait saptamalar

Uygarlık tarihi,  her 25-30 yıllık dönemler içinde ekonomik ve politik büyük olaylar ile kırılır. Bu kırılmalar bazen sert bazen de ümit verici bir şekilde kırılır. Kısaca son iki yüz elli yıla bakalım:

1789-1815 (26 yıl) Fransız Devrimi, Devrim Savaşları, Napolyon Savaşları, I. Sanayi Devrimi’nin başlangıcı.

1815-1848 (33 yıl) Viyana Anlaşması, Britanya İmparatorluğu’nun tek süper güç haline gelmesi, I. Sanayi Devrimi’nin olgunlaşması,1830 ve 1848 Devrimleri.

1848-1871 (23 yıl) II. Sanayi Devrimi, yeni sömürgecilik yarışı, Birleşik Almanya’nın ortaya çıkışı.

1871-1900 (29 yıl) Çok kutuplu dünyanın başlangıcı, 1873 Long Depression,  ABD’nin ve Almanya’nın ekonomik bir süper güç haline gelmesi.

1900-1919  (19 yıl) Avrupa’da askeri ve politik blokların oluşması, silahlanma yarışı, HMS  Dreadnought’un denize inmesi ile başlayan donanma yarışı,  I. Dünya Savaşı, 1917 Ekim Devrimi, Versay Anlaşması.

1919-1945 (26 yıl) Altın 1920’ler, Versay Düzeni’nin zayıflaması, mass production, 1929 Ekonomik Krizi, faşizmin yükselişi, II. Dünya Savaşı, Bretton Woods düzeninin kuruluşu, çok kutuplu dünyadan iki kutuplu dünyaya dönüşüm.

1945- 1971 (26 yıl) Soğuk Savaş, nükleer enerjinin ve silahların yaygınlaşması, Batı Almanya ve Japonya’nın yükselişi, Avrupa Ekonomik Birliği’nin adım adım kurulması, Bretton Woods düzeninin çöküşü.

1971-1990 (19 yıl) Elektronik, telekomünikasyon ve PC’lerden oluşan yeni devrimin başlangıcı, Arap petrol ambargosu, Sovyetler Birliği’nin ekonomik ve politik çöküşü, Soğuk Savaş’ın sonu, Almanya’nın birleşmesi, Japon mucizesinin büyük bir finansal kriz ile sona ermesi, ABD’nin tek süper güç olduğu dünya düzeni,  Avrupa Ekonomik Birliği’nin politik ve ekonomik bir birlik olan AB’ye dönüşümü.

1990-2008 (28 yıl) AB’nin genişlemesi, Euro, küreselleşme, 9/11 terör saldırıları, Çin’in küresel ekonomik sistemin önemli bir oyuncusu olması, Japonya’nın uzun bir duraklamaya girişi, 2008 Küresel Ekonomik Krizi.

2008-   Parasal genişleme, Arap Ülkeleri’nin dönüştürülmesi, Çin’in ekonomik ve siyasi süper güç haline gelişi, ABD’nin muazzam bütçe ve dış ticaret denge açıklarının daha da büyümesi, yükselen  otokrasi, Batı Dünyası’na karşı Çin-Rusya ekseninin oluşması, Endüstri 4.0, korkunç bir ivme ile büyüyen dijitalleşme, Brexit ve pandemi.

İlginç değil mi? Dünya her 25-30 yılda yeniden doğan bir genç insan gibi.

Dünyanın ekonomik ve politik sistemini okumak için, olaylara değil temel ve önemli eğilimlere bakmak gerekiyor. Olaylara derinlemesine bakış bazen stratejik körlüğe yol açıyor.

Örneğin dünya gündemi, Capitol Hill’in Trump yanlısı göstericiler tarafından basılması ile değişti. Esas mesele Capitol Hill’in basılması değil, ABD’nin kendi politik sistemi içinde Cumhuriyetçi Parti tabanının giderek sağa kayması ve Demokrat Parti seçmeni ile ortak paydasının azalması. Yoksa federal sistem mükemmel bir şekilde işliyor. Bu sistem daha büyük travmaları mesela başkan John F. Kennedy suikasti ve beş yıl sonra başkan adayı  Robert Kennedy suikasti, Watergate vakası, 9/11 terör saldırıları gibi önemli vakalardan çizik bile almadı.

