Yapıcı Yıkımın İşlememesi, Türkiye Ekonomisi’ni ve Reel Sektörü Krize Sürüklüyor

Burak Köylüoğlu

 

Yapıcı yıkım, daha çok bilinen ismi ile “creative destruction” kavramı ekonomi ve yönetim bilimine meşhur ekonomist Joseph Schumpeter tarafından kazandırılan önemli bir tanımdır. Schumpeter bu kavram ile, rekabetin ve inovasyonun bir tarafta ekonomide yeni ufuklar açarken, diğer tarafta belli bir yıkım yarattığı gerçeğine işaret eder. Bu kavram ilk defa 1942 yılında yayınlanmış olan “Capitalism, Socialism ve Democracy” isimli kitabı ile kitlelere ulaşmıştır.

Schumpeter’in bu kavramı II. Dünya Savaşı’nın tam ortasında tanımlaması bir tesadüf değildir. Bu savaş, tüm Dünya’yı farklı bir evreye taşıyarak bugünkü dünyanın temellerini atmıştır.

Aslında yaratıcı yıkımın temel felsefesi evrim teorisine kadar gitmektedir. Evrim teorisi de değişen ortama uyum sağlayamayan, yırtıcı bir çevrede üstün bir yön ve özellik geliştiremeyen türlerin belli bir süreç içinde ortadan kalkacağı prensibi üzerine kuruludur. Gariptir ki, inovasyon ve rekabetin devletler ve kurumlar üzerindeki etkisini, kapitalizmin fikir babası olan Adam Smith ve sosyalizmin temelini atan Karl Marx benzer bir şekilde ele almıştır. Doğaldır ki, her iki düşünür de bu süreçten farklı sonuçlar çıkarmıştır.

Yapıcı yıkımın uluslararası politikada işlediği örnekler bu kavramı mükemmel bir şekilde ispatlamaktadır. Amerikan Devrimi belki de bu konuya verilebilecek en iyi örneklerden biridir. Bağımsızlıktan önce 13 İngiliz Kolonisi bağlı bulunduğu Britanya İmparatorluğu’na ucuz fiyat ile hammadde satmak ve anavatandan pahalı bitmiş ürün almak durumunda iken, yeni kurulan Amerika Birleşik Devletleri elindeki doğal zenginlikler ve girişimci insan gücünü; dönem için oldukça ileri anayasa ve devlet kurumları ile birleştirmiş ve 200 yıl içinde bir süper güç haline gelmiştir.

1807 yılında dünyanın süper gücü olan Britanya İmparatorluğu’nun köleliği yasaklamasını romantik bir bakış açısı ile, Aydınlanma Çağı’nın ortaya çıkarmış olduğu insan hakları gerçeğine bağlayabiliriz. Ancak bu değişimin temel sürücüsü insan hakları meselesinden öte ekonomiktir. Sanayi Devrimi bedava veya ucuz emek gücüne dayalı işleri yıkmış; ucuz emek ve sanayi gücünün birleşimine bağlı bir yeni bir ekonomik düzen kurmuştur.

Kurumları yer yönü ile çökmüş, Avrupa’nın hasta adamı olarak isimlendirilen Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihe gömülerek Türkiye Cumhuriyeti’nin doğması da yaratıcı yıkıma verilecek güzel bir örnektir. Dinde reform, Aydınlanma Çağı, Sanayi Devrimi gibi uygarlığın önemli safhalarını atlamış bir imparatorluk; siyasi, ekonomik ve sosyal olarak rekabetçi ve verimli olmaktan çıkmış, kalan küllerinden modern Türkiye Cumhuriyeti doğmuştur.

Uluslararası arenadaki son örnek ise Soğuk Savaş’ın diğer süper gücü olan Sovyetler Birliği’nin verimlilik ve rekabetçilikte Batı Dünyası’nın gerisinde kalması ve Doğu ve Orta Avrupa’yı da içeren müthiş imparatorluğunu da yitirerek dağılmasıdır.

