Çağımızın en önemli bilim insanlarından, meşhur fizikçi, makine mühendisi, bilgisayar mühendisi Prof. Dr. Seth Llyod (d:1960) termodinamik yasaları üzerine şu meşhur sözü söylemişti:
“Hayatta hiçbir şey; ölüm, vergiler ve termodinamiğin II. yasası kadar kesin değildir!”
“Nothing in life is certain except death, taxes and the second law of thermodynamics!”
Albert Einstein’ın da “Herhangi bir hipotez, termodinamiğin II. yasası ile çelişiyorsa, utanç verici bir başarısızlığa mahkumdur.” sözünü söylediği biliniyor.
Termodinamik, en basit tanımı ile sistemlerin ürettiği iş ve sistemler arası enerji transferini inceleyen önemli bir bilim dalıdır.
Termodinamik bize; oda sıcaklığında buzun neden eridiğini, makinelerin hangi prensip ile çalıştığını, atomun parçalanmasının (füzyon, atom bombası, nükleer santraller) neden dış ortama büyük bir enerji aktardığını, atomlar birleştiği zaman (füzyon, güneşteki enerjinin oluşumu, yıldızların ölümü, hidrojen bombası) nasıl muazzam bir enerjinin ortaya çıktığını, canlıların neden yaşlandığını ve öldüğünü, periyodik tabloda sıraladığımız elementlerin aslında “ölmüş” olan yıldızların bir yan ürünü olduğunu anlatır.
Termodinamik sadece fizik, kimya, biyoloji ve mühendislik alanında kullanılmaz. Termodinamik yasalarını kavrayan bir analist makro ve ekonomiyi mükemmel bir şekilde inceleyebilir, modeller oluşturabilir. Çünkü termodinamik bilimi, sistemleri tanımlamayı ve izole etmeyi sağlar.
Termodinamiğin büyülü dünyasına girdiğiniz zaman, bu büyülü dünyada yolculuk hayat boyu devam eder. Öğrenmesi oldukça zor olmasına rağmen, bu bilimin temellerini öğrenenler için bir anda hayatta gözlemlenen birçok olay ve vaka basitleşir ve şeffaflaşır.
Termodinamiğin temel yasalarını aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:
Termodinamiğin üç temel yasası
Termodinamiğin 3 temel kuralı vardır.
Termodinamiğin I. Yasası: Kapalı bir sistemde enerji yoktan var edilemez ya da vardan yok edilemez. Bu yasa enerjinin korunumu yasası olarak bilinir. Enerji ya transfer olur ya da bir formdan başka bir forma geçer. Bütün makineler bu prensip ile çalışır. Termodinamiğin I. Yasası’nı haberi olmadan keşfeden ilk insan muhtemelen ilk ilkel aleti kullanan insandı. Kas gücünü taş uçlu bir çekiç ya da mızrak ile birleştirmiş olan ilk insanlar, vücutlarındaki ürettikleri enerjiyi alet kullanarak başka bir işe dönüştürmüştü.
Termodinamiğin II. Yasası: Isı (ki bir enerji türüdür) kendiliğinden daha soğuk bir sistemden, daha sıcak bir sisteme transfer olamaz. Enerji sistem içinde hiç zaman tamamen işe dönüştürülemez. Kapalı bir sistemde entropi her zaman artar.
Örnek: Baraj örneğinde elektrik üretimi yapılırken, su geçitten akarken ve jeneratör pervanelerini çevirirken; su molekülleri, geçit, pervane ve hava molekülleri ile etkileşime girer. Bu etkileşim yolu ile bir kısım enerji, diğer moleküllere aktarılır. İşte aktarılan ve amaçlı bir işe dönüşmeyen bu enerji bize entropiyi tanımlar.
Hemen bu yasayı sosyal bilimlere uygulayalım. Ekonomik belirsizliğin yüksek, bürokratik işlemlerin uzun ve karmaşık ve temel hukuk ve vergi uygulamalarının belirsiz olduğu bir ülkenin ekonomik sisteminde entropi görece yüksek olacaktır.
Termodinamiğin III. Yasası: Sistemdeki entropi, sıcaklık mutlak sıfır derecesine (0 Kelvin ya da -273.15 C) düştüğü zaman sıfıra yaklaşır. Bu sıcaklığa ulaşmak mümkün olmadığına göre, entropinin sıfıra yaklaştığı hiçbir sistem yoktur. Bu arada, evrende şu ana kadar gözlemlenen en düşük sıcaklığın 3 Kelvin (yaklaşık -270 C) olduğunu not düşelim.