Toplumların kutuplaşması meselesi sadece ABD’de değil tüm dünya konjonktüründe uzun bir zamandır gözleniyor. 11 Eylül 2001 terör saldırıları sonucunda tüm dünyada bir travma yaşandı, devletler iç güvenlik sistemlerini yükseltirken, toplumlar daha çok birbirinden ayrıştı. 2008 Ekonomik Krizi ise başka bir kırılma yarattı.

Bu ekonomik kriz sistemdeki oluşmuş olan inanılmaz ölçekli zararın, parasallaşma (monetization) yaratılarak giderilmesi ile çözüldüğü düşünüldü. Ancak yaratılan bu ilave para tabanı müthiş bir varlık değerlemesi yarattı. Bu varlık enflasyonu tüm dünyada gelir dağılımını tartışılmaz bir şekilde bozdu. Toplumlarda 2008 sonrası oluşan huzursuzluğun esas nedeni budur. 2008’den sonra genişleyen Merkez bankası bilançolarını daraltmak ve faizleri doğal düzeyine çekmek için hamleler yapıldı.

Ancak pandemi öncesinde dahi bu hamleler başarılı olmadı. Bunun en güzel örneği Eylül 2019’da yaşanmış olan repo piyasasındaki çalkantıdır. Repo piyasasındaki faizler yıllık %2.5 düzeyinden bir anda %9’a çıkmıştı. Sebebi basitti: 2017 sonundan itibaren FED bilançosunu (4.5 trilyon USD) büyüklükten  daraltmaya başlamış, 800 milyar USD’lık daralma para piyasasını tahmin edilemez bir anda kilitleyecek noktaya getirmekte yeterli olmuştu.

Sonuç ise eroinmanların eroini bıraktığı zaman yaşadıkları “ cold turkey” krizine benzemişti. FED Eylül 2019’da olan bitenleri görünce, bilançoyu daraltmayı bıraktığı gibi para piyasasına milyarlarca dolar verdi, repo faizi normalleşti. Bu olay pandemi ile unutuldu, gitti.

2008 Küresel Ekonomik Krizi öncesinde FED’in bilanço büyüklüğü sadece 925 milyar USD idi. Şimdi ise (28 Aralık 2020 tarihli) FED,’in  bilanço büyüklüğü tam 7.35 trilyon USD.

Daha da geniş pencereden bakalım: Dört büyük merkez bankası olan FED, ECB (European Central Bank), BOJ (Bank of Japan) ve BOE’nin (Bank of England) toplam bilanço büyüklüğü 2020 yılında tam %40 oranında arttı. Bu da yaklaşık 10 trilyon dolar daha para yaratıldığı anlamına geliyor.

Yaratılan bu muazzam miktarda para, ileriki yıllarda başka sorunlar yaratacak. Şu an tüm sermaye piyasaları şişti gitti.  Aşağıdaki SP500 tarihsel price/earnings  grafiğini macrotrends.net ‘ten aldım.

2008-2009 verisine dikkat edin finansal  krizin karları düşürüp, FED’in QE programı ile hisse fiyatlarının delice yükseldiği dönemde oluşan anormali. Gri bantlar resesyon dönemlerini gösteriyor.

S&P500’deki balonu daha net gösteren veri, SP500 Shiller P/E  oranı. Meşhur ekonomist Prof Dr. Robert Shiller’ın geliştirdiği bu model enflasyon ve dönemsellik etkisi arındırılmış bir model. Kükreyen 1920’lerin, 1929 Büyük Buhranı’nın, 1973 petrol ambargosunun, Altın 1990’ların ve 2008’de başlayan büyük ölçekli parasal genişlemeleri ve pandeminin etkisi ne kadar net görünüyor.

İşin kötüsü, varlıkların fiyatı şişerken, 2008’den beri yaratılan bu olağandışı para, sağlıklı bir tüketici enflasyonu (%2 civarında) yaratamadı. Bu da gelişmiş ülkelerin tam anlamı ile,  yüksek para tabanı, düşük (ve hatta negatif) faiz, yükselen işsizlik ve yerinden kıpırdamayan enflasyon tuzağına düştüğünü gösteriyor.