Yaratıcı yıkımın en çarpıcı örnekleri yönetim sistemlerinin evriminde gizlidir. Uygarlık tarihinde ilk devletler yarı tanrı olarak tanımlanan hükümdarlar tarafından yönetilirken, antik çağ sonrası devlet kurumu dini kurumlar ile hükümdarlar arasında paylaşılmıştır. Ortaçağ sonrası sonra gücün hükümdarın elinde toplandığı mutlak monarşiler doğmuştur. Mutlak monarşiler ise Aydınlanma Çağı ve Fransız Devrimi ile parlamenter monarşilere dönüşmüş, bu sistem de cumhuriyet yönetimine ve en sonunda demokratik cumhuriyet yönetimine evirilmiştir.

İş yönetimi anlamında da yaratıcı yıkımın sayısız örneği gözlemlenmektedir. Dijital kameraların gelişmesine ayak uyduramayan Eastman Kodak’ın iflas etmesi, ABD ve Batı Dünyasında klasik “department store” olarak adlandırılan mağazaların sayısının azalmaya başlaması; bu sürece paralel Ali Baba, Amazon gibi online satış yapan kurumların yükselmesi, 1970 ve 1980’lerin yıkılmaz bir devi olarak görülen IBM karşısında Microsoft, Apple, HP gibi markaların tüketici pazarında egemen olması, 1970’lerde petrol fiyatlarının yükselişi ile Amerikan otomobil sanayisinin egemenliğinin Japon üreticilere kayması gibi örnekler verilebilir.

Bugün Uber ve Lyft gibi araç paylaşım modelleri, yasa ve mevzuatla korunan taksi işletmeciliğini etkilemektedir. Bugün bazı şehirlerde ve İstanbul’da taksi şoförlerinin Uber sürücülerine gösterdiği tepki, Sanayi Devriminin başında el işçiliği ile para kazanan sanatkarların (The Luddites) Nottingham’daki dokuma fabrikalarını basarak, işçileri ve fabrika sahiplerini tehdit edip, makineleri parçalamasından farklı değildir.

Şu anda da yapıcı yıkım tüm hızı ile devam ediyor. Booking.com, Expedia gibi online kanalların klasik turizm acentelerini geriletmesi, internetin basılı gazetelerin tirajlarını eritmesi, köşe yazarlarının tahtının bloggerlara geçmesi, algoritmaya dayalı finansal işlemlerin broker ve dealer’ların işlerine ortak olması, Airbnb ve Homeaway gibi kurumların otellerden pazar payı çalması, posta servislerinin artık demode hale gelmesi, sabit telefon hizmetlerinin neredeyse bireysel iş kolunda silinmesi bu sürecin başlıca örnekleridir.

Daha da çarpıcı bir yaratıcı yıkım tarım sektöründe yaşanmıştır. Tarımda suni gübre ve kimyasal ilaç kullanımı; makineleşme ile birleşince artan verimlilik pek çok çiftçiyi tarımı bırakarak, işçi ve tüccar olmaya itmiştir. Mesela ABD’nin 1870’deki nüfusunun %50’si tarım ile geçinirken; şu an bu oran %2’nin altındadır.

Yatırım dünyasının en bilinen isimlerinden olan Warren Buffet’ın IBM, Wal Mart, Exxon gibi dev ama “eskimiş”, şirketlerin hisselerini elden çıkarmasının altında orta ve uzun vadeli işleyen “yaratıcı yıkımın “rüzgârını hissetmesi yatar.

Bazı teorisyenler 1990’lı yıllarda bilimsel, sosyal ve siyasi gelişimde artık bir yavaşlama olacağını iddia etse de, bu tez bilişim, malzeme, yarı iletken, kimya ve biyoloji alanındaki gelişmelerin birleşimi ile artık çürümüş bir haldedir. Dünya 2010’ların sonuna geldiğinde üretim, ticaret ve sosyal anlamda yeni bir sıçramanın eşiğindedir.