Örnek: Evrende hiçbir sistem tamamen mükemmel işlemez. Her zaman, her sistemde belli bir entropi oluşacaktır.
Entropi nedir? Neden çok önemli bir kavramdır?
Entropi, bir sistem içinde faydalı/anlamlı bir işe dönüşemeyen birim sıcaklık başına ısı enerjisinin ölçüsüdür. Entropi bazı teorisyenler tarafından sistemdeki düzensizlik, bazıları tarafından da (özellikle matematikçiler ve istatistikçiler) rastlantısallığın ölçüsü olarak tanımlanır.
Entropi göreceli bir kavramdır.
Otomobilinize benzin aldınız. Kontağı açıp aracınızı kullandığınız zaman, yakıtın içindeki iç enerjinin görece küçük bir kısmı hareket enerjisine dönüştü, enerji transferinde ortaya çıkan entropi yakıtı birçok zehirli gaza çevrimini sağladı. Bu gazları laboratuvar ortamında toplayarak, yeniden ve ilave enerji sarf etmeden yeniden benzin yaratabiliyor muyuz? Hayır. İşte biz buna zamanın oku (time’s arrow) diyoruz. Zamanın oku kendiliğinden geri çevrilemez. Bir planör belli bir irtifadan yere indiği zaman, ilave enerji verilmeden (yani başka bir uçak ile çekilmeden ve motor gücü kullanmadan) ilk bulunduğu irtifaya geri dönemez.
Türkiye ekonomisi ve termodinamik yasaları
Türkiye Cumhuriyeti, hayata çoktan veda etmiş bir büyük imparatorluğun elde kalan toprak ve insan gücünden kurulmuştu. Aynı bir insanın ölümü gibi, devletler ve toplumlar da içsel entropinin artması sonucu güçten düşer ve tarihten silinir. Örneğin Roma İmparatorluğu’nun çöküşü MS 406 yılında Ren Nehri’nin donması ile milyonlarca kişiden teşkil barbar kavimlerin imparatorluğa taarruz etmesi sonucunda değil, son üç yüz yıllık çürümeden kaynaklıdır. Veya 17. yüzyılda dünyanın süper gücü haline gelmiş Fransız Krallığı’nın 150 yıl sonra Fransız Devrimi ile çökmesinin nedeni de sistemde artan entropidir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun tam üç yüz yıllık çöküş öyküsünün içinde imparatorluk sistemi içindeki muazzam entropi artışının etkisi vardır. Batı Dünyası bu dönemde coğrafi keşifler, merkantalizm ve ardından modern ekonomik öğreti ve sonrasında Endüstri Devrimi ile ekonomik ve sosyal sistemini hızla büyütürken; Reform, Aydınlanma Çağı ve Fransız Devrimi’nin öğretileri ile sistem içindeki uyumsuzluğu ve belirsizliği (entropiyi) oransal olarak düşürebilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin temel kuruluş prensibi; Osmanlı İmparatorluğu’nun neredeyse kalıntısı sayılabilecek bir ekonomik ve sosyal sistemini büyüterek, sistemin içindeki kuralları Batı Dünyası’nın yüzyıllar boyunca geliştirdiği prensipleri uyarlayarak ideal bir devlet ve toplum yaratmak idi.
Türkiye ekonomisinin en başarılı olduğu dönem, devletin yeniden kurulduğu 1923-1939 arasındaki 16 yıllık dönemdir. II. Dünya Savaşı bu gelişime ara vermiş, Türkiye’nin savaş sırasındaki ikircikli durumu savaş sonrası dönemin de belirleyicisi olmuştu. Türkiye’nin Soğuk Savaş sürecinde ABD liderliği altındaki uluslar topluluğuna katılması ekonomik sistemin büyümesine yardımcı olmuş ancak sistemdeki entropi de yükselmişti. Türkiye’nin seçmiş olduğu kapitalist model, eş-dost kapitalizmine (crony capitalism) ve yönetimde bulunan iktidarların kısa vadeli oy maksimizasyonu amaçlarından doğrudan etkilenmişti. Türkiye’deki kapitalist sistem; örneğin Batı Almanya, Japonya, Güney Kore, İsrail gibi örneklerin aksine savaş sonrası ekonomik mucize yaratmaksızın, ülkenin tüketim ve günlük hayatını finanse eden yabancı kaynak kullanımına yönelik bir sistem haline gelmişti.
