Neden 1930’ları Hatırlamalıyız? 1929 Büyük Buhranı

Burak Köylüoğlu
  1. Dizlerinin Üzerine Çökmüş Bir Dev: I. Dünya Savaşı Sonrası Almanya
  2. Versay Anlaşması Sonrası Almanya
  3. Hiperenflasyonun Kıskacındaki Almanya
  4. Almanya Devler Sahnesine Dönüyor: Almanya’nın 1920’li Yıllardaki Altın Yılları
  5. Neden 1930’ları Hatırlamalıyız? 1929 Büyük Buhranı
  6. Neden 1930’ları Hatırlamalıyız? 1929 Büyük Buhranından II. Dünya Savaşına Giden Yol
  7. Neden 1930’ları Hatırlamalıyız? II. Dünya Savaşının Başındaki Stratejik ve Ekonomik Görünüm

Büyük ekonomik krizler, devletlerin ve dünyanın siyasi, sosyal ve ekonomik yapısını kalıcı şekilde değiştirir.2008 Küresel Ekonomik Krizi nasıl politik, ekonomik ve askeri anlamda yeni bir sayfa açtıysa, 1873 Krizi (Long Depression) ve 1929 Büyük Buhranı da tarihte önemli bir kırılma yaratmıştır.

Nasıl 1873’de başlamış olan Long Depression olarak bilinen ekonomik kriz, I. Dünya Savaşına giden yolun taşlarını döşediyse, 1929 Büyük Buhranı da II. Dünya Savaşını kaçınılmaz hale getiren önemli gelişmeleri tetiklemiştir.

I. Dünya Savaşı ABD’yi büyük bir ekonomik güçten, ekonomik bir süper güce dönüştürürken, savaşta Amerikan askerinin amatör ama cesurca performansı (deneyimli Almanlara karşı Amerikalılar muazzam kayıplar vermiştir.), ileride ABD’nin büyük bir askeri güce dönüşebileceğinin sinyalini pek verememiştir. I. Dünya Savaşı bitiminde, ABD GSYH’sı (GDP) yorgun Avrupa’nın tamamını geçmiş, ABD sadece 2 yıl içinde dünyanın en büyük kreditörü (1916’da İngiltere bu ünvanı kaybetmiştir.) haline gelmiştir. Gerçi bu büyük ekonomik güç, siyasi güce tam tahvil olamamış, ABD’nin savunduğu prensipler I. Dünya Savaşını sonuca bağlayan barış anlaşmalarına yansıtılmamıştır. İngiliz ve Fransız etkisini aşamayan ABD’nin, ortaya çıkan Versay Anlaşmasını (Almanya ile 1919) onaylamamış olması şaşırtıcı değildir.

1920’lerin ilk yarısında Almanya’ya Versay Anlaşmasının ağır koşulları dikte ettirilmeye çalışılırken, 1920’lerin ikinci yarısı Almanya ile Müttefik Devletlerin uyum içinde karşılıklı olarak ödünler vererek bir denge tesis etmesi, her yönden altın bir dönemi başlatmıştır. Bu dönemin en önemli ismi, şansölye ve dışişleri bakanı olan Gustav Stresemann’dır. Stresemann döneminde Almanya kalıcı bir iç barışa kavuşmuş, uluslararası düzende parya bir devlet olmaktan çıkarak Versay Anlaşmasının zincirlerinin önemli bölümlerini kırabilmiştir. Streseman’ın usta politikası ile Almanya eski ekonomik gücüne ulaşmaya çalışırken, Alman Ordusu usta bir asker olan Hans von Seeckt liderliğinde yeniden kurulmaktadır. Von Seeckt, gizliden gizliye Alman Ordusunu yeniden örgütleyerek (Versay Anlaşmasına göre Alman Genelkurmay’ı fesih edilmiştir.) II. Dünya Savaşında dünyayı titretecek olan Wehrmacht’ın temellerini atmıştır. Alman Ordusu, Müttefiklerin gözlerinden uzakta, Sovyetler Birliği topraklarında (Sovyet-Alman askeri iş birliği ile) yeni doktrinler ve silahlar dener durumdadır.

