Kritik Bir Seçimin Hikayesi: Savaşı Kazanan Churchill, Seçimi Nasıl Kaybetti?

Burak Köylüoğlu

 

Tarih okumak ve tarihi gerçekler konusunda tartışmak vazgeçemediğim hobilerimden biridir. Bu pazar gününde ekonomi, stratejik yönetim ve finansal yönetim alanlarından uzaklaşmayı tercih ettim.

Batı Dünyası, devlet yapısı içine demokrasi kültürünü yerleştirmek için uzun ve dolambaçlı bir yoldan geçmiştir. Batı’nın demokrasi yolculuğu; Antik Yunan Uygarlığı ile başlamış, Aydınlanma ve Devrimler Çağı ile devam etmiş, Dünya Savaşları ve kısmen Soğuk Savaş ile inişli ve çıkışlı bir seyir izlemiş ve bugünkü düzeyine ulaşmıştır.

Batının gıpta edilen bilimsel, kültürel ve ekonomik zenginliğinin temelinde yatan en önemli parametre, demokrasi kavramıdır. Demokrasi kavramsal olarak, seçmene sunulan düşünce ve tezlerin yarışı üzerine kuruludur.

Bu gelişimin ardında yüzyıllar ve ödenmiş olan müthiş bedeller vardır. İngiliz İç Savaşı (Kralcılar ve parlamentocular arasında), Glorious Revolution, Fransız Devrim savaşları, Amerikan İç Savaşı, faşizm ve militarizme karşı yürütülen II. Dünya Savaşı ve kısmen Soğuk Savaş mücadelesi bunun örnekleridir.

Bu bedel sadece savaşlar ve devrimler ile ödenmemiştir. Köleliğin kaldırılması, kadınlara oy hakkı sağlanması, ırkçılığa ve ayrımcılığa karşı yapılan mücadele, kadın-erkek eşitliği için alınan yol, eşcinsel hakları konusundaki ilerleme bu gelişimin sivil yol taşlarıdır.

Demokrasinin ayrılmaz parçası, seçim müessesidir. Demokrasi tarihi unutulmaz seçim sonuçları ile doludur. Bunlar içindeki en unutulmaz örnek, 5 Temmuz 1945 tarihinde yapılan İngiltere seçimleridir. Seçimler Avrupa’daki savaşın bitmesinden (8 Mayıs 1945) sonra yapılmıştır. Bu sırada Japonya’ya karşı Uzakdoğu’da savaş tüm hızı ile devam etmektedir.

Unutulmaz bir seçim öyküsü: Temmuz 1945 İngiliz seçimleri

İngiltere II. Dünya Savaşının başlangıcından beri kesintisiz bir şekilde savaşın içinde yer almıştır. Fransa’nın düşmesi (Mayıs-Haziran 1940) ile beraber bu mücadele neredeyse ölüm kalım savaşına dönüşmüştür. Daha sonra ABD ve Sovyetler Birliği’nin savaşa Müttefikler safında katılması ile savaşın boyutu inanılmaz ölçüde genişlemiş ve İngiliz İmparatorluğu Manş kıyılarından, Kuzey Afrika’ya; Burma, Hindistan, Singapur’dan Somali ve Habeşistan’a kadar büyük bir coğrafyada savaşır hale gelmiştir.

Savaş ilerledikçe İngilizler, Amerikalılar ile beraber Akdeniz’den Atlantik Denizine kadar büyük bir alanda Alman denizaltıları ile mücadele ederken, aynı zamanda Almanya’ya karşı hava taarruzlarını da elbirliği ile yürütmüştür. Anglo-Amerikan güçleri Kuzey Afrika’da (1942-1943), İtalya’da (1943-1945), Fransa ve Benelüks Ülkelerinde (1944) art arda zaferler kazanmış ve en nihayet Almanya’ya karşı yapılan son taarruzda (1945) Almanya’nın batı bölümünü (Elbe Nehrinin batısında kalan kısım) işgal ederek nihai zaferin kazanılmasında önemli bir rol oynamıştır.

Fransa’nın çöküşü esnasında başbakanlığı devir alan Winston Churchill bu zor mücadelenin sembol ismi olmuştur. Churchill’in başarısı sadece savaşın yönetimindeki başarısından ibaret değildir. Savaşın kaderinin değiştiği 1943 yılından itibaren Amerikan Başkanı Roosevelt’i Sovyetler Birliği’nin Doğu Avrupa ve Uzakdoğu’daki ihtirasları konusunda uyarmaya çalışmış, Amerikan Başkanı ile Fransız hür güçlerinin lideri olan De Gaulle ile süregelen sert anlaşmazlığı çözmeye çalışmış, savaş devam ederken Sovyetler Birliği’ne ileride Doğu Avrupa Ülkelerinde demokratik rejimlerin kurulmasına izin vermesi yönünde sayısız telkinde ve pazarlık girişiminde bulunmuştur.