Düşük enflasyon deyince Türkiye’nin kavramları alt üst olmuş ve dar penceresinden bakılınca iyi bir şey gibi görünüyor ama işin aslı öyle değil. Türkiye, dünya üzerinde enflasyonu çift hanede seyreden ve enflasyonun halkı fakirleştirdiği az sayıda ülkeden biri. Üstelik bunu tüm dünyada deflasyon rüzgarları eserken yapmayı becerebiliyor.  Gelişmiş ülkelerde olması gerektiğinden düşük enflasyon talep düşüklüğü ve düşük büyüme potansiyeli anlamına geliyor ki bu da oldukça tehlikeli bir süreç. Japonya’nın 1990-1991 yılında yaşadığı muazzam bankacılık ve gayrimenkul sektörü krizinden sonra 30 yıldan beri toparlanamaması bu tehlikenin en yakın örneği. Gelişmiş ülkeler için en büyük risk, Japonya’nın içine düştüğü tuzağa düşmek olacaktır.

Dünya için diğer bir önemli sorun ise, dijitalleşmenin birçok iş kolunu yok ediyor olmasıdır. Pandemi süreci dijitalleşmeyi oldukça hızlandırdı. Ayrıca pandemi bize insan gücünü belli yerlerde konsantre etmek yerine dağıtmanın ve azaltmanın nasıl bir prodüktivite artışına yol açtığını gösterdi. Çok insan çalıştırmak; yüksek bir risk ve maliyet demek.

1960-1970’li yıllarda 3. Sanayi devrimini tetikleyen grevler ile pandeminin etkisi aynı oldu. Bir üretim hattında salgın başlayınca, hattı kullanamaz oluyorsunuz. Halbuki robotların ve üretimdeki otomasyonu oluşturan elementler grev yapmıyor, hastalanmıyor, kıdem tazminatları birikmiyor, bunları yönetmek için dikey bir organizasyon yapısı gerektirmiyor.

Bu da Karl Marx’ın 150 yıl önce yaptığı müthiş saptamayı doğruluyor:

“Kapitalizm hayatta kalabilmek için üretim yöntemlerini devamlı geliştirmek zorundadır!” Karl Marx

Bugünün dünyasında küresel büyümenin önündeki en büyük açmaz da budur: Üretim yöntemleri geliştikçe (örneğin Endüstri 4.0) işsizlik artacak, kazanılan prodüktivite artışının karşılığında yeterli talep oluşamayacaktır. Keynes son derece isabetli bir şekilde, talebin artması için gelir artışı ve borçlanma olanaklarının genişlemesi gerektiğini ileri sürmüştü.

İşsizliğin arttığı bir dünyada önümüzdeki bir başka sorun da bu şekilde oluşuyor: “Paradox of thrift” yani riski yüksek gören bireylerin ve kurumların tüketimi bir yana bırakarak varlıklarını güvenli limanlara yığmalarıdır. Financial Times’a göre Kasım 2020’de negatif getirili tahviller 17.05 trilyon USD ile rekor kırdı. Batık Yunanistan’ın (evet halen batıktır) 10 yıllık tahvillerinin %0.58 verim oranı ile işlem görmesi bir anormali değil, küresel anormali içinde bir gerçektir. Aşağıdaki grafik Financial Times’dan…

Pekâlâ başka tehlikeli bir paradoksa daha işaret edelim: Eğer küresel ekonomi sağlığını geri kazanır ve faizler yükselirse; bu negatif ve düşük faizli tahvilleri elinde tutan kurumlar ne olacak? Faizlerin yükselmesinin tahvil piyasasında nasıl bir sistematik zarar yaratacağı göz ardı ediliyor. Tahvil piyasasının zarar görmemesi için faizler geç artırılırsa bu kez varlıklardaki balon daha da çok şişecek.

Giderek artan algoritmik trading yapan yazılımların bir anda aynı mantık ile alım ve satım yapmasının nasıl bir risk teşkil edeceği de başka bir “Siyah Kuğu”. En azından yatırımcıların heterojenliği ve farklı mantıkta yaklaşmaları piyasada bir denge oluşturuyordu.

Başka bir mesele de küresel borç meselesi. IIF, IMF ve BIS verilerinin konsolide edilmesi ile korkunç bir eğilim daha oluşturmuş durumda: Dünya gırtlağına kadar borç içinde. Küresel ekonomide konsolide borç 2019 3. çeyrekte 252.7 trilyon dolar iken 2020 3. çeyreğinde 272.7 trilyon dolara çıkmış durumda. Dünya Bankası verilerine göre 2019 GDP büyüklüğü 87.8 trilyon dolar düzeyinde idi, 2020 yılı konsolide verisini ise pandemi tahrip etti. Eğer küresel ekonomide 272.7 trilyon USD borç varsa, o kadar da alacak var. İşte gelir dağılımının nasıl bozulduğuna güzel bir ispat daha.