1920’ler aynı zamanda Sovyetler Birliği açısından, I. Dünya Savaşının ve Rus İç Savaşının (1917-1922) kötü etkilerinin açmış olduğu yaraların sarıldığı bir dönemdir. Lenin’in ölümünden sonra, Politbüro’nun en güçsüz üyesi sayılan Josef Stalin’in (Lenin vasiyetinde Stalin’in asla parti içinde önemli bir göreve getirilmemesini istemiştir.) yükselişi başlamıştır. Stalin, partinin en önemli ismi olan Troçki’yi, sistemin 2. ve 3. güçlü isimleri olan Zinoviev ve Kamenev ile beraber koalisyon kurarak tasfiye edecektir. Troçki gücünü kaybettikten sonra, Stalin bu kez Zinoviev ve Kamanev’i, Komünist Partisinin sağ kanadı ile beraber davranarak etkisizleştirecektir. 1920’lerin sonunda Stalin, Sovyetler Birliği’nin mutlak bir lideri olmaya yaklaşmıştır. Stalin’in mutlak iktidarı ele geçirmek için 1930’larda atacağı adımlar, çok daha dramatik olacaktır.

Stalin’in adımları sadece siyaset alanında olmamış; Sovyetler Birliği, Batı ile arasındaki büyük farkı, hızlı bir sanayileşme programı ile kapatma yoluna girmiştir. Ancak bu hamle, tarımın ihmal edilmesi, ideolojik saplantılar ile birleşince (özel mülkiyetin kamulaştırma yolu ile ortadan kaldırılması) devlet eli ile bir felaket yaratılacaktır. Tarım konusunda deneyimli toprak sahipleri (Kulaklar), kapitalizmin maşası suçlaması ile tasfiye edilirken, tahıl anlamında önemli bir fazlaya sahip Sovyet tarımı çökmüş, 1930’ların başında 7-10 milyon kişinin açlıktan öleceği bir trajedinin (Holodomor) perdesi açılmıştır.

Bu dönemde gelişmiş ekonomilerin çoğunluğu altın standardına bağlı bir para politikasını sürdürmektedir. Bu para politikasının, uzun yıllar boyunca para arzını altına endeksli tutarak enflasyonu gemleyeceği ve istikrarlı bir büyümenin en önemli garantisi olacağı varsayılmaktadır. Gerçekten de 1920’li seneler I. Dünya Savaşı’nın hemen ardından, görece istikrarın ve büyümenin sağlandığı, bu ortamda sanat ve bilimde pek çok yeni kavramın ortaya çıktığı bir dönem olmuştur. I. Dünya Savaşı’nda savaşı ABD finansal sisteminden almış olduğu devasa borçlar ile finanse etmiş olan İngiltere ve Fransa, bu borçların servisini Versay Anlaşması (1919) ile Almanya’ya dikte ettirilen savaş tazminatının taksitleri ile yapmayı planlarken, Almanya’nın bu taksitleri ödeyebilmesinin tek yolu ilave borçlanma ile ABD’den borçlanmaktır. Savaşın oluşturduğu sistematik zararın finansmanı reel ekonominin hacminin ötesinde bir kredi genişlemesi ile finanse edilmesi, bu fasit üçgeni 1929’da çökertecektir.

1929 Buhranının bir nedeni de 1920’lerdeki müthiş büyüme nedeni ile sanayi hisselerinin değerlerinin tüm Dünya’da şişmesi ve bu yükselişin ateşinin bankalardan alınan krediler ile büyütülmesidir. Hisse senetleri yükseldikçe, bu hisselere olan talep daha da artmış, talep arttıkça fiyatlar daha da yükselmiştir. 1929 Eylül’ünde S&P Kompozit Endeksindeki fiyat kazanç oranı (P/E) ortalamada 32 gibi inanılmaz bir rakama ulaşmıştır. ABD Borsalarındaki işlem hacmi krizin hemen öncesinde, normal dönemin neredeyse üç katına ulaşmıştır.