 

 

Churchill’in tezinin aksine, ABD’deki genel hava Sovyetler Birliği’nin savaş sonrasında Batı ile dost ve uyumlu bir müttefik olarak kalacağı yönündedir. Hatta kapitalizmin kurallarının yeniden yazıldığı Bretton Woods Konferansına Sovyetler Birliği’nin davet edilmesi de ABD’nin ısrarı ile olmuştur.

Churchill’in en önemli rolü ise, ABD Başkanı Roosevelt’in idealizmi ve Sovyetler Birliği lideri Stalin’in acımasız “Reel Politik” yaklaşımının tam ortasında pozisyon alarak müttefiklerin birliğini korumakta kritik bir rol oynamıştır.

Churchill bir taraftan savaş sonrasının en önemli kurumları olan Birleşmiş Milletler ve Bretton Woods Sisteminin kuruluşuna destek vermiş ve İngiltere’nin bu kurumların kurucu ortağı olmasını sağlamıştır.

Churchill, İngiltere ve yakın müttefiki ABD arasında oluşan daha derin ikilemleri de yönetmeye çalışmıştır. ABD Başkanı Roosevelt başta olmak üzere Kongre ve Senato, savaş sonrası düzende İngiliz ve Fransız (ve diğer Avrupa) sömürge imparatorluklarının derhal tasfiye edilmesi konusunda kararlıdır.

ABD savaş sonrasında Japonya’nın kaderinin belirlenmesi konusunda da nezaketle ama açık bir şekilde İngiltere’ye söz hakkı bırakmamaya kararlıdır.

Ayrıca, ABD hazırlamış olduğu Morgenthau Planı ile Almanya’nın tüm ağır sanayi kapasitesinin savaş sonrasında imha edilmesi ve Almanya’nın bir tarım ülkesine dönüştürülmesinde ısrarcıdır. Bu plana göre Almanya ancak temel ihtiyaçlarını karşılayabileceği sınırlı bir hafif sanayi envanterine sahip olacaktır. Churchill’in plana ısrarla karşı çıkmış olması ile plan savaş sonrasında kademe kademe ortadan kalacaktır.

Churchill; İngiliz Muhafazakâr Parti lideri ve İngiltere başbakanı olarak Temmuz 1945 seçimlerine böyle bir liderlik geçmişi ile giriyordu…

Winston Churchill ve lideri olduğu Muhafazakâr parti Avrupa’da savaş biter bitmez hemen seçim hazırlıklarına başlar. Muhafazakâr Parti, seçimleri kazanacağından emindir. Ne olsa anketler İngiliz halkının savaşı kazanılmasını sağlayan liderleri Churchill’e muazzam bir destek verdiğini göstermektedir. Partinin seçim kampanyası savaş sonrası İngiliz İmparatorluğunun bütünlüğünün muhafazası ve İngiltere’nin birinci sınıf bir süper güç olarak yerini koruması vaatleri üzerine kurulmuştur.

Muhafazakâr Parti’nin rakibi olan İngiliz İşçi partisi ise seçmene ekonomik refah, istihdam ve sosyal güvence vermeyi vaat eden bir program sunmuştur. Seçimdeki sloganı basit ama etkileyicidir: “Let us face the future!”.

İngiltere bu şartlar altında 5 Temmuz 1945’de seçime gider. Seçimin en önemli favorisi açık ara ile Churchill ve Muhafazakâr Parti’dir. Oy sayımının tamamlanması ve seçim sonuçlarının açıklanmasının o dönemki koşullar ve denizaşırı oy kullanımı nedeni ile bir ay süreceği tahmin edilmekteydi. Nitekim oy çuvalları denizaşırı bölgelerden İngiliz Hava Kuvvetleri tarafından taşınacaktır.

Oylar sayılırken dünyanın kaderini belirleyen Potsdam Konferansı (17 Temmuz- 2 Ağustos) başlamak üzeredir.

Potsdam Konferansı Müttefiklerin bir araya geldiği son konferanstır. İşgal altındaki Almanya’nın başkentinde yer alan Prusya Krallarının sayfiye yeri olarak bilinen Potsdam ’da bir araya gelen İngiliz başbakanı Churchill, ABD Başkanı Truman ve Sovyetler Birliği’nin lideri Stalin’in gündeminin başında savaş sonrası etki alanlarının belirlenmesi meselesi vardır. İngiltere, mevcut kolonilerini ve siyasi nüfusunu korumayı hedeflerken, ABD Doğu Avrupa ve Balkanlarda seçim ile gelecek demokratik hükümetlerin kurulmasını ve Japonya’ya karşı Sovyetler Birliği’nin savaşa girmesini hedeflemektedir.

Sovyetler Birliği ise Sovyet askerinin girmiş olduğu Doğu Avrupa ve Balkanlarda tek başına söz sahibi olmayı hedeflerken, ayrıca Fransa ve İtalya gibi Batı Avrupa Ülkelerinde güçlenen sosyalist akımları da destekleyerek nüfusunu arttırmak niyetindeydi.