1980’lerde Batı Dünyası’na dinamizm getiren neo-liberal sistemin Türkiye’ye adaptasyonu kısa vadede ekonomik canlanma yaratırken, sistemin önemli bir taşıyıcısı olan devlet yapısını zayıflatmıştı. Zayıflayan devlet yapısı 1994,1998 ve 2000-2001’de derin ekonomik krizlerin nedeni oldu. Bu neden ile 1990’lı yıllara kayıp yıllar olarak tanımlamak yanlış bir tanım olmayacaktır.
2001 Ekonomik Krizi sonrasında benimsenen ve uygulanan, görülmemiş ölçek ve disiplindeki IMF programı prensipleri, Türkiye’yi 2008 Küresel Ekonomik Krize kadar stabil tuttu. Özellikle bankacılık sektörü reformları, kamu maliye sistemindeki borçluluğun özelleştirmeler ile düşürülmesi ve bütçe disiplininden taviz verilmemiş olması; Türkiye ekonomisi için 2008 ve sonraki yıllar önemli bir dayanak sağladı.
Ancak sistem 2009 sonrasında reel sektör ve kamu kesiminin marjinal faydası düşük yatırım ve tüketimi ile zayıfladı. Süreç 2018 Ekonomik Krizi ve pandemi sürecine kadar geldi. 1990’lı yıllar nasıl kayıp ise, 2010’lu yıllar Türkiye’de entropinin hızla arttığı bir dönemdir.
Türkiye ekonomisinde entropi neden arttı?
- Türkiye’de seçmen, 1950 seçimlerinden beri orta ve uzun vadeli ekonomik politikaları desteklemek yerine kendi ekonomik ve sosyal durumunu kısa vadede maksimize etmeyi vaat eden siyasi akımları desteklemiştir. Türkiye’de herhangi bir iktidarın ayakta kalabilmesi için popülist ekonomik politikalar uygulamak dışında seçenekleri kısıtlıdır.
- Kısa vadeli ekonomik politikaların bir bölümü, verimsiz ekonomik oyuncuları ayakta tutmak üzere kuruludur. Bu da kısıtlı kaynakların rekabetçi olan, katma değer yaratan oyunculardan verimsiz oyunculara transferini getirmektedir.
- Devletin ekonomik ve sosyal açıdan tarafsızlığı, Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren önemli bir gelişme gösterememiştir.
- Ekonomik büyüme; hane halkı tüketimi ve kamu kesimi harcamalarını finanse eden borçlanma politikaları üzerine kuruludur. Diğer bir deyişle borçlanma ile yaratılan kaynak ekonominin üç önemli alanı olan üretim teknolojisi, üretim kapasitesi ve insan gücünün eğitilmesi yerine tüketime akmaktadır.
- Ülke içinde ekonomik oyuncuların önemli bir bölümü, uzun vadeli ekonomik çıktıyı ve yaratılan katma değeri arttırmak yerine daha kısa vadeli servet maksimizasyonu odaklı davranmaktadır.
- Özelleştirmelere rağmen kamu kesiminin ekonomiye doğrudan ve dolaylı etkisi halen çok yüksektir.
- 1950’li yıllardan itibaren sosyal ayrışma daha hissedilebilir hale gelmiştir. Türkiye’deki sosyal sistem yıllar boyunca kişisel gelişimi, uzmanlaşmayı, ahlaklı çalışmayı ve yaşamayı daha sınırlı bir şekilde ödüllendirmektedir.
- Toplumun önemli bölümü, sosyal farklılıkları doğal bir olgu olarak kabul etmek yerine bu farklılıkları rekabet ve hatta çatışma alanı olarak görmektedir. Türkiye’de bireyler, topluluklar, kurumlar arasında uyum içinde yaşama ve beraber çalışma kültürü oturmamıştır.
- Türkiye’de hizmet ve sanayi sektöründe yaratılan katma değer sınırlı ve aynı zamanda sektörel anlamda da ölçek olarak yetersizdir. Türkiye’nin en büyük kurumlarının ölçeğinin karşılığı gelişmiş ülkelerdeki orta ölçekli firmalardır.
- Özel sektörde kurumsal yönetim, risk yönetimi, iç denetim, organizasyon yönetimi, finansal yönetim gibi çok önemli fonksiyonlar kavramsal olarak; çağın en az bir kuşak gerisindedir. Stratejik yönetim gibi çok önemli bir yönetim kavramı Türkiye’de değerli istisnalar dışında uygulanmamaktadır.