Türk özel sektörü, rekabetçilik ve inovasyon tarafında yapıcı yıkım dalgasından görünürde en kolay etkilenecek konumdadır. Özel sektörün en büyükleri dahi içinde olmak üzere, Türk Şirketleri kurumsallaşma serüveninin başında, alışkanlıklarını kolay değiştiremeyen bir kimliktedir. Kurumsallaştığını düşünenler ise IFRS’e göre finansal tablo yayınlayan, içlerinde bazı süreç ve mekanizmaların tanımlanmış olduğu, belli bir operasyonel ve finansal büyüklüğe ulaşmış yapılardır. Ancak bunlar güzel etiketler veya ambalajlar gibi görünse de iskelet yüz yıl öncesinde Weber ve Taylor’ın tanımladığı işlerin bölünmesi ve uzmanlaşması üzerine dayalı eski bir organizasyon yapısına dayanmaktadır. Bu şirketlerin gücü iç pazarda belli kaleleri (pazar payı ve dağıtım kanalları anlamında) tutmuş olmaları ve bu kaleleri tutmaktan dolayı elde ettikleri sermaye birikimidir. Dikkat edilirse özel sektörün dünya çapında son tüketiciye hitap eden markası olmadığı gibi, ihraç ettiği ürünler fiyat esnekliği yüksek ara ürünlerdir. İhracat yapan kurumların müşterileri, TL’nin döviz sepeti karşısında değer kaybettiği dönemlerde ıskonto yapılması talebi ile üreticilerin karşısına dikilmesi tesadüf değildir.

Yapıcı yıkımın Türkiye Ekonomisinde tam olarak işleyememesinin başlıca nedeni siyasi ve ekonomi yönetiminin tercihleridir. İşe her şeyin temeli olan hukuktan başlayalım.

Yapıcı yıkım ile ticaret hukukun hızlı ve doğru işlemesi arasında güçlü bir bağlantı vardır. Gelişmiş ekonomilerde prensip olarak borç ve alacak ilişkisi dava konusu olduğu zaman sürat ile hüküm verilir. Bu yol ile alacaklının ekonomik yönden zarara uğramasına izin verilmez. Türk Hukukunda ise basit bir alacak takibi, takibin kıymetli evrak üzerinden mi yoksa hesaben mi yapıldığına dayalı olarak çetrefilli bir şekilde ilerler. Günün sonunda 2-3 yılı bulan ve alacaklının ekonomik olarak zarara uğradığı sonuçlar ortaya çıkar. İflas, konkordato ve benzeri süreçler de Türkiye’de sorunludur. Batı Hukuk sistemi bu süreçte başarısız girişimcinin elindeki varlıkların sürat ile alacaklıya geçişini sağlar. Sistemin temeli bir ekonomik değerin yıpranmadan ve değerini kaybetmeden alacaklıya geçişini sağlamak üzerine kuruludur. Hukuki süreçlerin Türkiye’de uzun ve çetrefilli olması zayıf ve başarısız girişimciyi korur ve yapıcı yıkımın çalışmasını engeller. Tersine ABD ve Birleşik Krallık hukuki sistemi sürat ile ekonomik varlıkların başarısız girişimciden, güçlü sermaye gruplarına geçişini sağlayacak yapıda kurulmuştur.

Yapıcı yıkımın işlememesini sağlayan bir başka faktör ise, Türkiye’nin Neo-Keynesyen bir politika izleyerek başarısız işletmelerin hayatta kalmasını sağlamaya çalışmasıdır. Son 3 yılda KGF kredilerinden, verilen teşviklere; vergi aflarından kredi karşılıklarına kadar pek çok kalemde ekonomi yönetiminin almış olduğu önlemler doğru gibi gözükse de bu önlemler verimsiz ve kötü yönetilen pek çok işletmeyi ayakta tutmuştur. Bu önlemler mikroekonomik olarak bir başarı öyküsü olarak yorumlanabilir. Ancak şu anda da görüldüğü üzere, bu politika Türkiye’nin temel ekonomik dengelerini makro ölçekte de bozulmasına neden olmuştur. Bu politikanın sağladığı çok değerli (ve pahalı) zaman ise bu kurumlar tarafından kullanılamamıştır. Rekabetçi olmayan kurumların vergi verenlerin kaynağı ile yaşatılması yaratıcı yıkımın gerçekleşmesini erteler.