Bu kritik konferans başladığı zaman, İngiltere’de seçim sonuçları halen belirli değildir. Churchill başbakan olarak gittiği konferansa rakibi İşçi Partisi lideri Clement Attlee’yi de gözlemci olarak ekibine dahil etmiş idi.

 

 

Churchill ve Attlee sonuçların açıklanmasına bir gün kala 25 Temmuz 1945’de Londra’ya geri dönerler. Ertesi gün sonuçlar açıklanır. Seçimde inanılmaz bir olasılık gerçekleşmiş, Churchill ve Muhafazakâr Parti seçimi kaybetmiştir. Muhafazakâr Parti %36.2 oy oranında kalırken, İşçi Partisi %47.7 oy ile seçimi açık ara kazanmıştır.

İngiliz halkı 6 yıllık savaşta büyük bir fedakârlık ile çalışmış ve İngiltere’yi kapasitesinin çok üzerinde bir askeri ve üretim gücü haline getirmişti. İngiliz sanayi çıktısı 1941-1942 yıllarında Almanya’yı da geçmiş, savaşa yeni ısınan Amerikan sanayisinin tam kapasite kullanımına ulaşmasına kadar önemli bir boşluk doldurmuştur. Yetişkin nüfusun tamamı kadın ve erkek demeden ya sanayi işçisi olarak çalışmış ya da silahlı kuvvetlere katılmıştır.

İşçi Partisinin ekonomik programı savaş sonrasında halkın ihtiyacı olan vaatleri karşılarken, Muhafazakâr Parti’nin programı seçmende karşılığını bulmamıştı.

 

 

Attlee, Churchill ile son bir kere İngiltere’nin çıkarlarını ve stratejik hedeflerini istişare ederek derhal yeni başbakan olarak Potsdam ’a geri döner. İngilizlerin ABD ve Sovyetler Birliği karşısındaki pozisyonu değişmemiştir. Churchill ve Attlee derin görüş farklılıklarına rağmen iki mükemmel bayrak yarışçısı gibi bayrağı değişmiştir. Konferans 2 Ağustos’ta sona erer. Konferansın bitiminde dünyanın etki alanlarının prensipleri beş aşağı beş yukarı belirlenmiştir. Aslında Sovyetler Birliği bu prensipleri hemen çiğnemeye başladığı zaman Soğuk Savaş 1946 tarihinde başlayacaktır.

Churchill 1951 yılına kadar ana muhalefet lideri olarak siyasete devam edecek, 1951 yılında yeniden seçimleri kazanarak son defa başbakanlık koltuğuna oturacaktır. Son kez başbakan olduğunda 77 yaşındadır.

Unutulmaz bir seçim öyküsünü burada bitiriyorum.

Burak Köylüoğlu

Bu uzun yazıyı okumaktan sıkılmadıysanız, kısa bir epilog ile devam edebilirsiniz.

Epilog:

Potsdam’ın en dramatik yanı, Müttefiklerin Japonya’ya ilettikleri son ve nihai ültimatomdur. Ültimatomun dili kısa ve çok açıktır. Ya Japonya derhal kayıtsız şartsız bir şekilde teslim olacak, ya da “ani ve görülmemiş” bir yıkım ile karşılaşacaktır. Ani ve görülmemiş yıkımın anlamı, konferansın başlamasından bir gün önce Los Alamos’ta başarı ile denenmiş atom bombasıdır.

ABD Başkanı Truman cebine atom bombası kartını koyarak toplantıya gelmiştir. ABD başkanı bu kartı Stalin’e “şimdiye kadar görülmemiş” bir silah sahibi olduklarını belirterek kısmen açmış ve rakibinin pozisyonunu zayıflatmaya çalışmıştır. Stalin, karşı tarafı şaşırtacak soğukkanlılıkla bu kartı görmezden gelmiştir.

Stalin ABD-İngiliz ortak atom bombası programından muazzam casusluk şebekesi sayesinde haberdardı. Üstelik bombanın bütün sırları projenin büyük gizliliğine rağmen Sovyetler Birliği’ne akıyor idi. Nitekim Sovyetler sadece 3 yıl sonra atom bombası denemesini başarı ile gerçekleştirecek idi.

Stalin, ABD Başkanından daha usta bir poker oyuncusu olduğunu ispat etmiş idi. Konferansta rakibinin kartını görmezden gelerek, pozisyonunu bozmadı. Trieste’den Stettin’e uzanan hattının doğusunda kalan ve Sovyet askerinin “kurtarmış olduğu” tüm Orta ve Doğu Avrupa bölgesinde kendi egemenlik sahasını kurdu.

Japonya, Potsdam ültimatomuna yanıt vermeyerek kaderini mühürlemiş olacaktır. Konferasın bitiminden tam 4 gün sonra, 6 Ağustos 1945’de bir B-29 bombardıman uçağı Hiroşima’ya ilk atom bombasını atacak idi.

 

Mail listesine katılın

Yeni yazılardan haberdar olun.

Teşekkürler! Kayıt oldunuz.

Üzgünüz. Kayıt olamadınız.

İLGİLİ Yazılar

error: Tüm içerik koruma altındadır!