- Türkiye’de ekonomi politikasının en önemli belirleyicileri olan Merkez Bankası, Hazine, kamu bankaları, planlama ve ölçüm yapan kamu kurumları ve denetleyici/düzenleyici kurumların rolleri, gelişmiş ülkelerin ekonomik sistemlerinde olduğu gibi net değildir. Örneğin 2020 yılına geldiğimizde halen TCMB’nin para politikasını belirlemekteki rolünü ve gücünü halen tartışıyoruz. Gelişmiş ülkelerde 1980’lerin başında bu kavramlar oturmuş idi.
- Kullanılan para politikası araçları belirsiz ve oldukça dolaylıdır. TL faizlerini düşük tutmak ve TL’nin değerini korumak gibi birbiri ile uyumsuz hedefler beraber takip edilmektedir.
- Kamu maliye sisteminin en önemli parametresi olan Merkezi Yönetim Bütçesi dışına aktarılan kaynakların tutarı ve oranı artmakta ve bu önemli kavramın dışında yönetilen kamu ekonomik büyüklükleri artmaktadır. Bu eğilim kamu bütçe bütünlüğünü zayıflatmaktadır.
- Vergi, kambiyo ve gümrük mevzuatı sadeleşmek yerine daha da karışık hal almakta ve bazı yargı kararları var olan mevzuatı yorumlamayı zorlaştırmaktadır. Hatta bazı alanlarda normlar hiyerarşisi dahi bozulmaktadır.
- İnsan kaynağının geliştirilmesi konusunda OECD Ülkeleri ve gelişmiş ülkeler arasında Türkiye son sıralardadır. Ekonomik gelişme için insan kaynağının geliştirilmesi olmasa olmaz bir öncelik iken, eğitime ayrılan kaynak yetersiz, kaynağın sarf edildiği alanlar (örneğin çok sayıda adını sayamadığım özel üniversiteler) tartışmalıdır. Türkiye hiçbir zaman yeterli düzeyde iş alanı bulamayacak üniversite mezunu yaratırken, özel sektör her düzeyde uzman ve teknik çalışan sıkıntısı çekmektedir.
- Kamu kesiminin mali yükünü büyük ölçüde çalışan/tüketici kesiminin ödediği gelir vergisi, KDV ve ÖTV ile sırtlamıştır. Geri kalan yükü üstlenen tüzel ve gerçek kişiler ise büyük kurumlar ve bu kurumların pay sahipleridir. Diğer ekonomik oyunculara tarh edilen ve/veya bu oyunculardan tahsil edilebilen vergi tutarı yetersizdir. De facto vergi düzeni gelir dağılımını düzeltmek yerine daha da bozmaktadır.
- Sermaye piyasaları henüz kaynak sağlama anlamında yeterli derinliğe ulaşmamıştır. Halka açık ve halka kapalı kurumlar arasında gerçek anlamda UFRS uygulayan kurum sayısı fazla değildir. Türkiye’de UFRS gibi iyi tanımlanmış ve uluslararası bir kavram dahi bir şekilde Türkiye’deki reel sektörün kendi şartlarına doğru esnetilebilmiştir.
- Türkiye ekonomisinin en büyük dış pazarı olan AB ve dünyanın ekonomik, siyasi ve diplomatik süper gücü olan ABD ile olan ilişkiler dalgalıdır. Türkiye’nin terör ile mücadele, Kıbrıs, Ege ve Akdeniz’de yer alan önemli jeopolitik çıkarları için kullanılan diplomatik araçlar yetersizdir. Türkiye’nin uluslararası pozisyonu, ekonomi için fayda yerine negatif bir dışsallık üretmektedir.
- Türkiye’nin en önemli demografik, ekonomik ve diplomatik sorunlarından biri ülkemizde misafir ettiğimiz milyonlarca göçmenin varlığıdır. Sosyal yapısı karmaşık, ekonomik kaynakları kısıtlı olan bir ülkenin böyle bir yükü taşıyor olması belirsizliği ve riski arttırmaktadır.
Tüm bu faktörler, sistem içindeki belirsizliği, karmaşayı ve riskleri arttıran faktörlerdir. Bu faktörlerin toplamı sistemdeki entropidir. Türkiye GSYH (GDP) anlamında küresel ekonomideki payını %1’in üzerine çıkaramadığı gibi, sistemde karmaşa ve verimsizliği arttıran bu faktörler halen masadadır.
Türkiye eğer ekonomik bir mucize yaratmak istiyorsa, ilk koşul ekonomik sistemini büyütmesi, ikinci koşul da sistem içindeki entropinin azaltılmasıdır.
Burak Köylüoğlu