Bir diğer faktör ise, Türk Reel Sektörünün kuvvetli oyuncularının, büyük oranda yurt içindeki pazarı paylaşan oligopolistik yapısıdır. Bu yapı o kadar kuvvetli görünür ki, her ortanın büyüğü ve büyüğün küçüğü olan şirket bu yapıyı sembolize eden TÜSİAD’ın veya “İstanbul Sermayesi Kulübü’nün” bir üyesi olmayı arzu eder. Aslında bu kulüp istisnalar hariç olmak üzere küresel oyunculardan oluşmaz, önemli ölçüde iç pazardaki etkin gücünü karlılığa tahvil eder. Bu neden ile bu grubun en önemli önceliği ölçek, ölçeğe bağlı verimlilik ve satış kanallarına hakimiyet ile maksimize ederek rakiplerinin pazara girişini zorlaştırmaktır. Oligolistik ve yerel pazarlarda egemen olan kurumlar, yapıcı yıkımın işleyişini yavaşlatırlar.

Bir başka faktör de bazı büyük ölçekli kurumların da dahil olduğu bir “esnaf ekonomisinin” yaygın olarak işlemesidir. Esnaf ekonomisi kavramını değerli ekonomist ve bilim adamı Dr. Mahfi Eğilmez’den ödünç aldım. Benim yorumumla, basit bir yönetim anlayışı ile alım satım veya üretim yapan tüm kurumlar birer esnaf ekonomisinin parçasıdır. Bu kurumlarda R&D, finansal yönetim, proje yönetimi, iç denetim, İK, iş geliştirme, maliyet yönetimi, ürün ve marka yönetimi anlamındaki fonksiyonlar görünürde mevcuttur. Ölçeklerine rağmen bir toptan gıda esnafı gibi yönetilirler. Kurumları içinde SAP ve benzeri ERP sistemleri, IFRS, yalın üretim, halka açıklık, bağımsız yönetim kurulu üyeleri gibi modern yönetimsel kavramlar olsa da bu kavramların etkisi sınırlıdır. Bu kurumların temel hedefi varlık tutarını maksimize etmektir. Halbuki modern kurumların ana stratejisi uzun vadeli karlılığa dayalı serbest nakit akımların ve toplam değerin maksimize edilmesidir. Esnaf zihniyetli kurumların piyasadaki hakimiyeti gelişimin ve yaratıcı yıkımın önünde bir hendektir.

Bir diğer faktör de sosyal yapıdan kaynaklanmaktadır. Türkiye’de toplumsal yapıda ve iş çevrelerinde eleştiri geleneği yoktur. Genel olarak farklı fikir üretenler ve bu fikirleri ifade edenler istisnadır. Fikirlerin yarışmadığı, eleştirinin alınıp verilmediği toplumlar ve iş ortamı sağlıklı olarak gelişemez. Çok çeşitli uzmanlıkların katkısından ve sinerjisinden faydalanılamaz. Liyakatin ve bilimin değil, sadakatin ve muhafazakarlığın ön plana çıktığı iş çevreleri ve kurumlarda başarı sınırlı ve geçici olur.

Türkiye modern bir 1997-98 Asya Krizi yapısında bir ekonomik krize doğru adım adım ilerlemektedir. Bu ekonomik krizin en önemli sürücülerinden biri de ekonomide “yaratıcı yıkımın” uzun yıllardan beri işlemesine izin verilmemesi ve reel sektörün 2010’lu yılların sonunda dahi modern bir yönetim sistemini içselleştirememiş olmasıdır.

Her ekonomik kriz aynı zamanda rekabetçi ve yenilikçi kurumlar için önemli bir fırsattır. Yeter ki bu fırsatın farkına varılsın ve bu fırsat yapısal önlemler alınarak değerlendirilsin.

Burak Köylüoğlu

 

Mail listesine katılın

Yeni yazılardan haberdar olun.

Teşekkürler! Kayıt oldunuz.

Üzgünüz. Kayıt olamadınız.

İLGİLİ Yazılar

error: Tüm içerik koruma altındadır!