2008 Küresel Ekonomik Krizi, yeni bir sistem gerektiğini ortaya koymuştu. Bu sistemin formülü henüz oluşmadı. Bazı akıllılar Bretton Woods 2.0 isimli uydurma bir sisteme kafa yorarken, böyle bir yapının oluşamayacağı ortaya çıktı.

“Ekonomik dengesizlikler, politik ve diplomatik sorunların nedenidir. Politik ve diplomatik dengesizlikler kontrol altında tutulamazsa, sorunlar askeri düzeye tırmanır.”   Burak Köylüoğlu

Capitol Hill baskını tiyatrosu devam ederken, esas önemli haber gözden kaçtı: ABD, Çin askeri örgütleri ile ilişkili olduğunu iddia ettiği şirketleri ABD’de sermaye piyasası kotlarından (delisting) çıkarıyor. Üstelik bu konuda görüş veren taraflardan biri de Pentagon. ABD Başkanı Trump ya da Biden olsun, Batı Dünyası Çin ve  Rusya eksenine karşı ekonomik ve siyasi yaptırımları tırmandıracak. Yeni yılın ilk haberlerinden biri Rusların, Amerikan federal kurumlarına karşı yaptığı siber saldırı zinciri idi.

Esas “Siyah Kuğu” ise bu karmaşık ekonomik ve diplomatik meseleleri yönetecek kalibrede siyasetçi yok. Dünyaya bakarsak siyasette Joe Biden, Donald Trump, Xi Jinping, Emmanuel Macron, Boris Johnson, Justin Trudeau, Narendra Mondi, Jail Bolsonaro gibi politikacılar dümende. Daha önce de George W. Bush, Silvio Berlusconi ve Nicolas Sarkozy gibi vakaları görmüştük. Gözler bugünün dünyasında; Edward Grey, Stresemann, Churchill, Adenauer, De Gaulle gibi büyük devlet adamlarını arıyor. Eski bir Hollywood aktörü ve 40. ABD Başkanı Ronald Reagan dahi yukarıda bahsettiğim politikacılardan bir gömlek daha üstün.

Bu da, meşhur filozof ve yazar Joseph de Maistre ‘in unutulmaz sözünü küresel ölçekte doğruluyor:

Toute nation a le gouvernement qu’elle mérite”  “Her ulus, layık olduğu hükümet tarafından yönetilir.”

Bu riski en son 1962’de John F. Kennedy ve Nikita Kruşçev gibi amatörlerin büyük bir nükleer poker oyunu oynayıp Küba Füze Krizi’ne (ve poker devam etseydi belki de III. Dünya Savaşı’na) yol açtıkları zaman görmüştük. Aslında oynadıkları oyun poker değil, 1950’li yıllarda Amerikan delikanlılarının  arabaları ile oynadıkları “play chicken” oyunu idi. Daha önce Alsace-Lorraine vakası, Polonya Koridoru çözümsüzlüğü gibi uluslararası meselelerin ayrı ayrı iki dünya savaşının fitilini yaktığını gördük. Bugün ise ortadaki müthiş ölçekli küresel ekonomik dengesizlik kolayca dünyanın politik fay hatlarını hareketlendirebilir.

Yazının başındaki tabloya bakın: Dünyada yeni bir düzenin doğuşu yaklaştı. Dünya pandemi sonrasında inanılmaz ölçüde değişecek ve tüm riskler masada olacak. Her değişimde olduğu gibi oyun teorisinin sıfır kazançlı kuralı işleyecek.Kazananlar soğukkanlı  bir gerçekçilik ile davranan bir değerli azınlık (bireyler, kurumlar ve devletler) olacak.

Burak Köylüoğlu

10 Ocak 2021

Related posts

Trump’ın Dönüşü: Küresel Ekonomide Ne Beklenebilir?

Küresel Düzenin Hikayesi, XV. Bölüm, Çılgın 1920’li Yıllar

Orta Doğu’daki Savaş, Küresel Ekonomi ve Finansal Piyasalar