1929 Buhranının bir önemli nedeni de savaş sonrası devasa hale gelmiş finansal sektör üzerindeki kural ve denetim eksikliğidir. 1920’lerdeki finansal sektöre karşı “laissez faire” yaklaşımı, açılan kredilerin önemli bir bölümü finansal işlemlerde kaldıraç yaratılması amacı ile verilmiştir. Yaratılan kaldıraç ise hisse senetlerinin değerini daha da yukarıya itmiş, artan hisse senedi fiyatları da daha çok kredi talebi yaratmıştır.

1929 Büyük Buhranının bir başka nedeni de ABD Merkez Bankasının yanlış para politikasıdır. FED, ekonomi aşırı ısınırken faiz oranlarını geç ama ani bir şekilde arttırmış, üstelik 1928 gibi geç bir tarihte de faiz hadleri anlamında kantarın topuzunu kaçırmıştır. Faiz düzeyindeki ani yükseliş, Kara Salı’yı yani borsalardaki çöküşü tetiklemiştir.

1929 Buhranını tetikleyen son gelişme ise, emtia fiyatlarının birden çökmeye başlamasıdır. Dünya’da buğday rekoltesi 1929’da yüksek bir değerde gerçekleşince, buğday fiyatları çökmüş, buğday fiyatlarındaki çöküş diğer emtiaları düşürmeye başlayınca, elinde sanayi hisseleri olanlar da satışa geçince balon patlamıştır. 29 Ekim 1929, ekonomi tarihine Kara Salı olarak geçecektir.

ABD’nin kredi sistemi sorunu, diğer gelişmiş ülkelere yayınca, panik başlamış ve ülkelerin tek başına aldığı korumacı tedbirler krizi daha da derinleşmiştir. Bu dönemde IMF, Dünya Bankası, IFC, Dünya Ticaret Örgütü gibi küresel kurumlar olmadığı gibi, ülkelerin Merkez Bankaları da bir eşgüdüm sağlayamamıştır.

Krizi daha da derinleştiren nokta, FED’in düştüğü açmazdır. Bu dönemde, Amerikan para politikası altın standartının katı kuralları içinde yönetilmektedir. ABD Dolarının fiyatı ve arzı, altına fiyatı ve arzına endeksli durumdadır . Kriz, ulusal paradan altına doğru kaçışı tetikleyince, FED’in para politikası sisteme son darbeyi vurmuştur. 1929-1931 arasında, USD’ı savunmak için faizleri daha da arttıran FED, depresyonu daha da derinleştirmiş, FED’in depresyonla mücadele etmek için para arzını arttırmaması sistemi daha da tıkamıştır. Bankalara hücum eden yatırımcılar, likidite krizini daha da derinleştirmiş, FED bankalara likidite vermeyerek batmalarına seyirci olmuştur. Bir diğer deyişle sistemde oluşan zararın, likidite krizine gidişi, likidite krizinden sonra da depresyona gidişine seyirci kalınmıştır.

Dikkat edilirse, FED 1929 ne yaptıysa, 2008 sonrası tam tersini yaparak tarihin tekerrür etmesini engellemiştir.

1929 Buhranının etkileri son derece yıkıcı olmuştur. Dış ticaret gelişmiş ülkelerde nerdeyse %60’a yakın düşerken, ABD’de işsizlik %30’lar üzerine çıkarak tüm zamanların rekorunu kırmıştır. Ücretlerdeki gerileme dört yılda %40’a yaklaştığı gibi, sert bir talep düşüşünü beraberinde getirmiş, talebin bu kadar sert ve ani düşmesi de yıkıcı bir deflasyon başlatmıştır. Deflasyonun yıkıcı etkisi imalat sanayi endekslerinde daha da net görünmektedir. Dünya imalat endeksi 1929 yılında 153.3 iken (1913 yılında 100), 1932 yılında 108.4’e kadar düşmüş, 1929 seviyesini ancak 1935 yılında tekrar yakalayabilmiştir. ABD 1929’daki imalat sanayi endeksini ancak 1937’de aynı düzeye getirebilmiştir.

Fiyatlar düştükçe, borçlu olanların borcu reel anlamda daha da artmış, borçlar servis edilemeyince, ödenemeyen borçlar bankaları iflas ettirmiştir. 1933’e kadar nerdeyse ABD Bankalarının yarısı batmıştır. 1933’e gelindiği zaman ABD GSYH’ sının neredeyse yarısını (1929 ABD GSYH’sı 103 Milyar USD iken, 1933’de bu rakam 55 Milyar USD’a düşmüştür.) kaybetmişti. Sanayi tesisleri devamlı düşen talep ve fiyatlar ile kapılarına kilit vurmuş, ürün fiyatları düştüğü için tarlalar ekilmemiştir. Ekilmeyen tarlalar 1930’larda ABD’de şehirlerin çevresinde büyük toz bulutlarına neden olmuştur. Bu dönemi tasvir eden fotoğraf ve filmler, toz bulutları arasında iş bulmak için ülkenin bir yerinden bir yerine göç eden insanların yorgun ve ümitsiz yüzlerini ön plana çıkarır.

1929 Buhranının en kötü etkilediği ülkelerden biri de Almanya’dır. Almanya, I. Dünya Savaşındaki kayıpları, savaşın sonrasında yüklenmiş olan savaş tazminatı, savaş sonrası iç savaş ve darbe girişimleri ile kaybedilen dört yıl ve 1923 hiperenflasyonu ile zaten çökmüş durumdadır. Almanya’nın şansı Gustav Stresemann’ın dümeni devralarak, 1923-1929 arasında muazzam diplomatik ve ekonomik başarılara imza atmış olmasıdır.

Stresemann 3 Ekim 1929’da 51 yaşında hayatını kaybettiği zaman, Almanya’nın yaklaşan Büyük Buhranı yönetecek kalibrede politikacısı yoktur.

Büyük Buhran Almanya’yı vurduğunda, ekonomik yapı bir anda çökmüştür. ABD kredileri kesilince, Almanya savaş tazminatı ödemelerinde temerrüde düşmüş, dünya ticaretinin düşmesi, geleneksel olarak ihracata bağımlı Alman ekonomisini daha da dibe itmiştir. I. Dünya Savaşı sonrasında eski ihraç pazarlarını kaptırmış olan Alman sanayisinin durumu, Büyük Buhran ile sürdürülemez hale gelmiştir. Üstelik sanayi kapasitelerinin 1923’den sonra yabancı kaynaklar ile finanse edilerek büyütülmüş olması, tabloyu daha da kötüleştirmiştir.

Stresemann’ın ölümü ve Büyük Buhran, Almanya’nın merkez sağ ve sol partilerini zayıflatacak, oluşan boşluğu aşırı sağ ve aşırı sol dolduracaktır. Tarih, tam da önemsiz bir politikacı olarak unutulmak üzereyken, Adolf Hitler’in sahneye çıkışını yazacaktır.

Burak Köylüoğlu

 

Bu  yazı dizisi 1919’dan 1945’e kadar  süren olayların  dramatik hikayesini anlatmayı  amaçlıyor.  Eğer bu yazı dizisinin tamamını okumak isterseniz:

Mail listesine katılın

Yeni yazılardan haberdar olun.

Teşekkürler! Kayıt oldunuz.

Üzgünüz. Kayıt olamadınız.

İLGİLİ Yazılar

error: Tüm içerik koruma altındadır!